Kabul etmek gerekir ki, kadının cinsellik ve çıplaklıkla geçimini sağladığı sektörler, ailelerin, çocukları için kurdukları düşlerde yer almaz. İşin erkek tarafı da öyledir tabii… Yine de birileri oralarda çalışır, çünkü bazı aileler çocuklarının ne tahtını ne bahtını yapacak durumda değildir ve bazı insanlar çeşitli gerekçelerle riskli yollara yönelmek zorunda kalabilir. Talep sürdükçe bu sektörden geçim sağlayanlar da eksik olmayacaktır.

Bu yüzyılda bazılarımız, "insan kendi vücuduyla ne yapacağı kararını verirken, zorlama ve baskıyla karşılaşmıyorsa mesele yoktur," diyebiliyoruz. Kulağa biraz ütopik geliyor; ütopyayı gerçeğe çevirmekse, sektördeki kadınları koruyacak kanunları çıkarmak ve bu kanunların çıkmasını sağlayacak duyarlılıkta kamuoyunu yaratmaktan geçiyor.

Çok katmanlı bir konuda net karara varmak zor; yine de anlamaya çalışarak, geçmişten bugüne soyunan kadınlara ve onları seyreden erkeklere bakmayı deneyeceğiz.

Tarihte striptiz

Sümer mitolojisinde tanrıça İanna yeraltı dünyasına inen 7 kapının her birinden geçerken üzerindeki bir parçayı bırakır, o cehennemden çıkana kadar dünya çorak bir yerdir. Bu 7 aşamalı soyunma, tüllerle dans eden Salome hikâyesine de ilham vermiş olmalı. MÖ 6. yüzyılda Antik Yunan'da erkek seyircilere çıplak dans eden auletris denilen bir fahişe sınıfından söz edilir.

Antik Roma’da da nisan ayında Tanrıça Flora için yapılan bayramda çıplak dans, şenliğin bir parçasıydı. Tahta çıkmadan önce fahişe ve oyuncu olan Bizanslı Theodora’nın da benzer gösterileri meşhurdu. Tek tanrılı dinlerin çıplaklıkla arası olmadığından, Ortaçağda bu tarz performansların kayıtlarına rastlanmıyor. Kayıtlara göre erken bir striptiz örneği, İngiltere’de Restorasyon dönemine rastlıyor; herhalde o dönem tiyatroda kadın rollerini erkekler oynadığından,  bir erkek tarafından gerçekleştirilmiş. Bir asır sonra 18. yüzyıl İngiltere’sindeki randevu evlerinde striptiz artık yerleşmiş bir âdetmiş. Opera şarkıcılarıyla aristokratların av ve eğlence için toplandığı şatolarda kadınlar âşıklarına müzik eşliğinde striptiz yaparlarmış.

Kuzey Afrika ve Mısır’da çalışan gezici dansöz grubundan Kuchuk Hanem’ın, hayali bir arıdan kurtulmak için soyunduğu gösterilerden bahsediliyor. Yazar Gustave Flaubert ve Amerikalı gezgin W.Curtis’in notlarında bu “Küçük Hanım” var. Dansın eski dünya dışına taşıp Amerika Birleşik Devletlerinde yayılması Şikago’da 1893 Dünya Fuarında Küçük Mısır adlı dansçının şovundan sonra mümkün olabilmiş.

Şova anlam katma amacıyla üretilen arı esprisi, aynı dönemde, yani 1800’lerin sonunda Moulin Rouge ve Folies Berger'e gösterilerinde hayali bir pireye dönüşmüştü. Giysiler, pireyi ararken yavaş yavaş çıkıyordu. I. Dünya Savaşı'nın ünlü casusu Mata Hari üzerinde sadece mücevherli sutyeni ve takıları kalana kadar soyunurdu. Amerika Birleşik Devletlerinde striptiz gezici sirk ve burlesk tiyatrolarda yapılırdı. Burleskten ilham alan gogo danslarına,  San Fransisko’da 60’larda izin çıktı. Striptiz kulüpleri 60 ve 70’lerdeki cinsel özgürlük hareketlerinin etkisiyle arttı.    

Buralarda neler olmuş?

1950’lerin sonunda Lübnan’da iç savaş çıkınca, bölgenin eğlence merkezi olan ülkeden Türkiye’ye striptizci ve revü sanatçıları akın etmiş, pavyonlar canlanmıştı. Kulüpler Parizyen, Chat Noire, Olympia, Moulin Rouge, Monte Carlo gibi yabancı isimler taşırlardı.  Programları alaturkadan Batı müziğine değin çok zengindi. İstiklal ve Meşrutiyet Caddesine yayılmış bar ve pavyonların kaliteleri ara sokaklara doğru düşerdi.

1955’te Ankara Palas’ın pavyonunda Colette isminde Fransız bir striptizci vardı. Bir grup oyuncuyla önce İzmir Fuarı'na gelmişti. Gazeteci Emin Karakuş’a verdiği röportajda (İşte Ankara kitabı, 1977) Colette kariyerinin en büyük onurunu Türkiye’de yaşadığından söz ediyordu. O güne kadar hiçbir devlet adamının önünde sanatını sergilememiş, ama İzmir ve Ankara’da Cumhurbaşkanı Celal Bayar, Başbakan, Meclis Başkanı ve diğer devlet büyüklerine şov yapmıştı. Özgürlük havası uzun sürmedi, gösteriler 1958'de İstanbul Valiliğince yasaklanınca İstanbul’daki striptizciler Ankara ve diğer illere göç etti. Ama dönüşleri muhteşem oldu.

1960 ve 70’li yıllarda, birbirinden seksi dansözlerin dergi kapaklarını fethettiği dönemlerin simaları Seher Şeniz, Prenses Banu, Leyla Sayar ve Nesrin Topkapı gibi parlak yıldızlardı. 60’larda 70’lerde büyük striptiz kulüplerinde çalışan kadınlar İtalyan ya da Fransızdı; tek Türk Seher Şeniz’in yastıkla yaptığı şov ünlüydü. İzmir’den İstanbul’a gelince, önce o zamanların modası plaj güzeli yarışmalarından birinde birinci oldu, 1966’da Türkiye ikinci güzeli seçilip adını duyurdu. Vücudu çok güzeldi, burun ve göğüs estetiğiyle sonucu mükemmelleştirdi. Birkaç filmde oynadıysa da asıl ününü Parizien’de  “Nuit D’arabie” dekorunda sunduğu kıvrak danslarıyla yaptı. Zengin adamlarla yaşadığı ilişkilerde asıl peşinde olduğu para değil, aşktı. Bu bağlanma arzusu yüzünden bir demir tüccarından ayrılınca intihara kalkıştı.

Duygusal fırtınalardan yorulmuş olmalı ki bir evlilik yapıp sessiz bir yaşam seçti. 1992’de Teşvikiye’deki dairesinin anahtarını, ağabeyine verilmek üzere komşusuna bırakırken, “Avrupa’ya gidiyorum,” dedi. Gitmemişti.  Seher Şeniz 44 yaşında hayatını bitirirken son mektubunda kimseye sitem etmiyordu: “Ölümümden kimse sorumlu değil”.

Bir başka hazin hikâye Tarkan filmlerinin güzel ve soğuk prensesi İsveçli Eva Bender'e aittir. Türkiye’ye geldiğinde striptiz yıldızı olarak çalışan ve Halit Refiğ’in yönettiği bir filmde başrol oynayan Bender, avantür filmlerde soyunan kadın olarak ün yaptı. 1968’de yönetmen Halit Refiğ ile yaptığı evliliği iki yıl sürdü. Bender bu boşanmanın ardından girdiği bunalıma, kendini Galata rıhtımından atarak son vermek istedi. Memleketine döndüğünde de iyileşemedi. 43 yaşında intihar etti. Veda mektubunda “Beni kimse anlamıyor,” yazıyordu.

BİR FİLOZOFUN BAKIŞI

Göstergebilimin kurucularından Fransız filozof Roland Barhes’a göre, sahnedeki kişi bunu o kadar gösteri amaçlı yapar ki soyundukça giyinir, gerçeklikten uzaklaşır, gerçekdışı bir hal alır ve böylece izleyiciyi rahatsız etmeden tatmin duygusu yaşatır. Çağdaş Söylenler kitabından alıntılıyoruz: “Kitleyi gören kişiye dönüştüren, soyunmanın yalnızca süresidir; ama, her aldatıcı gösteride olduğu gibi, burada da dekor, aksesuar ve kalıplaşmış örnekler başlangıçtaki kışkırtmayı çelmeler ve sonunda anlamsızlığa gömer: kötülük daha iyi engellenip kovulmak üzere gösterilir. Fransız strip-tease’i burada 'Astra işlemi' diye adlandırdığım yöntemi, kitleyi bundan böyle bağışıklanmış bir Törel İyilik’e daldırmak üzere bir çimdik kötülük aşılamak biçiminde özetlenen aldatmaca yöntemini kullanır görünmektedir: Gösterinin durumunun getirdiği birkaç damla cinsellik, güven verici bir törenle yutulur, aşı ya da tabu hastalığı ya da kusuru nasıl kesinlikle saptayıp dizginlerse, bu tören de teni öyle kesinlikle siler.

Skandal, papa ve bazı sivri noktalar

Soylular, Hollywood yıldızları, milyarderler Roma’nın gece kulüplerindeki özel partilerde sabaha dek eğlencenin dibini bulurlardı. Bugün de kulüp kapılarında bekleyen magazincilerin ataları İtalyan şipşakçılar, ünlüleri çekip kaçarlar; korumalar onları yakalayabilirlerse makineyi kırıp film makarasını alırlardı. Gazeteye ulaşan makaradaki bomba fotoğraflar, sabah magazin sayfalarını şenlendirirdi. 

Füze gibi kaçan şipşakçılardan biri olan Tazio Secchiaroli, Fellini’nin Tatlı Hayat filmindeki “Paparazzo”ydu, yani “füzebaba.” Roma sosyetesinin çılgın eğlenceleri 5 Kasım 1958’de yeni bir meslek ve nurtopu gibi skandal doğurmuş, bir filme ilham vermişti.

Tazio Secchiaroli ünlü Rugantino lokantasında bir parti verileceğini duydu. Partiye İsveçli yıldız Anita Ekberg, Tyrone Power, Elsa MartinelliLinda ChristianAnna Maria Mussolini, Frederico Fellini, Kral Faruk da gelecekti. Parti sahibi Peter Howard, Krala sürpriz için bir dansöz ayarladı. Gazeteci nedense lokantadan kovalanmadı, hatta İran havyarı ve Fransız şampanyasıyla ağırlandı.

Dansöz “La Turca”, alelacele kostümsüz gelmişti. “Olduğun gibi dans et” dediler. Kadın “halı serin” diye emredince Prens Hercolani ceketini piste attı, diğer centilmenler de onu takip etti. Oryantal müzik başladıktan sonra Peter HowardÜzerindekileri çıkar” ardından “Sutyenini de at” diye bağırdı. La Turca ısrarlara dayanamayarak kopçayı açtığında Tazio Secchiaroli flaşı patlattı. Ertesi gün L’Espresso dergisinde, La Turca’nın çıplak fotoğraflarının Papa’nın gazabına uğramadan nasıl basılacağı tartışılıyordu. Çözüm birinci fotoğrafta göğüs uçlarını beyaza boyamak, ikinci fotoğrafta siyah bant kullanmaktı. Bu cehennemlik görüntüyle kirlenen kadınlar kiliselere koşup günah çıkardılar. La Turca müstehcen gösteri yapmaktan gözaltına alındı. Sınır dışı edilmekten, adı öğrenilemeyen bir milyarderin kefaretini ödemesiyle kurtuldu.

Fellini‘nin, kulüplerdeki çılgın hayattan ilham alan La Dolce Vita filmi Roma sosyetesinde derin bir infial uyandırmış ve yönetmene hakaret davası açılmıştı. Yüksek sosyeteden bazı şahsiyetler, filmin yasaklanması için yönetime baskı yaptılar. Kilise de tabii ki yasağın destekçisiydi. Neyse ki sanat kazandı.

Skandalın kahramanı La Turca, Kurtuluşlu Hermin Aslanoğlu’ydu. 15 yaşında “Boğaziçi Güzeli” seçilmişti. 50’li yıllarda bazı filmlerde oynadı. Ayşe Nana adını kullanıyordu. O zamanlarda Kervansaray’ın hem şovmen hem de direktörü olan Orhan Boran onu şöyle anlatıyor: “Nana, 1950’de annesiyle birlikte geldi…  dansöz olmak istiyordu. Müziğin ilk mezürleriyle sırtındaki pelerini atıverdi. Aynı anda servis kapısının önünde bir şangırtı koptu. Komi, bir tepsi bardağı düşürmüştü herhalde. Onu azarlayamazdım, çünkü aynı anda ben de dudağımdaki sigaramı kucağıma düşürmüştüm. Nana pistte sansürle kara bantlanacak yerlerinde üç-beş şifon parçasıyla çırılçıplak dans ediyordu…”

Ayşe Nana şöhret oldu. Beyrut, Roma, Paris turnelerine çıktığında hayranları, arkasından “Nana gitti Paris’e / Kaldık Semiramis’e / Semiramis yine hamile / Düştük Türkan Şamil’e” şarkısını besteleyecek kadar hasret çekerlerdi. 50’lerin sonunda İtalya’ya yerleşti. Striptizi o gün kendisine şöhret getirmişti belki ama sonradan iş bulmakta zorlanmaya başladı. Evlendi, çocuk yaptı, kabareyi denedi. Küçük bir tiyatroda erotik oyunlar sergiledi. İnce belli, beyaz tenli, karakaşlı,  kıvrak Ayşe Nana 80’lerin başına kadar dansı bırakmadı, 2014’te de bu dünyadan ayrıldı. 

Değişik bir striptizci

68 kuşağının cinsel özgürlük mücadelesi ve feminizm, soyunan kadınları da değiştirdi, onlara bakışı da…  En can alıcı örnek, porno yıldızı Cicciolina’nın siyasete girmesiydi. Femen örgütünün feministler arasında tartışmaya yol açan protestoları da listeye eklenebilir. 

Annelerin saklanmadan bebek emzirmesi artık daha çok insan tarafından doğal karşılanıyor. Son örneğimiz Amerikalı, üniversiteli bir striptizci…

Kira ve kolej masraflarını karşılamak için striptize başlayan ve bu işi 22 yıl sürdüren Antonia Crane ile bir röportaj yapılmış. Feminizm teorileri üzerine çalışan ve bir sivil haklar eylemcisi olan Crane, bu işi garsonluk veya hizmetçilikten farklı bulmuyor. Herkesin bu işe geçici gibi baktığını, ama tanıdığı bütün striptizcilerin tiplerini değiştirip yeni kulüplerde şanslarını denemeye devam ettiğini anlatıyor. İşin avantajı, istediği gece 4-5 saatlik mesaiyle bol ve vergisiz parayı kazanmakmış. Ancak bunun herkesin yapabileceği kolay bir iş olmadığının altını çiziyor. Yabancıları baştan çıkarmanın sanat olduğunu; asılan zenginleri, sarhoşların evlilik tekliflerini kâle almadığını söylüyor.

Striptizciliğin akademik kariyerine engel teşkil etmeyeceğini savunurken, alternatif hayatlar yaşayan William Burroughs, Kathy Acker, Michelle Tea, Stephen Elliott  gibi kalemleri örnek gösteriyor. Bazı Feministlerin kulüplerdeki erkeklerin paralarıyla kadınlar üzerinde baskı oluşturduklarını düşündüklerini, ancak durumun daha karmaşık olduğunu söyleyen Crane, kucak dansı sırasında erkeklik rollerindeki başarısızlıklarından bunalıp gözyaşlarına boğulan müşterilerden söz ediyor. Çoğu zaman güçlü tarafın kendisi olduğunu söyleyen Crane, yalnızlıktan ölenleri seks işçilerinin teselli ettiğini, herkesin kendi mücadelesini verdiğini ekliyor. Ortam sonucu, aşağılandığı, parasının çalındığı geceler de yaşadığını ama kendini kurban gibi görmediğini belirtiyor. Röportajın sonunda, yazmak ve öğretmekle dolduracağı bir hayatı inşa edene adar soyunmaya devam edeceğini öğreniyoruz.

Röportajdan bu yana 6 yıl geçmiş. Umarım emekli olmuştur.

 

Kaynaklar

https://edition.cnn.com/2014/10/29/living/antonia-crane-stripper-essay/index.html

Ümit Bayazoğlu, Uzun İnce Yolcular 42 Portre, Aras Yay, 2014

https://en.wikipedia.org/wiki/Striptease,

http://www.zeroistanbul.com/insanlar/roportajlar/sanat/orhan-turker 

https://gramho.com/explore-hashtag/EvaBender                           http://www.haberdukkani.com/yazi/seher-seniz-in-hazin-oykusu_33003.html

http://www.hurriyet.com.tr/ayse-nana-nin-hayati-hic-tatli-olmadi-25705348

http://sinematikyesilcam.com/2014/01/ayse-nananin-hayati/                

https://eksisozluk.com/ayse-nana--370309