Sayısız insanın hayatına, ruhuna dokunabilmeyi başaran, terapileri, kitapları ve dizilerindeki derin mesajlarıyla adeta evlerimize giren Psikiyatr Dr. Gülseren Budayıcıoğlu ile hiç bitmesini istemediğim bir sohbet gerçekleştirdim…

 

Psikiyatr olmayı nasıl seçtiniz?

Ben mesleği seçmedim, meslek beni seçti, tesadüflerle psikiyatriye geldim. Fizik Tedavi ve Romanoloji bölümlerine başvurmuştum ancak psikiyatrinin bana bu kadar uyduğunu baştan bilseydim bu dalı koşarak seçerdim. Psikiyatri kişiliğime hayallerime, geçmişime, insanlara olan sevgime çok uyan bir meslek. İlişkilere çok önem veren bir kişiyim, konuya sevecen yaklaşırım ve psikiyatride bütün bunların çok faydasını gördüm. Dünyaya bir daha gelsem yine psikiyatr olurdum. Gerek dizi yaparak gerekse medyada psikiyatriyi kullanıyorum. Psikiyatri, hayatıma anlam katan, hayatımın önemli bir parçası oldu.

Üstünüzde durduğunuz konulardan biri de geçmişimiz. Çocuk en büyük ihtiyacı olan koşulsuz sevgi, değer, önemsenme ve onaylanmayı ailesinden görmemişse ne olur?

Bir insan ihtiyacı olan beslenmeden mahrum bırakıldığında beden nasıl hasta olur, hatta ölebilir ise; aynı şekilde, birileri için çok özel olduğumuzu bilmek, sevgi-şefkat, görmek de ruhumuzun hayalidir. Ruhumuzun gıdası da bu sevgidir. Dünyaya gelen her bebek bu ihtiyacını haykırır.

Özel olduğumuzu bilme ihtiyacı bir içgüdüdür. Hayatında sevgi ve onay alamamış insanların ileride mutlu olması çok zordur. Bu etken de insanın kaderini yazar. Sevgi alan insan mutlu olmaya hazır insandır. Zamanında ailesinden sevgi almayan insan ise kendini kabul etme savaşına girer, tırmanışını ve yaşam mücadelesini uzun yıllar sürdürür. Bu arayış okulda, ilişkilerinde, iş yerinde patronundan vs. “Beni kabul edecekler mi?” sorularıyla devam eder. Bazıları başarılı ve bilinen kişiler olurlar ama maalesef bu başarılarla da mutlu olamazlar. Bu tür başarılar onlara genelde ‘mutluluk’ değil de ‘başarı’ olarak geri döner.

Başarı şöyle algılanır: “Bunu da başardım, sonra ne?” diye arayışa devam edilir. Bu şekilde başarıyı da herkes gerçekleştiremeyebilir ve bu kişiler kendilerini sürekli alışverişe, çılgın bir tüketime veya fazla beslenmeye yöneltirler. Bir zamanlar yeni bir şey aldığımızda ne kadar mutlu olurduk. Şimdi ‘yeni bir şey almak eşittir mutluluk’ denklemi tamamen bitti. İnsanlar doyumsuzluklarını bir parça olsun susturabilmek için sürekli alışveriş yapıyorlar ve dünyada bazı devletleri ve ekonomiyi ayakta tutan bu tüketimi destekliyor. Hâlbuki bu kişiler aldıkları hiçbir şeyle mutlu olamıyorlar. Ayrıca dünya şu anda yemek yiyor, obezite gündemde. Kişi sevgi ve onay eksiklerini yemekle kapatmak istiyor. “Ne yesem doyamıyorum” diyenleri sıkça duyuyoruz. Son olarak ta bu arayışla alkol, uyuşturucu vesaireye başvuranlar geliyor.

‘Carpe diem’ veya ‘bu günü yaşa, dünü boş ver’ felsefesi günümüzde çok yaygın. Siz bu felsefeye katılıyor musunuz?

Ben, açıkçası bu fikre katılan biri değilim. İnsan doğduğu günden itibaren yaşlanmaya başlar ve ölüme bir yürüyüş yolunda ilerler. Bu yolun bir gün biteceğin bilen tek canlı insandır. Dünya hayat sonsuz olsaydı yaşam da bizim için bu kadar değerli olmazdı. Bunun en yakın örneğini gençlerde görüyoruz. 15-20 yaşlarında kişinin geçmişi de bir o kadardır ve dünya onun için çok önem taşımaz. Hâlbuki 60 yaşlarındakiler için dün fazlalaşıp yarın azaldıkça dünya çok daha önemlidir. Yaşla birlikte hayatın değeri de artıyor. Böylece bugünün de değerini anlıyor, bugünü daha değerli kılabiliyoruz. Bu nedenle ben, dün ile yarının arasındaki bugünü çok önemli buluyorum.

Bugünün değerini kesinlikle bilmek gerek. Dün yokmuş gibi davranmayı bir kolaycılık gibi görüyorum. Eskiden evde bir yemek hazırladıkları zaman akşama kadar çalışırlar emek verirlerdi. Bu yemekler hem sağlıklı hem de lezzetleri de bambaşka olurdu. Aileyi bir araya getiren sofraya oturmak bir hazdı. Yemek huzur içinde yenilirdi. Bir tek bugünü yaşa demek: Fast Food yemek gibi bir şey. Bir an önce git karnını çabuk ve hazır yemekle doyur. Bu ikisini böyle görüyorum.

Bütün yaşam boyunca, dünün izlerini taşımaya devam mı ediyoruz?

Evet, taşırız ama bu, bir ömür boyu bu izlerin altında kararıp kalmak, perişan olmak anlamına gelmiyor. Dün; bizi bugüne getirir, dünün sayesinde biz bugündeyiz. Ancak, zihnimiz her şeyi kayıt ederken, biz geçmişi düşündüğümüzde, bizi en çok acıtan, üzen travmatik olayları hatırlıyoruz. Bunun nedeni, zihnimiz bu olayları büyük harflerle yazar ve karşımıza çıkarır. Diğer hadiseleri ise zihnimiz küçük harflerle kaydeder. Bununla beraber, bizi acıttığı kadar bu olaylar bizi bugünlere getiren olgulardır. Ben, yara almadan bir hayatı daha anlamlı kılmamın mümkün olacağını sanmıyorum.

Doğduğumuz gün dünyanın düzenine uyumlu biri olarak dünyaya gelmiyoruz. Bizler içgüdülerimizle dünyaya geliyoruz. Bunların en önemlileri de ‘bizi hayatta tutan içgüdüler’ ve ‘korkularımız’. Korkularımız sayesinde ölmüyor, kendimizi korumayı öğreniyoruz. Ayrıca, karşı tarafa kendimizi müdafaa etmek için her türlü şiddet göstermeye de hazırız.

Biz ne iyi doğuyoruz ne de kötü... Çocuklarımıza sevgi, şefkat, değer hepsini gösterelim ama onların ne elini kolunu bağlayalım ne de onları sırtımızda taşıyıp parazit haline getirelim. Bu şekilde onları mutlu kılamayız. Eskiden babaerkil ve anaerkil aileler varken şimdi ‘çocukerkil’ aileler oluştu. Her şey çocuğa göre düzenleniyor. Çocuğun okulu, faaliyetleri, sıkıntıları derken onları toplumsal bir yaşama ve hayatla mücadeleye alıştırmıyoruz. Hâlbuki biz hayata girmeden önce ağır bir stajdan geçtik. Annem sevdiği kadar, bizi her konuda sorumluluk almaya da zorladı. Ben düşe kalka ama sonuç olarak bol bol stajdan geçtim ve bu nedenle hayatın içine girdiğimde zorlanmadım. Çocuklarımızı yaralamayalım ama onları korumak adına onların eli, kolu akı, fikri de olmayalım.

Gülseren Budayıcıoğlu kimdir

1947 yılında Ankara’da doğdu. İlk ve ortaöğrenimini TED Ankara Koleji’nde tamamladıktan sonra, 1966’da Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi’ne girdi. Tıp öğrenimi sırasında 1968 yılında yayına başlayan TRT televizyonunun açtığı spikerlik sınavını kazanarak TRT’ye kadrolu spiker olarak atandı ve bu kurumda beş yıl boyunca spiker ve Türk Müziği programlarında sunucu olarak görev yaptı. 1972’de Tıp Fakültesi’nden mezun oldu. 1973 yılında evlendi ve TRT’den ayrılıp Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Psikiyatri Bölümü’ne asistan olarak girdi. 1977’de uzman oldu ve 1982 yılına kadar öğretim görevlisi olarak çalıştı. 1982 yılında üniversitede doçent olmak üzereyken, tercihini hocalıktan değil, doktorluktan yana yaptı ve üniversiteden ayrıldı.

Gülseren Budayıcıoğlu, 2005 yılında yine Ankara’da, en büyük hayalini gerçekleştirerek Türkiye’nin ilk ve tek psikiyatri merkezi olan ve ülkemizdeki her kesimden insanın başvurabileceği ‘Özel MADALYON Psikiyatri Merkezi’ni kurdu. Yıllar süren birikimlerini toplumla paylaşmak amacıyla kitap yazmaya başladı. İlk kitabı “Madalyonun İçi” 2004 yılında basıldı. Budayıcıoğlu ülkemizde ve yurtdışında ilgiyle izlenen ‘İstanbullu Gelin’ dizisini “Hayata Dön” isimli kitabından televizyona uyguladı.

“İnsan iç dünyasıyla barışıksa yaşadığı acılar, çektiği ıstıraplar, karşılaştığı zorluklar onu zaman zaman çok yorabilir ama var olmaktan duyduğu hazzı elinden alamaz. Bu hazzın en önemli kaynağı ise sevgidir. Ne kadar çok seviliyorsanız o kadar mutlusunuz demektir…”

Dr. Gülseren Budayıcıoğlu