UNESCO’ya göre Yezd dünyanın en eskilerinden bir şehir.

UNESCO Dünya Mirası Listesi’ne girişi de bu yüzden: 2000 kerpiç Kaçar evi, hemen hemen her evin tepesinden yükselen badgirler (rüzgâr kuleleri), daracık, patika gibi sokaklar ve çöl atmosferi şehir merkezinin alamet-i farikası. Uzak bir tepeden bakacak olursak eğer, göreceğimiz bir badgir tarlasıdır, elbette.


Otobüs ile ilerliyoruz.

Bir kente varmak üzereyiz.

Ufuktaki bir serap...

Çölün ortası ve dev bir labirent

Hayal meyal bir görüntü

Göze gelen, toprak ile kumun yerden yukarılara doğru yükselişi

Gözlerimi ovalıyorum

Bu çöldeki bir kum fırtınası mı?

-         Hayır!

-         Burası YEZD!

 

 

İran’dayız.

Evler, kale surlarını andıran duvarlarla çevrili. Adeta bir gece öncesinde tasarlanıp alelacele kova-ve-kumla yapılı-verilmiş.

İsfahan, Tebriz, Şiraz veya Tahran gibi Pers kültürünün imbiğinden geçmiş, asırlar boyu süren bir imparatorluğun haşmetinden hayli uzaktayız.

Ülkenin tam ortalarındaki bir eyalet, başkenti de aynı adı taşıyor - Yezd.

Çöle uzanan patikaları, rüzgâr kuleleri ve gerçeküstü mimarisiyle 5.000 yıllık Yezd, İran’da kesinlikle görülesi yerlerden biri. Yezd en az Şiraz ve İsfahan kadar etkileyici, bir o kadar da farklı…

Masalsı bir hayal

Kavurucu çöl güneşi… Toprak-kum duvarlar, sürrealist bir manzara. Boş, labirent sokaklar. Kuleler... Mistisizm… Merakları dürten duvarlar ve o duvarların çatlaklarından, deliklerinden sızan ışık… Her dem yüksek duvarlar arasında yürüyorsunuz, tünellerden geçiyorsunuz bir kâşif edasıyla… Gizemle…

Girişindeyiz şehrin: Siluetine bakacak oluyorum.

Hayır! Olası değil! Öylesine masalsı bir hayal ki!

Game of the Throne’ dizisindeyiz adeta.

Bay of the Dragons’tayız belki de.

Şimdi, şu an üzerimizden bir ejderha uçacakmışçasına.

Kerpiç şehirde sokaklar yerine daracık tüneller… Kimi tünellerin üzerlerini kavurucu güneşten korumak amacıyla kapatmışlar. Evlerin pencereleri sadece iç avluya bakıyor, sokağa bakan cepheler ise sadece yüksek duvarlar şeklinde.

Evleri sur gibi çevreleyen yüksek duvarların hedefindeki, güvenlik değil, sadece güneşten korunmak. Yüksek duvarlarla kendilerine daha fazla gölge sağlayan yaşam alanları oluşturmuşlar, çaresiz.

Ve şehir siluetini, ‘rüzgâr kuleleri’ (“badgir” diye anılıyorlar) bezemekte… Zaten Yezd, Badgirler Şehri olarak da anılıyor. Bu terimi ilk kez duymuştum. Hâlbuki rüzgâr kuleler 5.000 yıl önce bu yörede keşfedilmiş son derece etkin geleneksel bir klima sisteminin “bacaları”. Rüzgârı nefes gibi eve çekiyorlar. Çöl şartlarının Yezd mimarisindeki yansımaları bunlar. Sokaklarda yürürken gözlerime görünen ev, sızan ışık, rüzgâr kulesi, kerpiç bir labirent...

Sadece bu kadar!

Belki, belki de arada bir görüntülenebilen, gizlenmiş yaşamını kanıksamış bir kadın ve çocuğu.

Zerdüştlerin başşehri

5.000 yıllık Yezd’in geçmişinde Med İmparatorluğu döneminde kentin adı Ysatis imiş. Daha sonra gelen Sasani İmparatoru I. Yezdigirt’in (632-651) günlerinde Yezd’e dönüşmüş adı. Sasaniler’in iktidarında Zerdüştlerin yoğunlukla yaşadığı yer olmuş. Arap istilalarını takiben Zerdüştlerin Yezd’e göçü daha da yoğunluk kazanmış. Günümüze kadar bu kent, Zerdüştlerin başşehri olup İslam’ın bu topraklarda yaygınlık kazanmasını zorlaştırmış.

Ünlü seyyah Marco Polo 13. yüzyılda buradan geçtiğinde, “Çok hoş, görkemli bir şehir ve ticaret merkezi” diye not düşmüş, seyahatnamesine. İki çöl arası zor ulaşılır konumu sayesinde Cengiz Han ve Timur’un gazabından kurtulmayı başaran kent, 14. ve 15. yüzyıllarda ipek, tekstil ve halı dokumacılığı ile gelişmiş. Muzafferiler döneminde başkent olmuş. İran’ın genelinde olduğu gibi Safevi dönemi sonrası düşüşe geçmiş ve merkeze uzak kalmış olsa da son Şah’ın demiryolu ağını Tahran’dan Yezd’e kadar uzatmasıyla tekrar eski günlerine dönmüş.

Ölüler Şehri Nekropolis

Kente girer girmez ilk uğrağımız Nekropolis:

Ölüler Şehri ve Yezd Sessizlik Kuleleri…

Asırlar boyu ölüler son yolculuklarına doğru buradan uğurlanmış. 1960’lardan beri aktif olarak kullanılmıyor olsalar da Zerdüştler için kutsiyet taşıyorlar. Sessizlik kuleleri, 10-15 metre yükseklikte, silindirik yapılar.

Zerdüştlükte dört ana element ateş, su, hava ve toprak kutsal olduğundan ölüler ne toprağa gömülüyor, ne de yakılıyor. Gömü yapma yerine Zerdüştler “sessizlik kulesi”nin terasında ölülerini sıra halinde yatırarak yırtıcı kuşlar tarafından yenmeye bırakıyorlar. Daha sonra kalan kemikler kulenin içinde depolanıyor. Böylece ölülerin toprağı kirletmediğine inanılıyor.

Zerdüştlerin ölü gömme töreleri o toprakta, o çölde, o halkın içinde hiç de yadırgatıcılık taşımıyor. Özellikle bütün önyargı giysilerinizden soyunarak çıktığınız bir keşif yolculuğunda iseniz…

Zerdüştlük demişken…

Başlangıçta Putperest, Animist veya Şaman idik…

Zerdüştlük, 3.500 yıl önce ortaya çıkan, dünyanın ilk tek tanrılı dini olarak anlatılıyor bizlere… İran nüfusunun sadece binde 3’ü Zerdüşt ve İran, şeriat kanunları ile sıkı yönetilen bir yer olsa da İran’da Zerdüştlük’e karşı ayrı bir saygı var çünkü Zerdüştlük, İran’ın aslî dini olarak addediliyor.

Anayasası uyarınca İran halkı dört inançla betimlenmiş: İslam, Yahudilik, Zerdüştlük, Hıristiyanlık…

Dünya dinleri çerçevesinde Yezd’i anlamak ancak Yezd’de mümkün!

Yezd Zerdüştlüğün en önemli merkezi…

Şimdilerin İran’ında yaşamış bir peygamber olan Zerdüşt (Zarathustra olarak anılıyor) Zerdüştlük dininin kurucusu olarak addediliyor.

Zerdüşt’ün M.Ö. 1200 yıllarında yaşadığı biliniyor. Zerdüştlüğe göre Ahura Mazda yüce tanrı ve yaratıcıdır. İyi ile kötü, yaşam ile ölüm veya aydınlık ile karanlık arasında sonsuz bir mücadele vardır. Evrenin iyi gücünü yani ışığı/doğruyu temsil eden bilge tanrı Ahura Mazda’dır.

Temel öğretisi, yüce tanrı Ahura Mazda ile kötülüğün temsilcisi Angra Mainyu arasında geçen kötülük, kaos, yıkıma karşı mücadeledir.

Zerdüştlük inancının önemli elementlerinden biri de ateş… Zerdüştlük felsefesinde su, toprak, ateş kutsaldır. Işık, ateş, aydınlık gibi kavramlar tanrıları Ahura Mazda’nın yansıması olarak görülür ve ibadet edilirken ateşe, güneşe veya aya doğru dönülür. Bu yüzden tarih boyunca ateşin hiç sönmeden yandığı ateş tapınakları yani ateşkedahlar inşa etmişler.

Ateşgede” Farsça bir sözcük olup İslamiyet öncesinde İran’da, kutsal ateşin içinde yandığı yapı ya da alana verilen isimdir. Ateşgede’nin bulunduğu yerin üstünün, örtülü bir mekân ya da bir yapı olma zorunluluğu yoktur. (Üstü açık özel bir kesim ya da doğal petrol sızıntısının yandığı bir alan da olabilir.) Bunlardan biri olan, Yezd’deki, içindeki ateşin sönmeden M.Ö. 470 yılından beri yandığına inanılan tapınağa uğramadan yola devam edemezdik.

Burası Ateşkedah…

Yezd’in şehir merkezinde, huzurlu ve iç açıcı bir bahçenin içindeki yalın bir bina... İ.Ö. 470 yılından beri yandığına inanılan ateşiyle bu Ateşkedah - ateş tapınağı, Zerdüştlük dinine inananlar için çok önemli bir inanç merkezi. Giriş holündeki küçük bir pencereden görülebilen, hiç sönmeden Milat öncelerinden bu yana yandığına inanılan bu ateş tapınağın din adamı tarafından besleniliyor. Ayrıca hemen yanında Zerdüştlük hakkında bilgi edinebileceğiniz minik bir müze de var.

Yahudilik ananeleriyle neredeyse paralel

İşte o etnografya müzesinde sergilenenler karşısında hayretler içinde kalıyorum. Gelenekler, giyim-kuşam, ölümün arkasından yaşanan matem evreleri, matemin 7. gününde sunulanlar… Hemen hepsi Yahudilik ananeleriyle neredeyse paralel… Zaten, Yahudilik ile Zerdüştlük konu olduğunda, hangi dinin “ilk” olduğu, birbirlerinden ne denli etkilendikleri ve zamandaşlıkları da tartışma konusu olabiliyor. Yahudilik-Zerdüştlük öncüllüğü konusunda, bu satırların yazarına düşen yegâne söylem ise, “aynı kaynaktan beslendikleri” olmalı!