Bu yazımda 50 yıllık Cannes Film Festivali serüveninde Steven Spielberg’i sinemanın “harika çocuğu” yapan Cannes duraklarından bahsedeceğim.

Spielberg’in kariyerine Cannes penceresinden bakarken, kendisiyle ilgili anılarımın dışında bir tek filmine odaklanacağım: Sinema tarihinin en etkileyici Holokost filmi olarak gördüğüm “Schindler’in Listesi” başyapıtına.

Steven Spielberg’i ilk kez 1970’li yılların başında Cannes’da gördüm. 25 yaşında iken çektiği ilk uzun metrajlı filmi “Bela / Duel”i takdim etmek için festival gelmişti. Bu kısa boylu, kara kuru, sakallı, gözlüklü, kasketli genç adam hakkında pek bilgim yoktu. Filmin basın toplantısında yanımda oturan, yol göstericim Tuncay Okan’a “Kim bu genç adam?” diye sormuştum. Batılı anlamda sinema eleştirisini Türk Basın hayatına kazandıran bu duayen gazeteci bana, “Ona sinemanın ‘dahi çocuğu’ diyorlar. Film çekmeye 12 yaşındayken 8 mm. kamerasıyla başlamış. Kısa metrajlı filmleriyle gerilim yaratmada çok usta” demişti.

Nitekim “Bela”, sürücüsünü hiç görmediğimiz dev bir kamyonun ölümcül kovalamacasından kaçmaya çalışan kendi halinde bir satıcının yaşadığı travmayı anlatan bir yol filmiydi.

Bu yazımda 50 yıllık Cannes Festivali serüvenimde Steven Spielberg’i “Sinemanın harika çocuğu” yapan Cannes duraklarını anlatacağım.

Spielberg’in kariyerine Cannes penceresinden bakarken sadece tek bir filmine odaklanacağım: Sinema tarihinin en etkileyici Holokost filmi olarak gördüğüm “Schindler’in Listesi” başyapıtına.

Spielberg Cannes’a 1974’te konusunu gerçek hayattan alan “Sugarland Express” filmiyle geldi. Kariyerinin en büyük başarısı olarak gösterilen “E.T.” 1982 Cannes Festivali’nin Kapanış Galasında yarışma dışı olarak gösterilmişti.

Meraklı bir uzay grubunun dünyaya yaptıkları bir gezide unuttukları bir yaratığı sahiplenen Elliot adlı çocuğun öyküsünü anlatan E.T. sinema tarihinin kült bilimkurgu filmlerinden oldu.

2008 Cannes Festivalinin Açılış Galasında yarışma dışı olarak gösterilen “Indiana Jones ve Kristal Kafatası Krallığı” ünlü serinin bir devam filmiydi.

2003’te Cannes Festivali organizasyon komitesinin uzun yıllarca kendisine teklif ettiği Jüri Başkanlığını nihayet kabul eden Steven Spielberg’i o yılların galalarının çoğunda jüri heyetini tanıttığı basın konferansında ve festivalin son cumasında yapılan Le Suquet’deki geleneksel basın davetinde gördüm.

Etrafına karşı her daim kibar ve mütebessim olan Spielberg’in en önemli özelliği çekingenliği... O yıl Les Ambassadeurs salonundaki bir davette karşılaştığı belgesel yönetmeni Claude Lanzmann’ın şaşırtıcı tepkisine maruz kaldı. Spielberg kendisinden yaşça büyüğüne hürmette kusur etmeyip, eleştirileri sineye çekmekle yetinmişti. Lanzmann, resepsiyonda karşılaştığı Spielberg’e herkesin ortasında, “Seni bir Yahudi olarak affetmeyeceğim. ‘Schindler’in Listesi’ filminde bir Alman olan Oscar Schindler’i yüceltmen yanlış bir tutumdu. Kendisinin Yahudileri kurtarmaya çalışması durumu vahametini azaltmıyor” demişti. Spielberg suratına maske gibi yapışan tebessümüyle suçlamalara yanıt vermemiş, saldırıyı sineye çekmişti.

Cannes’daki galalarda Spielberg’i, filmin aktrislerinin dışında eşleri olan iki kadınla gördüm. Birincisi aktris Amy Irving’di. İkincisi 1991’de evlendiği ve kendisine 5 çocuk veren, yine aktris Kate Capshaw’dı. Her iki eşinin kariyerlerinde bir Spielberg filmi yok.

Bir “Schindler’in Listesi” anım

“Schindler’in Listesi” 1994’te aday gösterildiği 12 Oscar ödülünden yedisini kazanmıştı. Bunların içinde En İyi Film, Yönetmen ve Senaryo Oscar’ları da vardı. Bizde bir yıl sonra vizyona giren bu film hakkında benim unutamadığım bir anım var. Filmi Harbiye’deki As Sinemasında izlemiştim. Filmin finalindeki mezarlık sekansından ve John Williams’a Oscar kazandıran müziğinden son derece etkilenmiştim. Sinema salonundan çıkarken Itzhak Perlman’ın Boston Senfoni Orkestrası eşliğindeki keman solosunun melodilerini mırıldanırken gözyaşlarımı tutamıyordum. Yağan yağmura rağmen yarım saat mesafedeki evime vardığımda hala ağlıyordum. Kapıyı açan kızlarımı, duruma anlam veremedikleri için çok korkutmuştum.

“Schindler’in Listesi’ notları

Kısaca özetlemek gerekirse “Schindler’in Listesi”, Oskar Schindler adlı bir Alman işadamının II. Dünya Savaşı zamanında Polonya’da kurduğu fabrikada Yahudi işçileri çalıştırması ve bu sayede 1.100 Yahudi’nin hayatını kurtarmasını anlatıyor.

Spielberg, filmi finansal bir beklenti içinde olmadan çekmeye karar vermişti. Filmin kazanacağı parayı “kanlı para” olarak tanımlayan Spielberg, parayı Holokost’u anmak için kendisi tarafından kurulmuş Shoah Vakfı’na bağışlamıştı.

Filmi çekmeden önce Spielberg Polonya’ya gidip Schindler’in kendi dairesini, Amon Goeth’in villasını ziyaret etmişti. 92 günlük çekimler, bölgedeki terkedilmiş bir taş ocağında yapıldı.

Goeth’i canlandıran Ralph Fiennes bu rol için 13 kilo aldı. Soykırımdan kurtulanlardan biri olan Mila Pfefferberg ile tanıştırıldığında, yaşlı kadın Goeth’i hatırlattığı için kontrolsüzce titremeye başlamıştı.

Filmin haklarının sahibi olarak Spielberg projeyi hayata geçirmesi için Roman Polanski’ye teklif götürmüştü. Zira Krakow’da yaşamış, annesini temerküz kampında kaybetmiş, kendisi kaçmayı başarmış Polanski, hikâyeyi çok kişisel bulduğu için filmi çekmeyi reddetmişti. Martin Scorsese ve Sydney Pollack da teklifi reddedince filmi Spielberg çekmişti.

Filmin siyah-beyaz olmasını Spielberg ile görüntü yönetmeni Janusz Kaminski istemişti. Film o güne kadar çekilen en pahalı siyah-beyaz film olmuştu. Filmdeki tek renkli görüntü kamptaki kızın kırmızı mantosuydu. Gerçekte yaşamış Roma Ligocka adlı kız Soykırım’dan kurtulanlar arasındaydı.