Nazê, Bir ‘Göçüş’ Öyküsü”, İrfan Aktan´ın, babaannesi Nazê ile yaptığı bir sözlü tarih çalışması...



10 Kasım 2019 tarihinde Ulus Özel Musevi Okulu’nda düzenlenen LİMMUD konuşmalar dizisinin konuşmacılarından biri de gazeteci-yazar İrfan Aktan’dı. Aktan konuşmasında, bir Kürt Yahudisi olan babaannesi Nazê’nin hayat hikâyesinin özelinde, Türkiye’nin Güneydoğusu’ndan Irak ve İran’a kadar uzanan geniş bir coğrafyada yaşanmış bir döneme ışık tuttu. Akre (Irak) ve Yüksekova (Hakkâri) yerelinde yaşanmış olan, sosyo-kültürel ve demografik dönüşüme zemin hazırlanmış olaylar, Nazê’nin odağında yeniden konuşuldu.

İrfan Aktan’ın konuşmasının temeli 2005 yılında, İletişim Yayınları’ndan çıkan, “Nazê, Bir ‘Göçüş’ Öyküsü” adlı çalışmasına dayanıyor. Aktan’ın kitabı, o yıl 104 yaşında olan babaannesi Nazê ile yaptığı bir sözlü tarih çalışması... Kitap daha sonra, Ümit Kıvanç’ın yönetmenliğinde çekilen bir belgesel filme de dönüşüyor. Film 2006 yılında İstanbul Film Festivali’nde gösteriliyor. Kitabın, bir sözlü tarih çalışması ürünü olması son derece ilgi çekici… Böylece çok dinli, çok kültürlü, çok dilli bir coğrafyanın geçmişinin içine yaşamı sokarak sınırlarını bozuyor, genişletiyor. Bu nedenle de tarihsel boşlukları doldurmanın ötesinde bir öneme sahip. Nazê’nin izinden giderek Iraklı Kürt Yahudilerini tanıyarak başlayalım.

Iraklı Kürt Yahudileri

Yaklaşık olarak 1950 yılına kadar Irak’ın geneli önemli bir Yahudi yerleşim bölgesi olarak öne çıkıyor. Aktan’ın Avraham Ben Yaakov’dan aktardığı bilgilere göre, İsrail Devleti’nin kuruluşuna kadar 146’sı Irak bölgesinde, 19’u İran’da, 11’i Türkiye’de, 11’i de bugün Rojava olarak da bilinen bölgede olmak üzere 187 Kürt Yahudi topluluğu bulunuyor. Kesin sayı bilinmese de ortalama olarak 20.000 ila 30.000 arası bir nüfuslarının olduğu düşünülüyor. 1947 yılında Erbil’de 3.109, Kerkük’te 4.042, Musul’da 10.345, Süleymaniye’de 2.271 Yahudi yaşıyor. Bölge Yahudilerinin İsrail’e göçü, takriben üç veya dört seferde oluyor.

Aktan’ın, Erich Brauer’in kendi alanında en önemli kitaplardan biri olan antropolojik çalışması Kürdistanlı Yahudilerden aktardığına göre, çok kapalı bir toplum olan Kürt Yahudi toplumunun, temsilciler aracılığıyla Filistin ile ilişkileri her zaman oluyor. Vergi (para toplamak) için ve dinî kuralları uygulamak için Filistin’den düzenli aralıklarla Kürt Yahudi toplumuna mesajlar geliyor. Bu temsilcilerin toplum üyeleri tarafından büyük bir heyecanla beklendiği biliniyor. Boşanma vb. konular gibi çeşitli ihtilafları kendi aralarında çözemedikleri zaman temsilcilere ihtiyaç duyuluyor.

1935’den sonra, İsrail Devleti kurulduğu zaman bölgede Yahudilere yönelik çeşitli tutuklumalar başlıyor. Fakat bu tutuklamalar çok uzun sürmüyor. Genel kanıya göre, Yahudilerin Irak’ta sorun çıkarmayacakları ve gitmeye istekli oldukları için önleri açılıyor. 1950-1951 yılları arası Irak’tan (Kürt Yahudiler dâhil) 125.000 kişi hava yoluyla İsrail’e göç ediyor. Bu tarih Kürt Yahudileri için bir anlamda kırılma noktası oluyor. Kürt Yahudileri, İsrail’in yaşam koşullarına uyum sağlamaya çalışırken kısa sürede asimile oluyorlar. Pek çok Yahudi topluluğundan farklı olarak arkalarında kendi tarihlerini, kültürlerini, geleneklerini anlatan yazılı belge bırakmıyorlar.

Nazê’nin Hikâyesi

İrfan Aktan’ın babaannesi Nazê’nin hikâyesi 1800’lerin sonu, 1900’lerin başına dayanıyor. Nazê, Musul’a yakın Akre kasabasının en önde gelen Kürt Yahudi ailelerinden birinin kızı olarak doğuyor. Babası İsmail zehirlenerek öldürüldüğü için annesi, iki erkek kardeşi ile birlikte amcasının evinde yaşıyorlar. Nazê’nin amcası Xace Xıco oldukça varlıklı, bölgenin ileri gelenlerinden bir bey.

Hikâyenin diğer kahramanı Aktan’ın dedesi Halit Bey. Halit, Hakkâri Yüksekovalı, bir kısmı Irak’ın Duhok kentine kadar uzanan Doski aşiretinden bir bey. Doski aşireti bölgenin önemli Sünni-Müslüman aşiretlerinden. Doski aşiretinin büyük bir kısmı, dönemin etnik ve dinî olaylarından dolayı kaçarak Irak’a yerleşiyor. Bu göç sırasında Halit Bey’in on bir kardeşi vebadan ve kıtlıktan hayatını kaybediyor. Bu hastalık ve yokluk yılları sadece Halit Bey’in ailesini etkilemiyor. Aşiretin önemli bir kısmı olumsuz koşullardan dolayı hayatını kaybediyor. Annesi Mavi Hanım ile aşiretten koparak Musul’a yakın Akre’ye yerleşen Halit Bey’in hikâyesi bundan sonra başlıyor. Nazê’yle yolları burada kesişiyor.

Halit Bey’le Nazê’nin yolları kesişiyor

Akre’de, Nazê’nin amcası Xace Xıco’nun lideri olduğu önemli bir Kürt Yahudi topluluğu var. Son derece varlıklı oldukları, güzel evlerde yaşadıkları, nüfuzlu oldukları biliniyor. Öyle ki, Nazê’nin verdiği bilgiye göre amcası Xace Xıco, aynı zamanda mebus… Xace Xıco ailesi, kendilerini Müslümanların saldırılarından (kız kaçırma vs.) korumak için son derece içine kapalı yaşıyor. Aile pikniğe giderken de, gündelik hayatını sürdürürken de korumalar tarafından önlem alınıyor. Yine de bu güvenlikli hayatın seyri Hevizar adındaki hizmetçiyle değişiyor.

Hevizar, Halit’in aşiretinden, Yüksekovalı, Sünni Müslüman bir kadın. “Her kim bir Yahudi’yi Müslüman yaparsa cennete gidecek” söylencesinden dolayı Nazê ile yakından ilgileniyor. Ona sık sık akrabası Halit’i anlatıyor; uzun boylu, yakışıklı, varlıklı, Hakkâri’de geniş toprakları var, çok iyi ata biner, çok iyi silah kullanır… Nazê, o sıralarda on üç-on altı yaşında bir çocuk. Bütün bu anlatılanlara inanıp bir gün Halit’le kaçıyor. O gün ilk defa Akre’nin dışına çıkıyor. Halit’in kendisine anlatıldığı gibi varlıklı olamadığını, atının ve parasının olmamasından dolayı anlıyor. Pişman oluyor. Halit Bey bunun üzerine “Geri dönersen, seni öldürmek için sadece göğsüne bir kurşun harcarım” diyor.

Nazê o günleri şöyle anlatıyor; Kürtlerle aramız çok iyiydi. Ben hiç kavga ettiklerini hatırlamıyorum. Ama bir kız kaçırılıp Müslüman yapılınca kıyamet mahşer günü olurdu. Çünkü bizimkiler hiçbir zaman bir Müslüman kızı kaçırıp Yahudi yapmazlardı. Ama oradaki Müslümanlar bunu yapmak için tilki gibi kurnazlıklar yaparlardı.” Bir Yahudi ailenin kızının, mülteci bir Müslüman tarafından kaçırılması Akre’de çok tepkiyle karşılanıyor. Halit ve Nazê’nin peşinden, amca Xace Xıco silahlı adamlar yolluyor. Fakat başarısız oluyorlar.

Nazê pişman da olsa, Halit ile beraber Yüksekova’ya yerleşiyor. Zor koşullarda hayatlarını sürdürüyorlar. Bir yandan yokluk, yerinden yurdundan ayrılmanın verdiği zorlukla boğuşan Nazê, diğer yandan da kayınvalidesi Mavi Hanım’ın zulmüne maruz kalıyor. Halit Bey, sık sık İran’a, Irak’a gittiği için Nazê ve Mavi uzun süre baş başa kalıyorlar. Nazê’nin Yahudiliğini hiçbir zaman kabul etmeyen Mavi Hanım, ömrünün son günlerine kadar Nazê’ye sözlü ve fiziki şiddet uyguluyor. Ona sık sık, “Sen bizden değilsin, sana kanım ısınmıyor” diyerek hakaret ediyor. Ölüm döşeğindeyken Nazê’den af diliyor Mavi. Hatta oğlunu yanına çağırıp, ona söz verdiriyor. “Bu kadına asla dokunmayacaksın. Dövmeyeceksin. Yoksa sütümü helal etmem” diyor.

Hayat akıp giderken Halit Bey, Hakkâri hapishanesinden 12 kişiyi kaçırmakla suçlanıyor. Köy meydanında işkenceye tabii tutuluyor. Daha sonra tutuklanıyor. Bir şekilde kefaretle serbest kalıyor. Bu olaydan sonra Nazê ve Halit İran’a kaçıyorlar. Bir süre orada gizleniyorlar. Bu sırada çok ilginç bir şey oluyor ve Nazê geride bıraktığı ailesinden biriyle karşılaşıyor. Bu kişi Nazê’ye geri dönme çağrısı yapsa da başarısız oluyor. Nazê ömrünün sonuna kadar Halit Bey’in eşi olarak kalıyor ve bir Müslüman olarak ölüyor.

“Babaannemin Yahudiliği sır değildi…”

Nazê’nin Yahudiliğinin gizlenip gizlenmediği konusuna da açıklık getiren Aktan, bu durumu şöyle ifade ediyor: “Babaannemin Yahudiliği sır değildi. Herkesçe bilinirdi. Bunun kanımca iki sebebi vardı. İlki, dinî ritüeller farklı olsa bile, kültürel olarak bir fark yoktu. Üstelik Kürtçe konuşuluyordu. İkinci sebebi ise babaannemin Yahudilikten Müslümanlığa döndürülmesi bir ‘başarı’ kabul ediliyordu.”

İrfan Aktan’ın “Nazê: Bir ‘Göçüş’ Öyküsü” kitabı

Son on beş-yirmi yılda kimlik ve buna bağlı olarak tarihsel sürece yönelik ilgi artmaya başladı. İrfan Aktan’ın “Nazê: Bir ‘Göçüş’ Öyküsü” kitabı da kimlik ve bellek çalışmalarına önemli bir katkıda bulunuyor. Nazê’nin tarihle kurduğu diyalog, sadece Akre-İran-Yüksekova coğrafyasına ilişkin ayrıntıları ifade etmiyor. Aynı zamanda belleğin doğrusal olmadığı, kendisine ait bir iradesi olduğunu yeniden ortaya koyuyor. Öyle ki, ömrünün uzun bir dönemini Yüksekova’da geçiren Nazê, bu bölgede yetişen ürünler hakkında bilgisinin olmadığını söylerken, Akre’nin meyvelerini, sebzelerini, o bölgede yetişen her bir ürünü ayrıntılarıyla hatırlıyor. Bu duruma verilecek yanıtı ise çoktan hazır; “Ne bileyim. Ben burada doğmadım.”

Dilerim ki, var olan tanıklıklar üzerinden uzun süre göz ardı edilen, konuşulamayan, anlatılamayan, itiraf edilemeyen her şey üzerinde yeniden düşünülür. Geçmişte yaşanan acı olayların yarattığı travmalarla toplumun kenarına itilmiş insanların hikâyeleri daha çok gün yüzüne çıkar.