Dünya gezegeninin bir yurttaşı, şair, yazar, besteci, aktör, yapımcı, yönetmen, psikoterapist, filozof… Tocopilla’da, Şili’de doğdu. Ve 90 yaşında!

Gerçek ile gerçeküstücülük arasında ince bir bağ kuran Alejandro Jodorowsky görsel imgeleri incelikle kullanmasıyla ve onlara yüklediği anlamlarla, izleyenlerini sürekli şaşırtan sıra dışı filmleri yönetti, çok sayıda da çizgi romanın yazarı…

Tüm yapıtları ve çalışmaları ile birlikte, asıl varlık nedeni olarak “İnsan olmanın ne denli yapıcı” olduğunu savunan Alejandro Jodorowsky; García Márquez, Vargas Llosa, Jorge Luis Borges, Julio Cortázar, Carlos Fuentes veya Pablo Neruda gibi 50’li yılların Latin Amerikalı yazarlarından biri mi? “Hayır” diye yanıtlıyor Jodorowsky, “Ben daima apolitik oldum. Politikada devrime hiç inanmadım, benim bildiğim şiirsel devrim ise amacından saptı; ekonomi ve sanayi mafyasına mensup hırsızlar tarafından yönetiliyoruz.”

Gezegenimizde toplumlar

İçinde yaşadığımız toplum şiddet içermese de olan biteni işin özüyle birbirinden ayırmak gerektiğini savunuyor, Jodorowsky:

Kendileri farkında olmasalar da insanlar şekillendirilmiş varlıklar. Cehaletten mustaribiz. Gerçeklikten uzak geometrik kalıpları olan, mantığı dayanak alan bir toplumda yaşayan organik varlıklarız.

Bana kim olduğumu sorarsanız, ‘Bilmiyorum,’ derim; çünkü varlığımı tanımlamak beni bir kalıba sokma tehlikesini taşır. Kendime inanıyorum - karşımdakine inanıyorum.

Fakat kimilerinin daha çok sınırlanmaları var, kimisinin daha az. Şayet her şey yanılsama ise, o zaman yapmamız gereken, en güzel yanılsamayı arayıp yaşamak.

İfade gücü anlamında devasa bir değişimin eşiğinde olduğumuza, hani neredeyse kurgu bilim olanı yaşamaya başladığımıza, insanlığın evrimleşme içinde olduğuna inanıyor, Jodorowsky. Ve sonuçta, gerçekte asıl olduğumuz şekle dönüşeceğimize…

Ona göre, evren bizi bir amaç için yarattı - şans eseri olmadığını umuyor.

Evreni betimlemeğe şöyle devam ediyor:

Evrenin menşei bilinçtir; evrensel bilinci geliştirmek için çabalıyoruz. Değişim tamamlandığında bütün kozmos bilince sahip olacak.”

Kötülük ne zaman mı ortaya çıkıyor? İşte yanıtı:

İyilik unutulduğunda kötü ortaya çıkar!

Halk kültürü

Jodorowsky, halkın kültür değerlerine de karşı, çünkü ona göre folklor, kendi içinde bazı gerçekler taşısa da çürümüş mistik bir gelenek. Zamansızlıkta bir dünya vatandaşı olarak içinde bulunduğu coğrafyanın, sahip olduğu kültürün, Yahudiliğiyle ilişkili olması hayli mümkün...

Ya zamansızlık? Yaşı?

Yaşımın bünyesini taşımıyorum ve yaşıtlarım gibi davranmıyorum…

Benim işim maneviyat ile, ruhumun ırkı veya ulusu yok. Ben bir ET’yim,[1] yaşı olmayan...”

Kendini işte böyle nitelendiriyor Alejandro Jodorowsky! Şili’de doğdu, hayatının önemli bir bölümünü Şili’de geçirdi, orada ergen oldu.

Şili’de Pinochet[2] devrinde feci olaylar gerçekleşirken, bir şair idim. Kökenlerimdeki Yahudiliğe özlem duymama sebep olan o olaylar…”

23 yaşında iken doğduğu toprakları terk ederek Fransa’ya gitti.

Savaş yıllarında Şili antisemit idi

Jodorowsky: “Latin Amerikalı Yahudileri yazdım.”

Neden mi?

Çünkü Latin Amerika özünde antisemit! Mesela benim doğduğum, yaşadığım Şili’nin yarısı kadarı savaş yıllarında Nazileri destekledi. Savaş ertesinde sayısız Alman, Şili’nin güneylerinde sığınak buldu.”

Şili antisemit bir ülkeydi ve O, bunu kaleme alma cesaretini gösterdi. Tabii ki, eserleri iyi satmadı, çünkü sisteme karşıydı! Hem bir ET - bir dünya dışıymışçasına… Hem de avangart bir doğa taşırken! Aynen zamanının Samuel Beckett’i veya Eugene Ionesco’su gibi…

Lâkin ABD ve İngiltere’de Jodorowsky’nin yapıtlarının ‘büyülü gerçekçilik’ olarak nitelendirilmesi onun hiç de umursadığı bir konu değil.

Özellikle film yapımcılığım esnasında gerçekçi bir sihir yapıyorum,” diyor.

Neden mi Fransa?

Çünkü Şilili ressam Roberto Matta orada yaşadı ve öldü. Kendisi, Fransa’da başarı kazanmanın kolay iş olduğunu söylemişti,” diyerek soruyu yanıtlayan Jodorowsky ise ancak 50 yıl çabaladıktan sonra başardı, ünlü oldu ve Fransız Hükümeti tarafından -dünyaya Fransız kültürünü tanıtmış olduğu için- bir madalya ile onurlandırdı.

Sadece 50 yılımı aldı,” diye vurguluyor Jodorowsky.

Adeta bir kütüphanenin içinde yaşayan Şililinin, lisanlarla arası da hayli ilginç… İtalyanca, Fransızca, İspanyolca okuyor.

-          Hangi lisanda düşünüyor?

Önce İspanyolca, sonra Fransızca, sonra da İngilizce!

-          Ya rüyalarındaki sohbetleri?

Tabii ki, İspanyolca, bazen de Fransızca.

-          İspanyolcası Şili aksanında mı?

Hiçbir ülkenin aidiyetini taşımıyor. 50 yılı aşkın süredir Latin Amerika’nın dışında yaşıyor. Diller yaşar ve değişim içindedir. Uzağında kalındığında günceliyle, argosuyla tanış olmak mümkün mü?

Ana dilini, İspanyolcasını her gün yazdığı şiirleriyle muhafaza ediyor.

Şiir ama hangi dilde?

Film veya tiyatro yapımcılığı veya yazarlık… Hangisi olursa olsun hepsinin temelinde Jodorowsky’nin şiiri yatıyor. Onun için sanatın güzellik arayışı olan şiiri, aynen bir ressammışçasına yazıyor:

Başı ve sonu olmayanı, ebedi sonsuza ulaşmayı arzularız. Beynimizin en çok yakalayabildiği güzelliktir.”

…Ve şöyle devam ediyor:

Şiirimi yazar, karşısına geçer bakarım, sonra onu kenara koyarım. Bir süre sonra tekrar dönerim, ona. Defalarca üzerinde çalışırım. Ruhumun hayatta olduğu duygusunun eşliğinde yanı başımda sayısız sözlük ile…

Lisan ruhtur! Egonun ruhu; çünkü özümüzün, temel varlığımızın lisanı yoktur. Egom İspanyol ve çok da canlı - yani İspanyolca benim lisanım!

Bir tasavvufum ben - “şey”i arıyorum. Dinî anlamda değil, Tanrı adını verdiğimiz o adsız varlıkla çalışmak anlamında… Kelimeler ve lisanlar da bunun aracı. Belki de geçmişin, haham olan atalarımın mirasını taşıyorum.”

Anne ve babası

Ukrayna’dan Şili’ye göç etmiş Yahudi asıllı anne-baba Jodorowsky’ler, birbirlerinden nefret ederler, aralarında (oğullarına asla öğretmedikleri) Yidiş[3] konuşurlardı, daha doğrusu haykırırlardı. Kuvvetle muhtemel ki, sözlerinin anlaşılmaması için!

Heyhat, Alejandro’nun dimağında birer sarkaç gibi yer etmiş olanlar, sadece ebeveynlerinin kullandığı lisanın hakaret içeren sözcükleri.

Yahudi olduğu halde bunu ağzına almayan, daima ‘Rus olduğunu’ söyleyen babasından şöyle söz ediyor, Jodorowsky:

Ona göre Tanrı yoktu - insan sadece ölür ve çürürdü. Hepsi bu kadar! Babam bir Ateist - bir Stalinist idi. Evimizde tek bir bayram kutlanmazdı. Elinden geldiğince asimile olmuştu. Ulus veya inanç temelinde hiçbir dayanağım olmadı. Babam dine, her şeye karşı idi. Beni, yaslanabileceğim herhangi bir metafizikten mahrum etti.

Laik ya da dinsel Yahudi edebiyatı, kütüphanesinin bir bölümünü oluşturuyor. Aynen Çince, Japonca veya Arapça gibi… Aynen büyü veya felsefe kitapları gibi...

Bazı eleştirmenler onu Yahudi geleneğine sahip bir yazar olarak addediyorsa da, Jodorowsky kendi geçmişinin arayışına da giriştiğini anlatıyor:

Anne-babam birbirinden öylesine nefret etmişlerdi ki, ailemin geçmişle tüm bağlarını yok saymışlardı. Geçmişe ait bilgi parçacıklarını uç uca getirmek zorunda kaldım. Onlara ilişkin bir şey bulamadığımda yüzümü tarihe çevirdim. Örneğin, Yahudilerin İspanya’yı terk etmeleri… Veya Rusya neden Yahudileri kovdu? Çok çalışmam ve araştırmam gerekti.

Her yazar gibi yapıtlarında kullanacağı karakterleri araştırarak, kazıyarak inceledi.

‘Tanrı var mı’ sorunsalı

Alejandro Jodorowsky:

İsterseniz bunu kendimde ve herkeste gördüğüm ‘yaratıcılığın prensibi’ olarak algılayın ama

Tanrı, varlığın ötesinde. Tanrı’ya inanmıyorum - O’nu hissediyorum. Bu engin evrenin yaşam içeriğini, kapsadıklarını görmemek aptallık olur. Tabii ki, bir yaratıcısı var.

Örneğin Orta Çağ’ın en büyük Yahudi düşünürlerinden (İspanya’nın Cordoba kentinde doğan) Maimonides, ‘A Guide for the Perplexed’ (Kafası Karışıklara Rehber) adlı yapıtında, ‘Tanrı, hakkında hiçbir şey söyleyemeyeceğiniz bir şeydir - yani onun hakkında söylenecek bir şey yok!’ demiştir.

Aynı şekilde 19. yüzyıl büyük Hindu tasavvufu Ramakrishna’ya Tanrı’ya inanıp inanmadığı sorulduğunda, ‘Yok’ demişti, ‘çünkü onu tanımıyorum’…

Tanrı’dan söz etmek için sözcükler kullanılıyor, ancak Tanrı, içinde kozmik sınırsızlık barındıran bir duygudur.

Sonra akla gelen diğer sorunsallar:

Yaşamımız tamamen özgür mü?

Yoksa öncesinden belirlenmiş bir yaşam mı sürdürüyoruz?

Çarpıcı söylemiyle Şili asıllı düşünür Jodorowsky’nin yanıtı:

Toplumumuzda hiç kimse özgür değil. Hepimiz ekonominin köleleriyiz. Borç içindeyiz. Para kazanarak yaşıyoruz. Dolar, ilahımız oldu. Her şeyimiz bankaya giriyor - vergilendirilme bahanesiyle hesaplarımıza ve kim bilir daha nelerimize casusluk yapılıyor. Özgürlükten nasıl söz edebiliriz ki?

Özgürlük, hepimiz özgür olduğunda gerçek olabilir. Bu da bana bir Yahudi atasözünü anımsatıyor: ‘Mesih bir kişi değil. Mesih tüm insanlığın aydınlandığı zamandır!’”

Maimonides’e göre - Tanrı yegâne hakiki varlık!

Jodorowsky’e göre - Hiçlik de imkânsızlık da mevcut değil! Bunlar sadece zihin durumları…

Tarot[4] & Tweet’leri

İki hocası, hatta iki büyükbabası olduğunu söylüyor Alejandro…

Biri Eliphas Levi[5], öbürü de Gurdjieff[6]. Büyü kavramını yeniden etkinleştiren Levi, geleceğindeki Gurdjieff’in habercisiydi. Onun için konu sıradan büyü değil, içsel bilginin arayışıydı.

Okült bilimci Eliphas Levi’nin eserlerine, büyüye ve benzeri konulara daldığımda, tarot benim için optik bir lisan oldu. ‘İnisiyasyon’umu[7] gerçekleştiren Kabala uzmanları buldum.”

Yahudi mistisizmi Kabala ile tanış oldu.

Paris’te Tarot okumayı öğrendi.

New York, Modern Sanat Müzesi’nde, ziyaretçilerin gelecekleri ile ilgili Tarot kartları okumaları yapıyor.

Aynı esnada bütün dünyadan milyonlarca insan ile iletişim içinde - Twitter sayesinde. Jodorowsky için Tweet’leri de sanatsal bir ifade tezahürü, tümceler, şiir, edebiyat, felsefe içeriyor…

ABD’de Tweet’lerini kapsayan iki kitabı da yayınlandı - 365 Bilgelik Tweet’i ve 365 Aşk Tweet’i

Dipnotlar

[1] ET, Extra Terrestrial, dünya dışı anlamında.

[2] Augusto Pinochet (1915 – 2006) 1973 yılından 1990’a kadar Şili’yi dikta rejimiyle yöneten general. 1973-1998 senelerinde Şili Ordusu Başkomutanı ve 1973’ten 1981’e kadar Şili Cunta Hükümeti Başkanı.

[3] Yidiş, yaklaşık 100 yılı aşkın bir süre Avrupa’da yaşayan Aşkenaz Yahudilerinin kullandığı dil. Almanca kökenli, İbranice, Aramca, Latince ve Slav dillerinden unsurların karışması ile zaman içinde ortaya çıkmış Cermen kökenli müstakil bir lisan.

[4] Tarot Ortaçağın sonlarına doğru ortaya çıkmış, 78 karttan oluşan bir oyun kartı destesi. Zamanla psikolojik destek amaçlı olarak kullanılmaya başlamış, günümüzde ise kehanet ve fal ile güncelliğini korumakta.

 [5] Eliphas Levi Zahed (1810-1875), asıl adı Alphonse Louis Constant olan ünlü Fransız okült bilimcinin takma adı. Levi törensel 2maji’nin (sihrin) babası olarak nitelendirilmekte.

[6] Georgi Ivanovich Gurdjieff (1866-1949) İnsan mekanizmasının çözülmesi ve insanın uykudan gerçeğe uyandırılması konusunda önemli çalışmalara sahip tasavvuf ve ruhani bir öğretmen, guru ve yazar. Ermenistan’da doğdu, çocukluğu Kars’ta geçti.

 [7] İnisiyasyon - erginleme anlamında olup bireyin ruhsal (spiritüel) gelişimi için, ruhsal tesiri alıp aktaran bir üstadın sürekli kontrolü altında, bir düzen ve disiplin içinde, sınavlara dayalı tarzda, metodik olarak eğitimi şeklinde tanımlanmaktadır.

Kaynakça

https://lithub.com/alejandro-jodorowsky/

https://wannart.com

www.youtube.com/watch?v=S8U9ldNZPIk

 ALEJANDRO JODOROWSKY: BİLİNÇ & BİLİNÇDIŞI

Yaşamım boyunca, bilinci geliştirmeye uygun yöntemleri ve araçları bulmanın zorluğunu yaşadım. Buradaki temel sorun, herkesin farklı bilinç seviyelerine sahip olmaları. Bunun da basit bir nedeni var. Bizler ikili varlıklarız: Bilinçli zihinlerimiz, “bilinç dışımız” denilen denizde, okyanusta yüzen küçük gemilere benzer. Bu bilinç dışılık denizine yakın olmak kahramanca - efsanevi bir iştir: kendini tamamen tanımak demektir. Çok az kişi bu savaşın üstesinden gelebilir. Çünkü hepimiz kendi bireyselliğimize bağlıyız.

Bize bir ad verilmiştir, bir aileye ait olan psikolojik sistemde geçmişin tekrarı şeklinde doğmuşuzdur.

Bir toplum yasalarımızı, inançlarımızı oluşturan dil ve kültür ile iz bırakır bizde.

Oysa tüm bunlar geçmişe aittir.

Peki, nasıl ilerleyeceğiz?

Bunu başarmak için kendimize bakacak, kendi üzerimizde çalışacak cesarete sahip olmalıyız.

Üç ihtimal veya seçenek olası:

1- Kendimizi bir anda bir rüyada veya başka bireyin içinde buluveririz. İçinde bulunduğumuz durumu kavrar, ani bir aydınlanma yaşarız.

2- Çalışmaya başlayarak okuruz, tekrar okuruz, dua ederiz, çalışırız... İzlediğimiz yol bu olur! Bu şekilde çalışır, sonunda da onu buluruz.

3- Yukarıdakileri başarmış birini buluruz, o da bize yardımcı olur.

Zihin nereden geliyor?

İlkelerimizi genişlettikçe zihnimizi ve bilincimizi genişletiriz.

Neden?

Çünkü ‘olduğumuz şeyi olma’ ve ‘başkalarının bizden istediği şey olmama’ özgürlüğünü kazanmak için.

Durum gayet basit:

Aile, bir klan, yakın bir birlik yapan topluma bağlıdır.

Bu yüzden bir klana ait olan bir insanın en büyük korkusu sürgün edilmektir.

Aile şöyle der:

“Değişirsen bizim bir parçamız olmazsın. Yani değişirsen seni sevmeyiz.”

Erken çocukluktan itibaren, ailemizin bizim için yaptığı tahminler, çizdiği yollar, yaptığı planlar zihnimize işler. Yeni bir şeyler arayarak bu beklentilere ihanet edersek sevgisizlikle karşılaşacağımızı, en nihayetinde de klanımızın korumasını kaybederek cezalandırılacağımızı ve sürgün edileceğimizi hissederiz.

Çoğu kişi, adına bağlıdır. Tıpkı milletine, diline, fikirlerine, dinine ve ona miras kalan politik görüşlerine bağlı olduğu gibi...

Bunu değiştirmek için her şeyi çözümlememiz şart!

Tıpkı kimya gibi: Bu, gerçek EGO’muza ve gerçek benliğimize ulaşmak için elimize geçen her şeyin merkezinde bulunan bir ayrıştırma işidir, çünkü bizler kendi hakikat algımızda yaşamayız, “yanlış” bir EGO’yla yaşarız.

Henüz annemizin rahmindeyken bir kostüm giyeriz ve bazen bu kostüm işe yarar, sonralarındaysa bir hapishane olur.

Şayet çevremizi saran tüm olumsuz imgelerden arınırsak geriye bir elmas - ailemizden bize bir hazine kalır: Bize duyumsadıkları doğal sevgi.

Seviliyoruz.

Bunu sonrasında keşfediyoruz.

Biri şöyle demişti bana: “Kendini bulduğunda, dünyanın gerisinden yalıtılmış olursun.”

“Kendin” olmazsın aslında, “kendimiz” oluruz.

Bireysellikten ayrı olarak insanlığa geçmemiz gerektiğini söylüyorum. İnsanlığı düşünmek, birey olarak düşünmekten çok farklıdır.

Birey olarak benim amacım ne?

-Başarı kazanmak, zengin olmak, övülmek, iyi beslenmek, sevişmek...

Mutluluk isterim değil mi?

Zorluk falan istemem...

Sadece sevilmek isterim.

Peki, insanlık adına konuşan birinin amacı nedir?

Bu kez işler değişir... Akla ilk gelen insanlığın ayakta kalmasıdır.

Bilinç dışına mantıklı bir dil konuşmasını öğretemeyiz.

Ancak bilinçli bir zihne, bilinç dışının diliyle konuşmasını öğretebiliriz. Böylece bilinçdışı denileni anlamış oluruz.

Bilinç dışı metaforu anlar.

Toplumlar nasıl yaratılır?

Önce rüyalar vardır. Sonra bu rüyalar şarkı olur, sonra da şarkılar mit olur.

Daha sonra bu mitler yazılır ve yasalar oluşur.

Yani toplumun temelinde mitler vardır.

Mitleri farklı şekilde yorumlayabiliriz.

Onları yenileriz, bu da toplumu tehlikeye sokmaz.

Ancak, bu kurucu mitlere saldırırsanız, toplum sarsılır - çünkü temeli tehlikeye atmışsınızdır. Toplumun temelindeki bir şeye saldırırsanız, toplum da size saldırır ve sizi ölüme mahkûm eder.

Oysa kurucu miti ele alıp yeniden yorumladığınızda toplum değişmeye başlar…