Tel-Aviv’de doğan Etgar Keret, günümüzün en önemli uluslararası yazarlarından. New Yorker dergisine göre o bir dâhi; yazar Salman Rüşdi için ise, eşsiz bir yazar ve gelecek kuşağın sesi. Hikâyelerden oluşan kitapları tam 35 dile çevrilerek en çok satan kitaplar listelerinde yerini almakta; New Yorker, New York Times, Le Monde, Paris Review, Esquire gibi uluslararası birçok dergi ve gazetede yazmakta. Ülkemizde de çeşitli edebiyat dergilerinde yazıları yayınlanmakta olan Etgar Keret ayrıca film yönetmenliği, film ve televizyon dizisi yazarlığı yapmakta. Çocuk kitapları ve çizgi romanlar da yazan Keret’in imza günlerinde kitaplarını sevimli çizimleriyle imzalamasından dolayı, uzun kuyruklar oluşur. Dilimize ‘Yedi Güzel Yıl’ adıyla çevrilen kurgusal olmayan ilk kitabı, kendi yaşamının zor geçen yedi senesini müthiş bir mizah ve derinlikle anlatmakta. Fransa ve İngiltere’de edebiyat alanında ödüllere layık görülen Keret, eşiyle beraber gerçekleştirdiği ilk filmi ‘Jellyfish’ ile Cannes’da ‘Caméra d’Or’ ödülünü kazandı. 2016 yılında, “aldığım en değerli ödül” olarak ifade ettiği ‘The Charles Bronfman’ ödülüne, Yahudi değerlerini kültürler arası tanıttığı ve insaniyetçi görüşlerini evrenselleştirdiği için layık görüldü. Sanatçılığının yanı sıra, Ben- Gurion Üniversitesi’nde İbrani Edebiyatı dalında öğretim üyeliği yapmakta.

Dâhice yazılmış hikâyelerinin yanı sıra; yaşam felsefesi, insaniyetçi görüşleri, mizah yeteneği ve erdemli kişiliğine uzun zamandır hayran olduğum Etgar Keret ile Tel-Aviv’in şirin bir kafesinde buluştuk. Söyleşimiz onun kişiliğine oldukça uyan bir şekilde içten, derin ve bol kahkahalı geçti. Oğlu Lev’i dilinden düşürmedi. Söyledikleri öylesine etkileyiciydi ki, onu dinlerken zaman ve yer kavramı yok oldu. Uzun söyleşimizden seçtiğim bölümlerini dört ana başlıkta topladım: Yaşam, Edebiyat, Mizah ve İnsaniyet.

YAŞAM

Hikâyelerimde, daha iyi olabiliriz mesajını vermeye çalışıyorum;

Başkalarını daha iyi anlayabiliriz, daha şefkatli olabiliriz.” Etgar Keret

Keret’in Polonya doğumlu olan anne ve babası Holokost’tan sağ kurtulabilenlerden. Birbirlerini o günlerde tanımasalar da hayalleri aynıydı: Holokost’tan sağ çıkarak mutlu bir yuva kurabilmek... Savaştan sonra tanışıp evlendiler. Etgar Keret’in böylece mutlu bir çocukluğu oldu. Ebeveynlerinden ve kardeşlerinden büyük bir sevgi ile söz ediyor. Ben-Gurion Üniversitesi’nde İbrani Edebiyatı dersleri veren Keret’e, öğretim üyesi olmasını babası önermiş. Bir gün olur da ilham gelmez ve yazamaz ise, sabit bir pozisyonunun olmasını istemiş. Etgar Keret’in öğretmenlik yapmasının babasına olan saygısının yanı sıra önemli bir sebebi daha var:

“Bir yazar ve sanatçı olarak sadece anlatıyorum, dinlemiyorum. Ben şimdi senin hakkında bir şey sormuyorum meselâ. Biz sanatçılar bencil olabiliyoruz. İletişimimiz tek yönde oluyor. Öğrencilerimleyken ise onlara ihtimam göstermem, onları çok iyi dinlemem ve anlamam gerekiyor. Özellikle workshop gruplarımda iletişim iki yönlü oluyor ve bu benim için daha sağlıklı. O yüzden öğretmenlik yapmam çok önemli.”

İlk kez, ‘Notos’ edebiyat dergisinde onunla yapılan bir söyleşide rastladığım Keret’in yazısındaki şu sözleri çok etkileyiciydi:

“Hepimiz günün birinde öleceğiz ve bu gerçeğin bilincindeyiz, yine de sürdürüyoruz yaşamlarımızı. Ölümle oynadığımız bir oyunsa bu, sonuçta kazanacak olanın kim olduğu baştan belli. Bize düşen, oyunun tadını çıkarmak ve yenilgimizi zarafetle kabullenerek, performansımızdan gurur duyarak sahneden ayrılmak…”

Performansımızdan gurur duymanın ona göre ne olduğunu sordum:

“Yaşamda o kadar çok seçenek var ki, âdeta bir lunaparktayız. Önce hangisini yapsam diyoruz. Ben maddi şeylere hiç önem vermem. Çok kitap okurum ama onları hiç saklamam. Her şey geçici. Yakınlarımız ölüyor. İsrail’de biliyorsun askerlik var. Her şey belirsiz. Benim için önemli olan ve olmayan şeyleri fark ettim. Ona göre yaşıyorum. Apartman sahibi olsam ne olacak, o bende kalmayacak. Yaptığım iyi şeyler bende kalacak. Oğlum Lev kaleci. Bir gün maçta birine yumruk attı. ‘Birini inciteceğine maçı kaybetmeni tercih ederim, yaşamda hiç bir şey başkalarını inciterek elde etmeye değmez’ dedim oğluma. Hikâyelerimde, daha iyi olabiliriz mesajını vermeye çalışıyorum, başkalarını daha iyi anlayabiliriz, şefkatle yaklaşabiliriz. Benim için, iyi performans vermek bunlardan ibarettir.”

EDEBİYAT

Sanat sana bir şeyler fısıldar. O fısıltıyı duyabilmek için çok gayret etmen gerekir.”

Diplomatik nedenlerden dolayı bazı ülkelere gidemesem de kitaplarımın o ülkelerde okunduğunu biliyorum. Ben gidemiyorum ama hikâyelerim giriyor. Bu şekilde oradaki insanların yüreğine hikâyelerimle erişiyorum.” Etgar Keret

Kısa hikâyelerden oluşan kitaplar yazan Keret’in çok geniş bir okuyucu kitlesi var. İbranice yazdığı kitapları, Arapça, Çince, Bulgarca, Türkçe dâhil olmak üzere birçok dile çevriliyor. Kurgu olmayan tek kitabı ‘Yedi Güzel Yıl’ beklediğinden çok ilgi görmüş olsa da, o yine de kurgu yazmayı tercih ediyor: “Benim için kurgu yazmak daha doğal. Yazmaya ne yazacağımı bilmeden başlıyorum, sonra yazarken kendimi keşfediyorum. Bu bana daha heyecanlı ve maceralı geliyor. Anı kitabımda bildiğim şeyleri anlattım. Babamı ve oğlumu olduğu gibi yazdım. Kurgu hikâyelerde metaforlar kullanıyorum. Mesela bir kızı beğeniyorum ama onunla olamıyorum diyelim. Bunu, bir pastaneye gidip diyette olduğu için kek yiyemeyen bir fil olarak anlatabilirim. Oğlum doğunca ona olan duygularımı anlatacak bir metafor bulamadım. Anılarımı yazarken benim için neyin önemli olduğunu, neyin önemli olmadığını keşfettim. Anı kitabımı çok kişisel bulan yayıncı basmak istemeyince başkalarına gitmek zorunda kaldım. Yayınlanan en başarılı kitabım olması, benim için çok büyük bir sürpriz oldu. Hikâyelerim oldukça ‘avangart’, anı kitabımı kurgularımı beğenmeyenler tarafından da çok beğeniliyor. Ben yine de kurgu yazmayı tercih ediyorum. Kitaplarım Farsça ve Arapça da dâhil olmak üzere bir çok dile çevriliyor. Diplomatik nedenlerden dolayı bazı ülkelere gidemesem de, kitaplarımın o ülkelerde okunduğunu biliyorum. Ben gidemiyorum ama hikâyelerim giriyor. Bu şekilde oradaki insanların yüreğine hikâyelerimle ulaşıyorum. Yazar olmanın en güzel yanı insanların kalbine dokunabilmek. Çok sevgi görüyorum. Aynı şekilde ben de, gidemediğim ülkelerin insanlarını kitaplar ve filmler sayesinde tanıyorum. Çocukluğumda benim için İran, Humeyni’den ibaretti. Nefret dolu bir yerdi bana göre; çünkü İran hakkında güzel şeyler duymazdım. Ta ki, İranlı yönetmen Mohsen Makhmalbaf’ın ‘Bir Masumiyet Anı’ adlı filmini seyredene kadar... İnsanın her yerde insan olduğunu ilk o filimle anladım.”

İstanbul’a bir kaç kez gelen ve çok sevdiğini belirten Etgar Keret gözleri dolu dolu bir anısını anlattı: “Kitaplarımı imzalarken uzun bir kuyruk oluşur hep, çünkü çizerek imzaladığımdan her biri vakit alır. O gün İstanbul’da imza günümdü. Kuyrukta beklerken sigara içmeye giden genç bir okuyucum, yayıncımla sohbet etmiş. Ona, başka bir şehirden, on saatlik bir yoldan geldiğini anlatmış. Yaşlı dedesine bakmak zorundaymış. Hikâyelerimi çok sevdiğinden İstanbul’a geldiğimi duyunca benimle tanışmak istemiş. Babası benim İsrailli olduğumu öğrenince, bir Yahudi’yi görmek için o kadar uzun yola çıkmasının gerek olmadığını söyleyerek engel olmuş. Dedesi onu üzgün görüp sebebini sorunca, anlatmış. Birisi senin yüreğine hikâyeleri ile dokunuyorsa onun dinine veya milliyetine bakmamalısın, mutlaka İstanbul’a gitmelisin demiş dedesi, ailenin büyüğü benim ve gitmeni istiyorum…”

Sinema aşığı olan Keret, okuduğu kitaplardan çok daha fazla film izlediğini söyledi. Yönetmenlik ve film yazarlığı da yaptığı, hatta ödül aldığı halde, yazarlığı tercih ettiğini ve nedenini anlattı:

“Yazarken ben ve okuyucum işbirliği halindeyiz. Ben birini yazarım, sen anlattığım insanın sesini, fiziğini hayalinde canlandırırsın. Beraber aktif ortaklık yaparız. Filmlerde seyirci daha pasif kalıyor. Hayal etmeye gerek yok, her şeyi görüyorsun. O yüzden ben okuyucumla işbirliği yapmayı sevdiğimden, sinemayı çok sevsem de yazarlığı tercih ediyorum.”

MİZAH

Kendine acımak yerine mizahı seçen, kendisiyle dalga geçebilen insanlara büyük saygı duyarım.” Etgar Keret

Hikâyelerinde, anı kitabında ve söyleşilerinde müthiş mizah yeteneğini kullanıyor. Hüzün ile mizahı çok güzel birleştiriyor.

“Mizahı, arabalardaki kaza olunca açılarak hayat kurtaran hava yastığına benzetiyorum. Mizaha en çok, bir şeyler yolunda gitmeyince ihtiyacımız var. Oğlum bana bazen ‘Baba komik olsana,’ diyor. Her şey iyi gidince değil, zora girince mizahı kullanıyorum. Hüzün ile iyimserlik bir arada olabiliyor. Olaylar tuhaflaşınca, yaşamın üstesinden gelmek zorlaştıkça, mizah yeteneğimiz devreye giriyor. Bence mizahın birçok fonksiyonu var. Küçükken bizim çevrede, fizik olarak benden güçlü, zorba çocuklar vardı. Onlara ters bir şey söylersem dayak yiyebilirdim, o yüzden söylemek istediklerimi şaka yollu söylerdim. Soğuk savaş şaka yollu da yapılabilir. Protesto etmek için de iyi bir yoldur. Ben başbakanımızı eleştiririm, muhalefet tarafındayım. Bunu mizah yoluyla yapmayı tercih ediyorum. Mizah, zayıf durumda olanların silahıdır. Zor durumlarda saygınlığı yitirmemekle ile ilgili birçok Yahudi fıkrası vardır. Kendine acımak yerine mizahı seçen, kendisiyle dalga geçebilen insanlara büyük saygı duyarım. Zayıf taraflarıyla dalga geçebilen insan, bu halimle de kendime güveniyorum mesajını verir. Örneğin, George Bush’u pek sevmem ama bir göçmen olan Arnold Schwarzenegger’i partisinde tanıtırken, güçlü olmalarının yanı sıra dilbilgisi hataları yapmalarının Arnold ile ortak özellikleri olduğunu söylemesi çok hoşuma gitti. Ben kendimi görebiliyorum ve zayıf yanlarımı kabul ediyorum diyebilmek bizi daha çok insanlaştırır. O yüzden Bush’un bu yönüne saygı duyuyorum.”

İNSANİYET

Daha iyi bir yazar olmakla daha iyi bir insan olmak arasında bir seçim yapmak zorunda olsaydım eğer, hiç düşünmeden daha iyi bir insan olmayı seçerdim.” Etgar Keret

Söyleşimizi lâyık görüldüğü ‘The Charles Bronfman’ ödülü hakkında konuşarak bitirdik.

“Bu ödül, aldığım bütün ödüllerden değerli. Benim için büyük bir sürpriz oldu, çünkü bu ödül bilim adamlarına veriliyor. İlk defa bir yazara verildi. Ben Yahudilik değerlerine, hikâyelerimde ve anı kitabımda yer verdim. Dindar bir insan değilim, hatta çok dindar olan kız kardeşimin dinî ritüellerini tuhaf bulurum. Yahudiliğin düşünmeye yönelik tarafı var. Polemiğe girebilirsin. Tanrı ile bile tartışabilirsin. Tanrı Musa ile tartıştıysa, sen de benimle tartışabilirsin. Tanrı da tartışmalara karşı değil. Radikal sağ kanattakilerin, aşırı tutucuların yaptığı ‘Yahudi olmak’ değil. Yahudi değerleri bunlar değil. Yahudilik yanlışları kabul edebilmektir. Bende kipa yok ama Yahudi’yim. Kız kardeşimin yolunu kabul ediyorum. Stratejimiz değişik olabilir ama amacımız aynı. Kız kardeşim insanların acı çekmesini istemiyor, ben de öyle. Birçok konuda fikir ayrılığımız olabilir. Ortak yanımız doğruluğa, dürüstlüğe, adalete önem vermemiz. Erkek kardeşim de benden oldukça değişik olmasına rağmen ailece toplandığımızda fikirlerimizi dinler, tartışırız ama yine de birbirimizi çok severiz.”

Charles Bronfman, Etgar Keret’e ödülünü şu sözlerle sundu: “Tehlikeli dünyamızda Etgar Keret, empati kurma yeteneği olan, birbirlerini duyan, şefkatle yaklaşan insanları anlatıyor. Okuyucularına sıcaklığı, mizahi yönü ve orijinal düşünceleri ile ilham veriyor. İnsanları daha iyi bir dünya için cesaretlendirirken, Holokost’tan alınan dersleri yeni kuşaklara aktarıyor.”

Keret ödülünü alırken, “Daha iyi bir yazar olmakla daha iyi bir insan olmak arasında bir seçim yapmak zorunda olsaydım eğer, hiç düşünmeden daha iyi bir insan olmayı seçerdim. Bu ödül de aynı öncelikten yana; sadece yeteneğe değil, daha iyi bir dünya için yapılan çalışmalara değer veriyor,” ifadesini kullandı.

Söyleşimizden önce Etgar Keret’in çok önemli bir buluşması vardı ve buna ben de şahit oldum. 18 yaşındaki bir genç, Keret hayranı olan kız arkadaşına doğum günü dolayısıyla bir sürpriz hazırlamıştı. Tel-Aviv dışından çok erken saatte Etgar Keret ile buluşmaya geldiler. Her üçünün mutluluğunu burada ifade edebilmem çok zor. Çok güzel bir andı, tıpkı benim de duyarlılığı, yetenekleri ve insaniyeti ile ruhuma dokunan Etgar Keret’i Tel- Aviv’de bulup yaşamımın en güzel anlarından birini yaşadığım gibi.

Gittikçe kararan dünyamızın aydınlığa kavuşması, bir birimizi ayrılıklarımıza rağmen kabul edip, saygı duyarak insanlığın gelişmesi dileği ve umuduyla…