Beit Shean tarih boyunca medeniyetlere beşik olmuş bir kent… Kimler geçmemiş ki bu topraklardan? Mısırlılar, Kanaanlar, İsrailoğulları, Yunan, Bizans, Roma İmparatorlukları, Haçlılar, Memlükler, Osmanlılar…

Deniz düzeyinin yaklaşık 120 metre altında yer alan Beit Shean İsrail'in kuzeydoğusunda, Gilboa dağları eteklerinde, Ürdün vadisi ile Jezreel vadisinin kesiştiği yerde kurulmuş bir kenttir. Coğrafi konumu açısından tarihte önem taşıyan bu bölge çeşitli medeniyetlere ev sahipliği yaptığı için çok eski dönemlere ait kent ve yerleşimlerin kalıntılarını barındırmaktadır. Bu kalıntıların büyük bir bölümünün yer aldığı mekân Beit Shean Ulusal Parkı adı altında korumaya alınmış olup yılda 300 bin turist tarafından ziyaret edilmektedir.

Beit Shean’da kazılar 20. yüzyılın başında başladı,1986 yılında hız verildi ve günümüzde de sürmekte. Tel Aviv’den iki saat mesafede bulunan ve Beit Shean Ulusal Parkı içinde yer alan bu antik kent, 1.600 dönüm bir alana yayılıyor. Efes harabeleri ile bir benzetme biraz abartılı kaçacak ancak M.Ö. 15. yüzyıldan günümüze ulaşabilen ve çok farklı medeniyetlerin izler bıraktığı bu mekânın ziyaret edilmesini kesinlikle öneririm. Hele ses ve ışık efektleri ile geceleri düzenlenen gösterilere katılabilirseniz, son derece iyi korunmuş bu tarihi atmosferden keyif alacağınıza eminim.

Tarih boyunca…

Mısır Firavunu 3. Thutmose tarafından bölgenin idari ve askeri merkezine dönüştürülen kent üç yüz yıl bu konumunu korumuş, ancak M.Ö 1150 yılında çıkan bir yangında tamamen yanarak yok olmuştur. Mısırlıların yeniden inşa etmeyi beceremedikleri şehri kısa bir süre sonra, M.Ö. 1100 yılında Kanaanlar ele geçirdiler ve Gilboa dağındaki savaşta yenik düşen Kral Şaul’un bedenini kentin kalesine astılar.

Ancak Kral David bir dizi başarılı muharebeler sonucunda Beit Shean, Megido, Gaza, Ashkelon ve Ashdod’u Kanaanların elinden aldı. Asur Kralı Tiglath Pileser M.Ö. 732 yılında kenti ele geçirdi ve taş üzerinde taş bırakmadı.

Hellenistik dönemde “Scythopolis” adını alan Beit Shean küçük bir yerleşim yeri idi ve M.Ö 2. yy.’da Haşmonaimlerin eline geçti. Nüfusun büyük bir kısmı Yahudilerdi. Kent M.Ö. 63 yılında Romalılar tarafından işgal edildi, M.Ö. 66 senesinde Makabilerin ayaklanmaları üzerine kentteki bütün Yahudiler katledildi.

Roma döneminde Beit Shean’da paganlar, Yahudiler ve Şomronlar yaşamaktaydı. Bu dönemde şehir çok gelişti ve heykeller ile süslendi. Hıristiyanlaşan kent daha gelişerek nüfusu 40 bine ulaştı. Etrafı bir sur ile çevrelendi; kilise, şapeller ve bir amfi tiyatro inşa edildi.

M.S. 7. yy.’da Arap işgali ile birlikte Beit Shean hem eski önemini yitirdi, hem de nüfusu azaldı. 749 yılında vuku bulan deprem sonrasında pek çok yapı ve sütun toprak altında kaldı. Scythopolis adı tamamen unutuldu; bölge Baysan olarak anıldı.

Abbasiler döneminde yıkıntıların üzerine daha ziyade köy özelliğini taşıyan bir yerleşim bölgesi kuruldu.

Haçlılar döneminde amfi tiyatronun doğusunda surlar inşa edildi. Moğollar 1260 yılında kenti ele geçirmeye çalıştılarsa da surları aşamadılar. 400 yıllık Osmanlı egemenliğinde ise kent önemini tamamen kaybetti.

İsrail devletinin kurulması ile yeniden canlı bir kente dönüşen Beit Shean, merkezinde yer alan tarihi kalıntıları ile iç ve dış turizmin önemli noktalarından birine dönüştü.

Beit Shean’da gezinirken

Beit Shean Ulusal Parkını ziyaret ettiğimde ilkin antik kenti panoramik bir açıdan gören kafesinde oturdum. Her on dakikada bir turistleri taşıyan otobüsler ve pek çok farklı lisanda konuşan turistleri görmesem, kendimi iki bin yıl önceye ışınlanmış duygusuna kapılacaktım. Antik kentin bir ucundan diğer ucuna uzanan sütunlarla süslü ana caddesi Roma dönemine ait olup Bizans döneminde de aynen korunmuştu. Caddenin başlangıcında amfi tiyatro yer alıyor. Amfi tiyatro yedi bin kişilik bir kapasiteye sahip ve günümüzde halen bu mekânda, özellikle yaz aylarında konserler verilmekte. Ziyaretim sırasında bir moda defilesinin resimleri çekilmekte, mankenler kabarık jüponlu elbiseleri içinde boy göstermekteydi.

Ana caddenin zeminindeki taşların önemli bir bölümü antik dönemden kalma. Yol boyunca cadde kenarında iki katlı dükkânların harabeleri yer alıyor. Kimi harabenin zeminindeki mozaikler korunmuş durumda. 150 metre kadar uzanan ana caddeden ilerlediğimizde kuzey ve güneye doğru iki yolun kesiştiği kavşağın tam karşısında Beit Shean tepesi yer alıyor. Halk yazın sıcaktan korunmak amacıyla bu tepeye yerleşirmiş. Tepeye ulaşmak pek kolay olmadı; saydım, tam 200 basamak tırmanmam gerekti… Ancak zirvede soluklanmak için iki dakika oturduğumda bir yandan antik kentin manzarası, diğer yandan Gilboa dağları arasında yemyeşil uzanan Jezreel Vadisi… Gerçekten son derece büyüleyiciydi…

Helenistik SPA merkezi

Harabeler arasında en dikkatimi çeken mekân banyoların yer aldığı bölge oldu. M.Ö. 4.yy’da inşa edilen banyolar Bizans döneminde geliştirildi. Dokuz dönümlük bir alana yayılan banyolar sekiz salondan oluşmaktadır. Dönem ile ilgili yazılı kaynaklarda bu salonlarda yıkanmanın yanı sıra masaj, jimnastik salonu, bakım odası, dinlenme salonu gibi hizmetlerin de verildiği belirtiliyor. Adeta günümüzün SPA merkezleri denebilir.

Zeminin altında sıcak ve ılık su temin eden bir sistem yer almakta. Yan yana dizilmiş küpleri andıran bu mekanizma oldukça ilginç bir görüntü oluşturuyor. Zemin mermer ve duvarlar renkli sıva. Yüzme havuzunun yanında dinlenme odasında o dönemlerde fıskiyeli bir havuz da yer alıyordu.

Sachne’ye uğramadan dönmeyin

Beit Shean harabelerini görmeye giderseniz, 15 dakika mesafede yer alan Gan Hashlosha veya diğer adı ile Sachne’yi görmemezlik etmeyin derim. Galilee’de yer alan bu mekânı ziyaret ettikten sonra Adam ve Hava’nın bulundukları cennetin burası olduğunu düşünebilirsiniz. Palmiye ağaçları ile çevrili, boylu boyunca çimenlik bir alanın ortasında bir şelalenin suyu ile beslenen ve boy boy balıkların yüzdüğü, girdiğinizde içinden çıkmak istemeyeceğiniz bir göl… Hava sıcaksa da, şelalenin şırıltısı eşliğinde her zaman serin sularda yüzebilirsiniz…