Amerika’da, üniversite öğrencilerinin ruh sağlığı üzerine yaptığım araştırmam sırasında, 1996’dan sonra doğan Z kuşağı hakkında korkunç verilerle karşılaştım. World Health Organization’ın 2018’de yayınladığı ankete göre dünya çapında üniversite öğrencilerinin %18,5’i majör depresyon, %16,7’si kaygı bozukluğu belirtileri gösteriyorlar. Başka bir araştırmaya göre Amerika’daki üniversite öğrencilerinde depresyon, kaygı ve intihar oranları geçmiş kuşaklara göre ikiye katlanmış. American Psychological Association’ın yaptığı bir araştırmada Z kuşağının, artan intihar oranları, iklim değişikliği, cinsel taciz, evsizlik, borçlanma, açlık gibi konular hakkında diğer yaş gruplarına göre daha kaygılı olduğu görülmüş. UNICEF’in Kasım 2019’da yaptığı bir açıklamaya göre çocuklar ve ergenlerde “korkunç derecede yüksek oranlarda kendine zarar, intihar ve kaygı” görülmüş. Dünya çapında ergenlerin %20’si ruh sağlığı sorunları yaşıyor. İntihar, ergenlerde en yaygın üçüncü ölüm nedeni. Amerika’da son 10 yılda 15-24 yaş arasındakilerin aşırı doz sebebiyle ölümü %20 oranında artmış. Z kuşağında görülen hızla kötüleşen ruh sağlığı gidişatını nasıl açıklayabiliriz?

Gençlere neler oluyor?

Açıklamalardan biri, Z kuşağının ruh sağlığına bakış açısı. Bu kuşak geçmiş kuşaklara göre daha bilinçli, açık fikirli ve dürüst. Örneğin, Z kuşağından birinin “Ben depresyondayım” demesi daha kolay. Geçmiş kuşakların aksine, ruh sağlığı konusu ayıp olarak görülmüyor, böylelikle de ruh sağlığı sorunu yaşandığında kabullenilmesi daha kolay oluyor. Bunun dışında da Z kuşağı geçmiş kuşakların aksine ruh sağlığı konusunda daha bilinçli. Deneyimlediklerinin “keyifsizlik” ya da “heyecan” olmadığını, depresyon ya da kaygı olduğunu tanımlayabiliyorlar. Yani, bu açıklamaya göre Z kuşağı aslında daha fazla ruh sağlığı sorunu yaşamıyor, sadece daha fazla ruh sağlığı sorunu yaşadığını söylüyor.

Hem etrafımdan hem de terapi odamdan yaptığım gözlemlerle bu kuşağın gerçekten de daha bilinçli ve açık fikirli olduğunu söyleyebilirim. Gençler kendi yaşadıkları sorunları kabul etmeye, tartışmaya ve sorunları için yardım almaya daha açık. Fakat bence bu, geçmiş jenerasyonlardan daha fazla sorun yaşamadıklarının kanıtı olamaz. Örneğin bu düşünce, elimizdeki somut verileri açıklayamıyor. Gerçekten de görüyoruz ki intihar, kendine verilen zarar ve uyuşturucu sonucu ölüm oranları artışta. UNICEF, World Health Organization, American Psychological Association gibi çok köklü ve prestijli kurumların verileri, Z kuşağının gerçekten de bir ruh sağlığı krizinin içinde olduğuna işaret ediyor.

Z kuşağı dünyaya karşı dayanıksız mı?

Greg Lukianoff ve Jonathan Haidt, bu krizin sebebini başka bir şekilde açıklıyor. Lukianoff ve Haidt, The Coddling of the American Mind kitabında (Türkçesiyle “Amerikan zihninin şımartılışı”), Z kuşağının şımarık, kırılgan, hassas olduğunu, korumacı anne babalar tarafından sürekli el üstünde tutulduğunu, bu sebeple de gerçek dünyaya karşı dayanıksız olduklarını öne sürüyor. Örneğin, önceki jenerasyonlar sokaklarda oynarken, bisikletleriyle dolaşırken, anne-baba olduklarında çocuklarını gözlerinin önünden ayıramamaya başlıyorlar. Bu sebeple, Z kuşağı çocukları devamlı korunmaya alışıyor. Lukianoff ve Haidt, aynı korumacı zihniyetin okullarda da görüldüğünü belirtiyor: “Öğrencilerimize, tam da yetişkinlerin koruması altından çıkıp iş gücüne doğru ilerlerken, fazlasıyla hassas olmayı öğreterek onlara nasıl yardım etmiş oluyoruz?” Lukianoff ve Haidt’a göre çözüm, çocukları ve gençleri şımartmamak, dünyanın gerçekleriyle tanıştırmak ve bu gerçeklerle baş edebilmeleri için dayanıklılıklarını arttırmak...

Ruh sağlığı krizinin sebeplerinden biri ‘sosyal medya’

Araştırmam sırasında sıkça rastladığım başka bir isim ise Jean Twenge. Twenge, Z kuşağının yaşadığı ruh sağlığı krizini sosyal medyanın sonucu olarak görüyor. Bu kuşak, internet ve akıllı teknolojilerin içine doğmuş kuşak olarak liseye başlamadan önce Instagram hesabı açmış oluyorlar ve internetin var olmadığı zamanı hatırlamıyorlar. Twenge’ye göre Z kuşağı sosyal medyadan dolayı daha yalnız ve izole bir hayat yaşıyor; ekran başında olmak onları daha da mutsuz ediyor. İletişim internet üzerinden yapıldığı için gençlerin sosyal becerileri eksik kalmış oluyor.

Twenge, depresyon ve intihar oranlarının artışını da gençlerin sosyal medya ve akıllı telefon kullanımıyla ilişkilendiriyor. Twenge’nin sözleriyle, “Mutlu bir ergenlik için bir tavsiye verecek olursam: Telefonu bırak, laptopu kapat ve ekran olmadan herhangi bir şey yap.” Twenge’nin bazı düşünceleri de Lukianoff ve Haidt’ınkilerle örtüşüyor. Twenge, yeni kuşağın daha narsist, şımarık ve bu sebeplerle de kırılgan ve hassas olduğunu savunuyor.

Çözüm: psikolojik dayanıklılık

Ana akım psikolojide ve eğitimde Z kuşağının yaşadığı ruh sağlığı krizinin sebebi internet ve yetiştirilme biçimlerinden kaynaklanan kırılganlık ve zayıflık. Ana akımın bu krize çözümü de “resilience” yani psikolojik dayanıklılık. Psikolojik dayanıklılık, kısaca stres, zorluk ve travmaya adapte olabilmek ve bu deneyimlerden sonra çabuk toparlanabilmek demek. American Psychological Association’ın psikolojik dayanıklılığı arttırmak için önerdikleri arasında geleceğe umutla bakmak, gerçekçi hedefler koymak, sorunları imkânsız olarak görmemek var. Peki, bu yöntemler Z kuşağı için gerçekten çözüm mü?

Yaptığım araştırmaya göre…

Üniversite öğrencileriyle yaptığım araştırmamdan çıkan sonuç şöyle: Ana akım psikolojinin görüşünün aksine Z kuşağı öğrencileri kırılgan değil, tam aksine çok güçlü ve dayanıklı. Yaşadıkları sorunların çözümü: baş etme becerileri, nefes egzersizleri ve psikolojik dayanıklılık olamaz, çünkü bu öğrenciler zaten çok becerikli ve dayanıklı. Psikolog Jordan Peterson’ın genç hastalarına verdiği tavsiye, “Her şeyden önce dağınık odanızı toplayın”. Hayranlıkla takip ettiğim Slovenyalı filozof Slavoj Zizek’in cevabı ise şöyle: “Peki, ya odamızı toplarken dünyamızın darmadağın olduğunu fark edersek?

Z kuşağının ruh sağlığı krizinin sebebi ve çözümleri tartışılırken çevrelerindeki sistemik sorunlar tamamen göz ardı ediliyor. Araştırmam üzerinde benimle beraber çalışan profesörüm Karen Arnold’un da dediği gibi, “Bu kuşak, anne babalarından daha az kazanacak ilk kuşak olarak rekor seviyede borç ve ekonomik belirsizlikle yüz yüzeler.” Türkiye’de gençlerin işsizlik oranlarına bakmamız durumun ciddiyetini anlamamıza yetiyor. Sistemik sorunlara, ekonomik düşüşün yanında politik belirsizlik ve iklim değişikliğinin yarattığı dayanılmaz varoluşsal kaygı da ekleniyor. Psikolojik dayanıklılığın gelişimi için geleceğe umutla bakılması öneriliyor. Ama dünyamız bu haldeyken Z kuşağının geleceğe umutla bakmasını kim, nasıl bekleyebilir ki?

Sorunun ve çözümün sorumluluğu gerçekte bireye mi ait?

Ana akım psikoloji hem sorunun hem de çözümün sorumluluğunu bireye atıyor. Kırılgansın, aşırı hassassın, telefonuna çok bakıyorsun; odanı topla, bilgisayarını kapat, şımarık olma, gerçek dünyaya ayak uydur, psikolojik dayanıklılık öğren. Fakat toplumda temel ve sistemik değişiklikler olmadan bireysel değişiklikler anca ‘kurşun yarasına yara bandı’ olur.

İngiliz düşünür Mark Fisher’ın, Capitalist Realism kitabında dediği gibi, “Psikolojik sıkıntıların bireyler tarafından çözülmesi gerektiğini, yani stresin topyekûn özelleştirilmesini kabul etmek yerine, sormamız gereken soru şu: Bu kadar insanın, özellikle de bu kadar gencin hasta olması nasıl kabul edilebilir oldu?”

Toplumumuzda neler yanlış yapıldı ki, bütün bir kuşak stresli, kaygılı ve depresyonda? Bence artık çözüm, bireysel değişimlerin ötesinde, toplumsal değişimde saklı.