“Yazar M. Celal Ersoy, yazma sanatını besleyen senarist, oyuncu, sinematik ve teatral aklını doğru yerde ve doğru zamanda kullanarak okuyucuyu hayalinde akıcı bir dönem filmi içerisinde dolaştırıyor.” Bibliobibuli

Bir romanın dizi ya da film olma potansiyeli taşıdığını ya da tiyatro sahnesinde sergilenme ihtimaline göz kırptığını nasıl anlarsınız? Sektörün profesyoneli olmak gerekir diyenlerinizi duyar gibiyim, doğrudur. Bunun yanı sıra her okuyucunun dilinde romanın bıraktığı bir tat olur. Bu tadın zihninizdeki uyaranlarını değerlendirdiğinizde siz de bunu anlarsınız. Sevgili Gila Erbeş, romanın yarısına geldiğinde benimle, diyaloglu satırların bir film için yazılmış olabileceği izlenimini edindiğini dillendirdiğinde, “İşte! Tam da bu nedenden ötürü Sine-Yorum sayfalarımda bir Sine-Söyleşi’yi hak eden bir kitap olduğunu düşündüğümü” söyledim. Yazar bunu düşünerek mi böyle yazdı? Birgün Sine-Yorum sayfalarımda filmi ya da dizisi hakkında yazabilecek miyim?
Minicik bir hatırlatma ile hemen söyleşiye geçiyorum; Bibliobibuli’de Dimitri’nin kalbindeki küçük Avrupa, İzmir başlığıyla yayınlanmış roman hakkındaki inceleme – eleştiri yazımı Şalom Gazete’den okuyabilirsiniz. Romanın yazarına soralım bakalım, onun, romanının filme çekilmesi gibi bir niyeti var mıymış yazarken? Buyursunlar!..

Var mıydı böyle bir niyetiniz? Dimitri’yi yazarken bu kadar akıcı diyaloglar, olaylar örgüsü ve sinematografik kurgu kullanmanızın altında bu neden mi yatıyordu? Uzun metrajlı film ya da dizi olma olasılığı hakkında ne düşünüyorsunuz?
Neşe Hanım, öncelikle bu röportaj için size ve Şalom DERGİ’ye teşekkür ederim.
“Çalmak ne kadar kolay” dedi Dimitri’nin serüveni, 2018 kışının soğuk, yağmurlu bir akşamı çalan müziğin de etkisiyle yazmış olduğum bir film sahnesiyle başladı. Senaryo çalışması ilerledikçe bunu bir film veya dizi projesi olarak nasıl aktarabileceğimi kurguluyor, her safhasını hayalimde canlandırıyordum. Başlangıç itibariyle hikâye oldukça sıkıntılıydı, 1940’lı yıllarda, savaş döneminde geçiyordu. Bu dramatik, yürek burkan sahneyi tamamladığımda içimden bir ses, daha da geçmişe, 1870-1922 yıllarının İzmir’ine yolculuk etmemi söylüyordu. Bu kararı aldığım günden itibaren adeta bir ‘dönem filmi’ izlercesine tüm sahneler gözümün önünden geçmeye, karakterler ile kurduğum bağ güçlenmeye başladı. “İşte bu!” dedim kendi kendime. “Bunu bir senaryo olarak değil, bir roman olarak kaleme alacaksın ancak yolculuğun sonunda bu roman, bir dizi veya film olarak hayat bulacak!Akıcı diyaloglar, olayların örgüsü üzerinde titizlikle çalışmam ve sinematografik kurgu kullanmamın en büyük nedeni buydu. Tarihi araştırmalarım da buna çok yardımcı oldu. Senaryo eğitimimin kurduğum diyaloglara etkisi olduğunu, oyunculuk eğitimimin de karakterleri oluşturmamda ve olayların örgüsünü kurmamda faydalı olduğunu düşünüyorum. Bir yönetmen gözüyle düşündüğünüzde, sinematografik, heyecan dolu olaylar örgüsü olan bir romanı hangi yönetmen hayata geçirmek istemez?



Kimdir bu Dimitri? Mentoru Avram’ın onun üzerindeki etkisi nedir? Nasıl doğdu tüm bu karakterler?
Dimitri, İzmirli fakir bir balıkçı olan Marko’nun oğlu. Sefaletin pençesinde yaşayan Rum bir aileden geliyor. ‘Sokaktan gelme’ olsa da hayatı öğrenmeye hevesli, gelişime açık ve hırslı bir tabiata sahip. Yükselişinde, şansı kadar Avram’ın etkisi de çok büyük. Avram’ın, Dimitri’nin hayatına giren ‘ilahi’ bir dokunuş olduğunu, belki de yalvardığı Tanrı’nın ona bu şekilde ‘el verdiğini’ düşünebiliriz. Bu konuda takdiri okurlara bırakıyorum.
Romanımda yer olan tüm karakterleri yaratma sürecim uzun ve sancılıydı. O döneme ait yüzlerce fotoğraf karesini taradım. Tarama işlemi sonunda her karaktere ait bir yüz zihnimde oluşmuştu. Doğal olarak bu çalışma, ‘zengin’ ile ‘fakir’ kesimin hayatlarını olabildiğince şeffaf bir bakış açısından yansıtmama da yardımcı oldu. Uzun bir süre, hayal dünyamda o dönemi yaşayabilmek için tarihsel okumalar eşliğinde, karakterler için detaylı dosyalar hazırladım. Uzun ve sancılı bir süreçti ancak buna değdi sanırım.

Psikanalist Carl Jung’un arketip formları üzerinden roman karakterlerinin analizi yapıldığında “kahraman arketipini” filme nasıl aktarırsınız? Baş kahramanınız Dimitri’nin mentoru olan Avram karakterini de film üzerinde uzun süreli yaşatmayı düşünür müsünüz?
‘Değer’ olgusunu edinmek için çabalayan ve hayatı cesur bir şekilde kucaklayan bir ana karakteri filme aktarmak için romandaki tüm karakterlerin doğru şekilde analiz edilmesi, değer yargılarının anlaşılması ve hayatlarının kırılma noktalarının bilinmesi gerekiyor.
Dimitri, para ve şöhrete ulaşabilmesi için cesaretli olması gerektiğine inanıyor. Babası Marko’nun hayat anlayışına başkaldırısının temelinde bu neden yatıyor. “Kahraman” arketipini filme aktarırken; babası Marko ile olan çatışmasının temeli olan ‘cesaret’ kavramına değinilmesi, ‘yokluk’ ile ‘yoksunluk’ kavramlarının tüm çıplaklığıyla senarist tarafından senaryoya aktarılması çok önemli. ‘Yokluk’ kavramı filmde Dimitri’nin yoksulluk içinde geçirdiği çocukluğunu, fakir bir balıkçı olan babası Marko ise ‘yoksunluk’ kavramının temelini oluşturuyor. Dimitri, fakirlikten zekâsı, hırsı ve en önemlisi cesareti sayesinde kurtulabileceğini düşünüyor. Fakir olduğu için kendisini ‘değersiz’ olarak görmüyor. Babası Marko’ya ve özellikle içinde bulunduğu duruma olan isyanının ana nedeni babasının kendisini ‘değersiz’ olarak görmesi. Bu nedenle Dimitri, hem ‘yokluğa’ hem de ‘yoksunluğa’ başkaldırıyor. Kurtuluşun da elbette ‘para’dan geçtiğini düşünüyor. Başkahraman Dimitri dışında okurlar ‘Ilıcalı Şerafettin’ karakterini çok sevdiklerini, hikâye üzerinde çok büyük bir etkisi olduğunu söylüyorlar. Bu çok doğru bir tespit çünkü Ilıcalı Şerafettin, temelinde ‘anaç’ bir karakter. Özünde ‘sevgi’, ‘merhamet’ bulunan, ‘korumacı’ bir karakter. Avram, ‘bilgeliği’ temsil ediyor. Bu nedenle romanda, baş kahramanın ‘mentoru’ olarak yer alıyor ki bence bu hikâye Avram’sız var olamazdı çünkü Avram karakterinin, derinlemesine, doğru yansıtılması romanda olduğu gibi filme de büyük katkı sağlayacaktır. Film projesinde Avram’ı daha uzun süreli yaşatmamız mümkün olamayabilir ancak bir dizi projesinde bence Avram karakteri daha uzun süre yaşayacaktır.

Romanın İkinci Dünya Savaşı yıllarını da dizi ya da film üzerinde vermeyi düşünür müsünüz?
Hikâye, aklımda İkinci Dünya Savaşı yıllarında geçen bir sahne ile başlamıştı. Bir film projesi olarak ilk bölüm beyaz perdeye uyarlandığında, doğal olarak hikâyenin 2. Dünya Savaşı yılları Avrupa’sında yaşananları (Holokost), sinematik bir dille anlatan, çok çarpıcı ikinci bölümünü de yazmayı düşünüyorum.

Şalom DERGİ okurlarına zihninizi açtığınız için teşekkür ederiz.