Akşamların birinde telefonum çaldı. Çok nazik, dost bir ses, “Çek Kayıkçı Balat’a” kitabına duyduğu yakın ilgiyi anlattı. “Görüşelim” dedim…
Profesör Dr. Aygün Dindar’dı arayan. Çocuk-Kalp Uzmanı…
…Ve tıp mesleğinin dışında kent turizmine inançla işlettiği otelin dışında âşık olduğu Balat’ta (evi de orada!) eski bir binayı kafeye dönüştürdü. O ev ki, yıllar boyu Yahudi bir aileye yuva olmuş, üstelik yörenin en seçkin binalarından biri. ‘66 Merdiven’in yanı başında… O Balat ki, Bizans’tan beri asırlar boyu bünyesinde Ermeni, Rum, Yahudi, Müslüman, Hristiyan, Bulgar, Azeri, Arnavut, Tatar, Girit ve Selanik göçmenlerini barındırmış… Bir de Romanları tabii!


Profesör Dr. Aygün Dindar ve Suzan Nana Tarablus

Geçtiğimiz günlerin bir pazar sabahında, arkadaşım Rifka ile ilginç bir deneyim yaşamak üzere erken saatlerde Balat’taydık. Doktor Aygün’ün “Stairs Cafe”sine davetliyiz. Ev sahibim kafesini bir “Anı Evi”ne dönüştürüyor. Çek Kayıkçı Balat’a” kitabım ve içinde yer alan bütün halkının fotoğraflarıyla karşılıyor bizi…


Rifka Levi, Suzan Nana Tarablus ve Prof. Dr. Aygün Dindar

“Bir açık hava müzesidir, Balat”

Sevgili Aygün, “Bir açık hava müzesidir, Balat” diyor. Merak ediyor ve dayanamayıp Balat’a ilgisinin, sevgisinin nasıl doğduğunu soruyorum. Yanıtı şöyle geliyor:
Her şey Leyla Erbil’in ‘Kalan’ romanını okurken başladı. Yazarın çocukluğunun geçtiği bu semti şiirsel bir dille anlattığı bu kitapla büyülendim. 
Derken 2011 yılı haziran ayı, bir pazar sabahı erken saatlerde incir ağacı kokularının, kiliselerin buhurdanlıklarından çıkan tütsü kokularına karıştığı Balat sokaklarında buldum kendimi.”
Ailemin, Selanik’ten göçtüğünü bildiğim ama öyküsünü dinlemeden kaybettiğim, tanıdığım tek büyüğü anneannem elimden tutmuş, beraberce geziyorduk Balat sokaklarında. Eteklerini savurarak coşkuyla yürüyor ve gülümseyerek bana bakıyordu.
O gün hayatımda bir dönüm noktası gibiydi ve Balat hayatımın geri kalanına damgasını vuracak ve kısa süre sonra yaşamak için seçtiğim, huzur bulduğum ve nefes aldığım yer olacaktı.”


Daha sonra, Aygün, Balat ile ilgili ne bulduysa okudu. Semtin tarihî dokusu, çok kültürlü yapısı, yerel halkın farklı inançlarının ve geleneklerinin ayrı bir zenginlik katarak oluşturduğu uyumunu derinden hissetti. Burada doğup büyüyen, sokaklarında top koşturan çocukları hayal dünyasına konuk etti.
Varoluşuna ait sorgulamalara yanıt ararken bir arkadaşının önerisi ile Balat - Hasköy tanıklıklarını bir araya getirdiğim “Çek Kayıkçı Balat’a” kitabımı alıp okudu.
Bu konuda sözü bu zarif hanımefendiye bırakıyorum:
Sorularımın pek çoğunun cevabını aldım ve Suzan Nana ile buluştuk. Adeta, komşu iki evde doğup, büyümüş ve yıllarca görüşememiş iki arkadaşın hasreti ile birbirimize sarıldık ve eski günlerden söz ettik. Balat, insanların tarihe dokundukları bir semt, sanki bir açık hava müzesi gibi. Yani ciddi yatırımlarla, büyük büyük binalarda, biletler alınarak, bazen rezervasyonlar yapılarak gezilen ve tam yaklaştığınız anda, ‘Lütfen dokunmayın’ uyarıları ile karşılaştığınız müzelerden farklı. O müzeler geçmişle ilgili bilgi verir, ama Balat’ta serbestçe gezebilirsiniz tarihin içinde, dokunabilirsiniz ona, kendinizi onun bir parçası gibi hissedersiniz.”
Sevgili Aygün, Balat’taki kafe olarak da hizmet veren binasını “Çek Kayıkçı Balat’a” kitabının verdiği ilhamla eski Balat anıları ile donatmaya karar verdi. Böylece geçmişe selam verirken, Eski Balatlıları saygı ve sevgi ile anmak istiyor. Bu bağlamda bir kez daha, İstanbul’un hafızasının bir bileşeni olan Yahudi kültürünün geçmişiyle bugünü arasında bir köprü kuracak.
Balatlılar, fotoğraflarınızı, paylaşmak istediğiniz anılarınız varsa ve bana iletirseniz geçmişimizi onurlandırmış olacağız.