Haber fotoğrafı: 'Self-Portrait', Robert Mapplethorpe, 1980


Öncelikle queer terimini tüm LGBTQIA+ bireyler için şemsiye bir terim olarak kullanmayı seçtiğimi söyleyerek başlayacağım. Ancak yine belirtmek gerekir ki, bugün tüm bu adlandırmalar hakkında tartışmalar yeniden başlamış gibi gözükmekte. Bu yazıda asıl çıkış nokrası ise queer teması olan, ama kanımca queer sanat olmayan sanat üretimlerini yeniden sorgulamak. Örneğin, queer insanları tasvir eden queer olmayan sanatçıların epeyce fazla tekrarlanan ve yüksek popülarite nesneleri olarak değer bulan fotoğraf serileri var. Bu seriler genellikle marjinalleştirilmiş queer bedenlerin oldukça çarpıcı tezahürleri olarak şiddetli duygulanımları hedef edinirler. Genellikle queer topluluğun aktivist bireyleriyle karşılaşma imkânı bulabildikleri yürüyüşler ve toplantılar esnasında tanışan fotoğrafçılar yoğunluğu güçlü ancak çok sınırlı bir zamanda güven telkin edilen bir ilişki başlatma konusunda fotoğrafın bir medium olarak kabulü geleneğini rahatlıkla işletebilir.

Fotoğraf çoğu zaman bir yabancıyı içeri alma konusunda geçiş imtiyazı sağlayabilen araçlar arasında yer almaktadır. Fotoğraf Tarihi, fotoğrafın bu gücünü kanıtlar nitelikte örneklerden oluşmaktadır. Ancak bu konu bir o kadar da tartışmalı bir konudur. Fotoğrafçının hayalleriyle model aldığı topluluğun hayallerini ilişkilendirme deneyimi hep tartışmalara yol açan bir konu olmuştur. Ve genellikle konu hep aynı noktada askıda kalmaktadır. Bu bir fotoğrafçının derinlikleri keşfetme açlığını mı tasvir etmektedir yoksa toplumun dezavantajlı bireyleri için bir açılım mı sağlamaktadır? Tabi her ikisinin de mevcudiyeti olasıdır. Ancak sınırlar yine de tartışmaya açılmalı ve böyle hassas konularda sorgulama bir reflekse dönüştürülmelidir. Örneğin Feminist düşünür Sara Ahmed, toplumsal dünyadaki “öteki”liğin fenomenolojik deneyimlerini marjinalleştiren normatif, yönlü ve düzleştirici aygıtlarını bu gibi örneklerden yola çıkarak sorunsallaştırır.


'Self-portrait', Claude Cahun, 1928

Sanatçının “öteki”ni anlama ve bu “öteki”ni topluluğun geri kalanına gösterme arayışı çoğunlukla kendi konumunu tayin etme ve bakış meselesidir. Burada fotoğrafçının bakışları kolaylıkla nesneleştiriliyor mudur asıl önemli olan budur. Ne yazık ki, queer olmayan sanatçılar queer insanların fotografik eserlerini yaptıklarında genellikle röntgencilik unsurları gündeme gelir. Fotoğraflarında “bize bak” yerine “onlara bak” yazıyor gibi göründüğü eleştirileri açığa çıkar. Bu eleştiriler özelinde, insanlar, bu fotoğraflarda birey olarak değil, yalnızca cinsiyet kimlikleriyle temsil edilir.

Bu tür bir ayrım önemlidir, çünkü sonuçta güç pozisyonlarıyla ilgili bir konudur. Çoğunluğun bir üyesi için “tuhaf” ve “ilginç” görünebilecek bir şey, LGBTQIA+ topluluğundaki biri için politik, hatta ölüm kalım meselesi anlamına gelebilir. Çoğunluk yani ayrıcalıklı bir grubun üyesi olan kişi azınlık yani imtiyazsız bir grubun üyesini temsil etmeye çalıştığında bu her zaman tehlike barındırır. Örneğin, çok saygın beyaz bir queer fotoğrafçı olan R. Mapplethorpe birçok başka queer insanın temsiliydi. Bununla birlikte, yine de Afrika kökenli modellerini nesnelleştirdiği için eleştirilere maruz kaldı. Yine de sanat tarihçi Richard Meyer’e göre Mapplethorpe belgesel fotoğrafçılığın süper turist tutumunu radikal bir biçimde reddetmektedir. Sado-mazoşizmi tarif ederken izleyicinin önüne kendi bedenini koyan Mapplethorpe: “Ben bunun bir parçasıydım, fotoğrafçıların çoğunun bu yönde dezavantajları var, bunun bir dezavantaj olduğunu düşünüyorum, onlar yaptıkları işin bir parçası değiller. Onlar sadece röntgenci ve bu nedenle benden oldukça farklılar” demektedir. Yabancılaşma ve ego arasındaki ilişkinin bir parçası olan fotografçı daima kendini bütünleme ihtiyacı ile hareket etmekteyse Mapplethorpe’un bu ilişkinin öznesi olan fotoğrafçılardan biri olduğu söylenebilir.


Karl Lagerfeld ve Choupette, Fotoğraf: Pierre ve Gilles, 2013

Fotoğrafta queer tanımlarının riski biraz daha derindir. Fotoğrafta, tercihen hem sanatçı hem de özne queer olduğunda mutlaka radikal görüntülerle karşılaşmayız. Tabi ki toplumda kabul ve haklar mücadelesi bağlamında çarpıcı ve radikal görüntülere de maruz kalmak gereklidir. Bu olmadan, birçok queer kimlik meşru kimlikler olarak tanınmazdı. Görünürlüğün politik olarak aciliyet taşıdığı inkâr edilemez. Ancak, bu stratejinin dezavantajları vardır. Queer topluluğu içinde de yeni normlar yaratır. Queer yaşamın ya da queer bedenlerin “çirkin/ucube” temsillerine uymazsanız, bir queer olarak da başarısız olunduğu sonucu açığa çıkabilir.

Sanat tarihçi ve küratör David J. Getsy, normatiflik dışı olma talebini şöyle tartışır: “Kendini normal olmayan olarak görünür kılma baskısının kendisi norm olmuştur.” Bu tür bir açıklık ve teşhir, tüm queer insanlar için güvenli bir seçenek olmayabilir. En kötüsü, hayatı tehdit edici olabilir. Ayrıca, normatif olmayan figüratif sanat eserleri ve bedenlerin temsilleri bile her zaman kategorize edilir. Jestler ve modalar kültürel olarak cinsiyetlendirilmiştir.

Görünürlük iki ucu keskin bir kılıçtır ya da Michel Foucault’nun dediği gibi: “Görünürlük bir tuzaktır.”

Medyada trans görünürlüğü, trans bireyler ve hakları hakkındaki bilgileri arttırır, ancak aynı zamanda ayrımcılığı ve önyargıları da arttırır. Görünürlük hem güçlendirir hem de savunmasız hale getirir. Özellikle de azınlık olduğunuzda. Görünürlüğün tehlikelerine rağmen, queer insanların görülmesinin ve kendi değerleriyle görülmelerinin hayati önem taşıdığı kesindir.

Sadece farklı cinsiyetlerin temsili değil, aynı zamanda cinsiyetin gerçek görünürlüğü de önemlidir. Günümüzde birçok aktivist, vücutlarının (veya kıyafetlerinin vb.) sahip olabileceği tüm cinsiyet belirteçlerini silme ihtiyacını sorguladı. Yeterince queer olmama ya da görünmeme damgasını kaldırmaya çalışıyorlar. Okunaksızlık bir direniş biçimi, başarısızlık bir süper güç olabilir. Okunabilirlik zorunlu olmamalıdır.


Phillip Prioleau, Fotğraf: Robert Mapplethorpe, 1982

Peki, görünür olan veya görünür kılınması gereken nedir?
Queer sanatı tanımlamanın tek bir yolu yoktur. Aslında queer sanat nedir diye sormak yerine, queer sanat eserleri ne işe yarar diye sormak daha yararlı olabilir. Bu sanat eserleri baskın iktidar yapılarını destekliyor mu, yoksa onları parçalamak için çabalıyor mu? Queer bir dünya anlayışı sunuyorlar mı? Queer insanlar için, onlar hakkında, onlarla birlikte mi yoksa queer insanları mı içeriyor? Eğer queer insanlar tasvir ediliyorsa, bu nasıl yapılır? Bakış nesneleştirici mi yoksa değil mi? Sanat eseri, bir birey olarak konusuna/konusu için veya topluluklarına/toplulukları için ne yapar? Sanat eserleri izleyicilerinden ne talep ediyor?

Bir sanat eseri, sonuçları olan bir varlıktır ve aktif bir varlığa sahiptir. Söyleyecek bir şeyleri var. Bu yaklaşım aynı zamanda sanatçının, sanat ortamının vb. sorumluluklarını da beraberinde getirmektedir. Sanatta bir aciliyet vardır. Ancak cinsiyet isyanının tüm görüntüleri slogan atmak zorunda değildir. Roland Barthes’ın fotoğraf deneyiminin duygusal yaşamlarımızdan nasıl farklı olmadığını incelediği kitabı Camera Lucida, görsel kültürün ampirizmine duygusal bilginin nasıl bir metodoloji oluşturduğunu ortaya koymaktadır. Camera Lucida’da, fotografik anlamı incelemek için iki ayrı metodoloji kullanılır; studium veya “egemen bilinç”, fotoğrafa zaman ve mekân gibi sosyal çıkarımlar aşılayan kültürel niteliklerdir; punctum, Barthes’ın “gizlenmiş olanı açığa vurmak” olarak belirttiği duygusal olumsallıktır. Punctum kasıtlı değildir, aksine izleyici için dokunaklı olan ve nihayetinde bir fotoğrafın okunmasını değiştiren öznel etkidir. Bir varoluş meselesinin fenomenolojik durumu ya da Barthes’ın “orada olmak” dediği şey. Punctum, varlık fenomeninden etkilenir; fotoğrafın dizinsel doğası ile izleyicinin öznelliğinin buluştuğu yerdir. Queer bir beden olma meselesi de sadece ontolojik arzu ve etkiyi değil, aynı zamanda referansın öznelliği bilgisidir. Öznel olanın yerel, yerleşik ve duygusal olduğunu iddia ederek, cinsellik ve toplumsal cinsiyetin statükosuna meydan okunur, böylece queer tarihinin anlaşılmasında ve ortaya çıkarılmasında daha geniş terimlere izin verilir. Örneğin, queer insanların hayatlarını normalleştirmeye odaklanan fotoğraflar. Bu fotoğraflar “Biz de herkes gibiyiz” anlamına geliyor gibidir. Normallik ve kabullenme arzusu vardır. Sanat eserlerindeki bu yaklaşımlar farklı beden türlerini ve yaşam biçimlerini gösterir. Cinsiyet, cinsellik ve hatta insancıllığın normatif algılarını genişletirler.


'Dennis with flowers', Fotoğraf: Robert Mapplethorpe