1917 yılının son günlerinde Picasso, evlenmek istediği nişanlısı Rus asıllı balerin Olga Khohlova’yı, annesiyle tanıştırmak için Barselona’ya götürdü. Dona Maria Picasso, genç kızı samimi bir nezaketle karşıladı ve sonra onu sahnede dans ederken seyretmek istedi. Temsilden sonra genç kızla başbaşa kaldığında da ona şunları söyledi;
- Zavallı güzel kızım benim, başını nasıl derde sokmak üzere olduğunun farkında değilsin. Oğlumla hiçbir kadının mutlu olabileceğini zannetmiyorum. O her zaman yalnızca kendini düşünür.

Bu olaydan birkaç ay önce Pablo Picasso, Slav güzeli Olga’yı Paris’te sahnede ilk kez gördüğünde tek kelimeyle büyülenmişti. Hiç çekinmeden genç kızın yanına gitmiş, gözlerinin içine bakarak;
- Sen olağanüstüsün biliyor muydun? demişti.

Picasso o tarihlerde bile çok tanınmıştı ama genç balerin onu tanımıyordu. Ayrıca buyurgan tavrı Olga’ya son derece küstah gelmişti. O gün boyunca Picasso kur yapıp durdu ama sonunda genç kız çekinmeden;
- Çok ısrarcısın ve dolayısıyla da iticisin, demişti.


"Olga Pensativa", Olga Khohlova


Rusya’da yeni ihtilal olmuş ve iç savaş çıkmıştı. Olga bir türlü haber alamadığı ailesi için çok endişeliydi. Pasaportu da iptal olmuştu. Parasız ve kimsesizdi. Kırılgandı, ilgiye açtı. Dolayısıyla günler sonra aşık Picasso’ya yaklaştı. Ama o çevrelerde o dönemde olağan olduğu şekilde onunla yatmaya yanaşmadı.

Picasso ise tutkudan çıldırıyordu ve reddedilip durmasını anlayamıyordu. Haftalar sonra Olga’nın bir arkadaşı (muhtemelen Olga’nın yönlendirmesiyle) Picasso’ya kaderini fısıldadı.
- Dindar, aristokrat bir Slav kızını onunla kilisede evlenmeden yatağa atamazsın.
İşte o “evlenme” düşüncesi, Picasso gibi özgür bir ruh için kâbustu. Çok direndi, kendi içinde savaştı ve sonunda Olga’yı yukarıda anlattığım uyarıyı duyacağı Barselona’ya götürdü.

Olga, müstakbel kayınvalidesini duydu ama iki nedenden ötürü dinlemedi. Öncelikle Picasso zengindi ve ona özlediği yaşamı verebilirdi. Üstelik artık bale yapamazdı çünkü ayağında bir türlü geçmeyen bir yara vardı. Picasso ise ona çok aşıktı ve genç adamı istediği gibi değiştirebileceğine inanıyordu.

1918 Haziran ayında, Paris’te Ortodoks Kilisesinde evlendiler ve kocaman bir eve yerleştiler. Ev çok güzel döşendi. Yaklaşık 1,5 yıl sonra da bir oğulları oldu. Olga ve Pablo Picasso artık zengin bir çift gibi giyiniyor, şık yerlerde görünüyor, sosyeteden insanlarla görüşüyorlardı. Ancak bu hanım hanımcık eş ve gösterişli burjuva hayatı Picasso’ya dar geliyordu. Bohem arkadaşları da Olga’yı hiç sevmemişlerdi. Ressamla onun darmadağın stüdyosunda buluşuyor, ona kendi özgür yaşamlarını anlatıyorlardı.

Bir yandan da Olga, ülkesindeki iç savaşın endişesiyle Picasso’nun ilham perisi olmuştu. Durgun, üzgün Olga’nın pek çok resmini yaptı. Bütün bu resimlerde, Olga -her zaman olduğu gibi ve Picasso’nun onu hep gördüğü gibi- düşünceli, hüzünlü, uzak, ciddi ve melankolik görülüyordu. Nitekim aşağıdaki tablonun ismi “Olga pensativa” (yani derin düşüncelere dalmış olan Olga)’dır.

 

----------

 

Picasso 1927’de 45 yaşındayken Galerie Lafayette’de asılı bir resmini hayranlıkla izleyen sportmen vücutlu sarışın bir genç kız gördü. Bir süre uzaktan kızı izledi, sonra da yanına gidip;
- Çok ilginç bir yüzün var. Senin resmini yapmak istiyorum. Ben Picasso’yum, dedi.

Marie Therese Walter, Picasso ismini ilk kez duymuştu. Ama merak etti ve stüdyoya gittiler. Bir hafta birlikte çalıştıktan sonra sevişmeye başladılar. Marie Therese annesine iş bulduğunu söyledi ve yıllar boyunca her gün Picasso’nun stüdyosuna gitti. O dönem 17 yaşındaki Marie Therese ünlü ressamın gizli metresi olmayı itirazsız, hiçbir zaman yakınmadan hemen benimsemişti. Yıllar sonra bir röportajda şunları söylemişti;
- Picasso’yla birlikte hayatımız her zaman gizli, sakin ve huzurluydu. Kimseye hiçbir şey söylemedik. Zaten yaşadıklarımız bize yetiyordu, biz mutluyduk. Bana sürekli onun hayatını kurtardığımı söylerdi.


Marie Therese Walter


Marie Therese Walter, Picasso’nun “La musa de oro”su, yani “Altın ilham perisi” olmuştu. Picasso genç kadını otururken, okurken, doğal haliyle ve çıplakken çok resmetti. Bu resimlerde Picasso’nun eriştiği huzuru görebilirsiniz. İşte meşhur “Oturan kadın” tablosu.

Resimdeki Marie Therese, canlı, güçlü, cesur renkleri ve aykırı motifleri dengeyle sakince taşıyabilen bir duru güzelliğini sergilemiyor mu? Sakin, doğal, azıcık da kışkırtıcı bakışları hemen göze çarpmıyor mu?

Belki de modern resim size hitap etmiyordur. Picasso’yu yaşantısından, kişiliğinden hatta üslubundan ötürü sevmiyor olabilirsiniz. Ama dikkatle bakınca bu tablo, sadece renklerden ve motiflerden oluşan garip bir siluet değil. İçine hissedilen huzur, paylaşılan mutluluk ve dehanın yansıtıldığı; ressam ile modelinin birlikte yaptığı bir sanat eseri.

1930 yılında Picasso Paris’e bir saat uzaklıkta eski bir malikane satın aldı. Her iki kadınına da bu evi onun için aldığını söyledi. Marie Therese hafta içi her gün evdeki stüdyoda kalırdı. Olga da hafta sonları ana binanın sahibesi olurdu. Dört yıl bu iyi planlanmış rutini sürdürdüler. Sonunda bir gün Marie Therese hamile olduğunu fark etti ve öğrenir öğrenmez de bir hafta sonu “evine” geliverdi. Olga oradaydı. Korkunç günler yaşandı. Marie Therese üzüntüsünden hasta oldu. Olga hemen boşanmak istedi. Ve Picasso bunalıma girdi.

Herkes için acılı ve çekişmeli günlerin sonunda her şey Picasso’nun belirlediği biçimde oldu. Olga ölene kadar, Picasso boşanmayı ve dolayısıyla mal varlığının yarısını vermeyi reddetti. Şehirdeki evi terk etti. Üzüntüsünden saçları dökülmüş olan Marie Therese ile olan ilişkisini hiçbir zaman bitirmedi ama artık Picasso’nun hep onunla yaşayacağını zanneden genç kadından ruhen ve bedenen uzaklaşmıştı.

 

---------

 

Marie Therese kızlarını doğurduktan iki ay sonra da sahneye yepyeni bir oyuncu bambaşka tür bir kadın, yeni bir ilham perisi; Dora Maar çıkıverdi.


"Ağlayan Kadın", Dora Maar

Dora Maar, Picasso’yla tanıştırıldığında tanınmış bir fotoğrafçıydı. Çok enerjik, dışadönük, ilginç, bağımsız, fikirleri ve duruşu olan -bir yandan da depresif- bir kadındı. Picasso’yu kalabalık bir masada görür görmez yaşamına dahil etmeye o karar vermişti. Bir kış gecesi tanıştırılınca ressamın tam karşısına oturdu, masada konuşulanlarla hiç ilgilenmiyormuş gibi eldivenlerini çıkardı ve keskin çakısıyla bir tahta parçasına şekil vermeye başladı. Picasso kadının derin mavi gözlerini, kalın kaşlarını, uzun ve çok ilginç yüzünü, huzursuz duruşunu ve de elindeki tahta parçasına çakıyla yaptıklarını izliyordu. Dora Maar bu bakışların farkındaydı ama tahta parçasıyla tam olarak ne yaptığını bildiği söylenemezdi. Bıçak kaydı, Dora’nın elini kanattı ve kan damlaları eldivenin üzerine düştü. Picasso uzandı, kadının elinden bıçağı aldı ve sonra da lekeli eldivenlerin kendisine ilham verdiğini, onları stüdyosuna götürmek istediğini söyledi.

Stüdyoya giden yalnız eldivenler olmadı. Dikkat ediniz; “götürülen” yazmadım “giden” yazdım. Dora Maar, ne Olga’ya ne de Marie Therese’e benzemiyordu! Seçimi o, Picasso’yu etkileyip -kendisinden ödün vermeden- onun yaşamını, fikirlerini, sanatını yönlendirmek için yapmıştı. Kimine göre Picasso’nun artık ihtiyacı olan tarzda bir iham perisiydi.

Picasso ilişkileri boyunca Dora Maar’ın çok resmini yaptı. Dora Maar da o dönemde durmadan fotoğraf çekti, şiirler yayınladı ve ünlü ressamın yanı başında kayda değer resimler de yaptı. Picasso’nun ressam, Dora Maar’ın da ilham perisi olarak birlikte yapmış oldukları en önemli eser “Ağlayan Kadın”dır.

Bu resim, sanki keyif vermek için yapılmamıştır. İnsanı huzursuz / rahatsız eder, üzer, ama hayran da bırakır.

26 Nisan 1937 tarihinde General Franko’nun faşist ordusu, Hitler’in ve Mussolini’nin de desteğiyle kuzey İspanya’da Guernica köyünü bombalayarak yerle bir etmişti. Bu olay, bir sosyalist olan Dora Maar ve faşizme karşı olan Picasso’yu çok etkilemişti. Resimde Picasso, Dora Maar’ı kasılmış elinde tuttuğu mendilini dişleriyle ısırmış, çaresiz bir halde ağlarken gösterir. Gözyaşları, dişler, eller, mendil ve dolayısıyla ifade kalın siyah çizgilerle çizilmiş ve silik açık gri renkte olmalarına rağmen gözü alırlar ve tablonun merkezinde acıyı vurgularlar. “Oturan Kadın” resminde kullanılan aynı canlı renkler bu sefer öyle bir yerleştirilmiştir ki, huzur arayıp gözlerini merkezden kaçıran izleyiciyi tırmalar. Tablo, “Acıdan Kaçılamaz” der ve ilave eder “Göz alan renkler / görüntüler acıyı dindirmez, tam tersine vurgularlar.”

 

-------------

 

Bu üç kadınla birlikte (ve tabi başkaları da oldu) insanlar, olaylar, arzular, tutkular, sevinçler, felaketler, yaşanılan mekânlar, anlar, duygular, iç fırtınalar, ... ve daha bir sürü şey; kısaca dolu dolu bir yaşamdır, ki Pablo Picasso’nun eserlerini bize armağan etmiştir. Bugün artık geride kalan öyküler yalnızca fasa fiso...