Sinema sevgisini kariyere dönüştürmeyi başaran sinefilleri takdir ederim. Eytan İpeker onlardan biri. 20 yıla yaklaşan kariyeri süresince yolumuz birkaç kez kesişti. Bu yazıda 4 yıldır Berlin’de yaşayan Eytan’ın bu tercihinin sebeplerini, kariyerinin kilometre taşı başarılarına götüren yolu, sinemamızın ünlü yönetmenlerinden edindiği tecrübeleri, bir belgeselcinin karşılaştığı sorunları, üstünde çalıştığı filmleri ve projelerini okuyacaksınız.

2016 Cannes Film Festivali’nde EYTAN İPEKER’in yapımcıları arasında olduğu “Albüm” filmi, Eleştirmenler Haftası bölümünde ödül kazandığında, mutluluğunu paylaştığı kişilerden biriydim. 2022 Cannes Film Festivali’nde kurguculardan biri olduğu, festivalin tek Türk filmi “Kurak Günler”in dünya prömiyerinde uzun süre alkışlanmasını, Eytan İpeker ile aynı salonda yaşadık. 2015 İstanbul Film Festivali programında yer alan Eytan İpeker’in, senaryosunu yazıp yönettiği “İdil Biret: Bir Harika Çocuğun Portresi” belgeseli ile, 2022 Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde “Kurak Günler” filmiyle En İyi Kurgu Ödülü kazanmasıyla, Eytan İpeker’in başarılı kariyerinin tanığı oldum. Şimdi sözü kendisine bırakıyorum.


Özcan Vardar, Emin Alper ve Eytan İpeker

Sinema sevgini başarılı bir kariyere dönüştürdüğün için seni tebrik ederim. New York Üniversitesinde aldığın sinema eğitiminin ardından kısa metraj ve kurgu deneyimleri yaşadın. Aralarında Yavuz Turgul’un da bulunduğu prestijli yönetmenlerin reji asistanlığını yaptın. Sonraları uzun metrajlı filmler yaptın. Bu süreci anlatır mısın?
Sinemaya ilgim ilkokul yıllarıma dayanıyor. Ulus’taki evimizin altında video kaset kiralayan bir yer vardı, her fırsatta oraya uğrardım. Ama tabi o dönem, gerçekten sinemanın perdede izlendiği bir dönemdi. Üniversite dönemine yaklaşırken bu alanı seçmek istediğim konusunda kafam çok netti. New York Üniversitesi öncesinde bir buçuk sene kadar Massachusetts College of Arts adlı küçük bir sanat okulunda eğitim gördüm ki deneysel sinemayla karşılaşmam açısından beni çok etkilediğini düşünüyorum. Türkiye’ye döndüğümde Yavuz Turgul’un “Gönül Yarası” filminde ve çeşitli reklam setlerinde çalışmaya başladım, bir yandan da soyut filmler yapıyordum. Bu dönemde Berlin Film Festivali’nin yetenek kampüsüne seçildim, cemaatimizin desteğiyle Eli Aji’nin “Dantelacı” adlı öyküsünü kısa film olarak hayata geçirdim ve Renan Koen’in “Özleyiş” adlı bestesine yaptığım filmle İFSAK Kısa ve Belgesel Film Yarışması’nda En iyi Deneysel Film ödülünü aldım. Sonrasında Yoel Meranda ve Can Eskinazi’yle beraber 2011 yılında Kamara adlı bir prodüksiyon şirketi kurduk. Hedefimiz bir yandan reklam, tanıtım ve müzik klibi işlerle kendimizi geliştirmek, bir yandan da kişisel olarak heyecan duyduğumuz projelere odaklanmaktı. Bu süreçte “Dağınık Yatak”, İdil Biret belgeseli, “The Pageant” (Miss Holokost Survivor) gibi projelerimi hayata geçirdim. Çok keyifli bir dönemdi. Şimdilerde şirketi devrettik ve çalışmalarıma freelance olarak devam ediyorum. Son dönemde kurguya ağırlık verdim. Kişisel bir dünya kuran yönetmenlerle çalışmak bana çok ilham veriyor. Geçtiğimiz sene “Kurak Günler”in yanı sıra, 15. Documenta Sanat Fuarı’nda görücüye çıkan Pınar Öğrenci’nin “Aşit” filminde çalıştım.

Dört yıldır Berlin’de yaşıyorsun. Bu tercihindeki motivasyonunu anlatır mısın?
Türkiye son 10-15 yılda son derece kaotik, gergin ve yaşanılması zor bir yer haline geldi. Antalya Film Festivali ödül törenini Alman bir arkadaşımla izlerken ödül alanların yaptığı politik konuşmaları açıklamam gerekti ve açıkladıkça da Türkiye’de ne kadar çok farklı konuda, ne kadar farklı yönlerden sıkışmış olduğumuzu tekrar anımsadım. Yaklaşık 6 sene önce kızımız doğduğunda gitmek-kalmak meselesi bizim için iyice önemli hale geldi. Berlin, çocuk büyütmek için çok daha huzurlu bir yer. Aynı zamanda uluslararası sinema adına da önemli bir merkez. Taşınmamızdan önce bir Alman filminde çalışma fırsatım oldu ve yüzeysel de olsa Berlin’i deneyimleyebildim. Sonuç olarak geriye dönüp baktığımda iyi ki taşındım diyorum. Tabi bundan her şeyin tozpembe olduğu gibi bir izlenim çıkmasını istemem. Kimliğimi oluşturan birçok şeyi geride bırakmak ve sıfırdan yeni bir hayat kurmak kolay olmadı. Halen de değil.


"Kurak Günler" - Özcan Vardar, Eytan İpeker (Cannes 2022)

Son dönemde kurgu yapmaya odaklandın. Altyazı dergisinin 2020’de yılın en iyi filmi olarak seçtiği “Mimaroğlu”ndan sonra, bu yıl “Kurak Günler”in kurgusuna katıldın. Özcan Vardar ile birlikte 59. Antalya Altın Portakal Festivali’nde En İyi Kurgu Ödülüyle taçlandırıldınız. Sinema kariyerini hangi projelerle sürdürmeyi düşünüyorsun?
Şu sıralar “Nefesim Kesilene Kadar” filminin yönetmeni Emel Emine Balcı’nın yeni uzun metrajını kurguluyorum. Türkiye-Almanya ortak yapımı. Başrollerini Bige Önal ve Elit İşcan paylaşıyor. Doğum sonrası anneliğe alışmaya çalışan bir kadının yaşadıklarına odaklanan ve Türkiye sineması açısından çok sıra dışı bir film. Önümüzdeki sene izleyiciyle buluşacağını tahmin ediyorum. Onun dışında henüz araştırma aşamasında olan kendi projelerim var.

Antalya’da 9 ödül kazanan “Kurak Günler”de sık sık geriye dönüşlerle filmin karakterleri hakkında bilgiler veriliyor. Bu senaryo gereği mi, yoksa kurgucuların önerisi miydi?
Filmin yönetmeni Emin Alper’e Cannes’da bunun şakasını yapmıştım: “Senarist geriye dönüşlere dayalı senaryo yazıyor, herkes de kurgu ne kadar iyi diye alkışlıyor.” İşin doğrusu, senaryo daha en baştan ana karakterin güvenilirliğini kendinin dahi sorguladığı geriye dönüşler üzerine kuruluydu. Ama pek çok filmde olduğu gibi, filmin yapısı sonradan çok değişti: Pek çok sahne çıkarıldı, pek çok sahnenin yeri değiştirildi. Geri dönüşlerin nerede yapılacağı, nasıl bir ses tasarımıyla destekleneceği, neleri ele verip vermeyeceği kurgu aşamasında şekillendi.

“Kurak Günler”i Cannes Festivali’nde birlikte izlemiştik. Türkiye’de prömiyerini yapacağı Altın Portakal Festivali’ne katılacağını söylemiştin. Gelemedin. İş yoğunluğundan mı, başka bir sebepten mi?
Maalesef iş yoğunluğundan gelemedim. Orada ekiple beraber bu anı paylaşmayı çok isterdim. Ayrıca festivalde yönetmenliğini Somnur Vardar’ın yaptığı, kurgucusu olduğum “Boşlukta” filmi de Belgesel Uzun Metraj Yarışması’nda yer alıyordu. Bir dahaki sefere artık. 


"Albüm" - Murat Kılıç, Eytan İpeker, Sinan Kesova (Cannes 2016)

Tek Türk filmi olarak katıldığın 2016 Cannes Film Festivali’nde, “Albüm” Eleştirmenler Haftası Bölümünde ödül aldı. Çocuk sahibi olamadıkları için evlatlık edinen bir çiftin yaşadığı trajikomik öyküsünü anlatan filmin yönetmeni Mehmet Can Mertoğlu idi. “Albüm” hakkında neler söylersiniz. Bir de 6 yıldır sesi soluğu çıkmayan Mertoğlu ile temasınızı sürdürüyor musunuz?
Mehmet Can hayatımda gördüğüm en büyük sinefillerden biri ve bazen film izlemekten film yapmaya vakit bulamadığını düşünüyorum. En son konuştuğumda yeni senaryosu üzerine çalışıyordu. Yoel Meranda ile beraber ilk filmi “Albüm”in yapımcılığını üstlenmek ve tüm bu süreçte onu yönetmen olarak gözlemlemek beni çok derinden etkiledi. Mehmet Can, filmi çektiğinde çok gençti, sinema konusundaki deneyimi çektiği iki kısa metraj film ve Semih Kaplanoğlu’nun “Bal” filminin setinde geçirdiği birkaç günden ibaretti. Ama bu aslında çok büyük bir avantajdı, önünde ona “film böyle yapılır” diyen bir otorite figürü yoktu. Tamamen sinefil içgüdüleriyle hareket edebilmesi çok ilham vericiydi ve sektör içinde edindiğim onca deneyimin beni nasıl formatladığını fark etmemi sağladı. Örneğin, bir çekim gününde senaryoyu Esperanto diline çevirtip oyunculara ezberlettiğini hatırlıyorum. Yapımcı olarak ne diyeceğimi bilemedim. Allahtan yarım günün sonunda tekrar Türkçe versiyona geri dönüldü. Sonradan amacının oyuncuların ezberlerini bozup sahneyi farklı görmelerini sağlamak olduğunu söyledi ama sanırım kendi bakış açısını da değiştirmeye çalışıyordu.


İdil Biret Belgeseli IKSV gösterimi - Azize Tan, Yoel Meranda, İdil Biret, Eytan İpeker

İdil Biret: Bir Harika Çocuğun Portresi” (2015) belgeselinin bir hayli uzayan çekim sürecinde, arşiv görüntülerini satın alma konusunda yaşadığın finansman sıkıntısının tanığıyım. Türkiye’de belgeselci olmanın özel bir cesaret gerektirdiğini söylemiştin. Açıklar mısın?
Türkiye’de belgeselle ilgili en önemli sorunlardan biri her şeyin siz isteseniz de istemeseniz de politik bir bağlama oturması. Bu belki dünyanın her yerinde böyledir ama Türkiye’de politik fay hatları sürekli olarak çok gergin. Belgeselin “gerçek” dediğimiz şeyle kurmacaya göre daha direkt bir ilişkisi olduğu için bir anda kendinizi belli bir tarafın propagandacısı olmakla suçlanırken bulabilirsiniz. Örneğin İdil Biret belgeselinin içindeki “Harika Çocuklar Kanunu” kısmını bilerek çok hızlı geçtim: Beni İnönü’nün batılılaşma politikalarından ziyade küçük bir çocuğun kendini bir anda devlet eliyle Fransa’da bulması ilgilendiriyordu. Ancak İstanbul Film Festivali’ndeki prömiyerde izleyicilerin soru cevapları sırasında konu Kemalizm’e, oradan da AKP-CHP çatışmasına geldi. Tartışma biraz büyüse ve ben kendimi bir şekilde yanlış ifade etsem, işin ucu hiç istemediğim yerlere gidebilirdi. Belki de İdil Biret hakkında apolitik bir film yapmak benim naifliğimdi.