9 Kasım 2022 günü, saat 14:25’de, doğum gününden 5 gün sonra, annem Coya Delevi, 89 yaşında hayata gözlerini yumdu.
Annem olması dışında, Coya Delevi kimdir? Kısaca özetlemeye çalışacağım.

Coya, 9 Aralık 1933’de İstanbul Haseki Hastanesi’nde doğdu. Annesi Mari (Miryam) Tekirdağlı, babası Jak (Yaakov) Azikri ise Çorlulu idi. Tekirdağ’da oturuyorlardı. Ancak, Coya’nın doğumu için İstanbul’a gelmişlerdi. İstanbul’da doğmasına rağmen Coya’nın nüfus kâğıdında doğum yeri Çorlu olarak görünmektedir. Büyük ihtimalle nedeni, babasının Çorlu nüfusuna kayıtlı olmasıydı.

Doğumdan sonra, Azikri ailesi, birkaç aylığına Tekirdağ’a geri döndü. Nisan 1934’de, Galata’da, İtalyan Sinagogu arkasındaki Laleli Çeşme Sokak’ta yerleşmek üzere İstanbul’a geri döndüler. Bu sayede annem ve anne ve babası, müessif 1934 Trakya Olaylarını yaşamadılar.

İlk çocuklarını kaybettikleri için, Coya Azikri ailesi için çok kıymetliydi. Annem evlendikten sonra 3-4 yıl büyükbabamlar ile Galata’daki evde birlikte yaşamışlardı. Anlatıldığına göre, ben konuşmaya başlayınca babam ve dedemi Papa, anne ve ninemi Mama diye çağırmışım. Bir süre sonrada, bebek aklımla, onları ayırt etmek için Mama ve Papa’nın sonuna büyüklerimin adlarını ilave etmişim. Bugün dahi, tüm Azikri ailesi onları bu isimle anarlar. Papajak, kızı Coya’nın, kendi annesi Coya’nın kopyası olduğunu söylerdi: her zaman ciddi, düzenli, poze ve tatlı sözlü.


Coya babası Yaakov Azikri ile, 1939

Coya’nın aile ağacı, baba tarafından Azikri, anne tarafından ise Altaras idi. Çocukluğundan itibaren geniş ailesi ile Judeo-Espanyol dilinde konuşmaya başladı. Küçüklüğünde, ailesinin büyük bir kısmı hala Tekirdağ’da yaşıyordu ve onları sık sık ziyaret ederlerdi. Bu sayede hem büyük şehir hem de köy hayatını tanıma fırsatı buldu. Diğer taraftan, Azikri ailesinin büyük bir kısmı İstanbul’da aynı evde yaşıyordu. Evde, o zamanın tabiriyle, yalnız “İspanyolca” konuşulurdu. Böylece, Coya, ömrü boyunca büyük sevgiyle bağlı olduğu dil ile hem tanışmış hem de kullanma fırsatı buldu.

1940 yılında okula başladı. O dönemlerde, Yahudi çocuklar genelde “Bene Berit” okuluna giderlerdi. Ancak Papajak, Coya’nın “48. İlkokul”a gitmesini iki nedenle istedi. İlk olarak, Coya evde İspanyolca konuşuyordu, ancak Türkçeyi de çok iyi konuşması gerekiyordu. İkinci neden ise, Coya zaten Yahudilerin çok yoğun olduğu bir bölgede yaşıyordu. Ama diğer toplumlardan çocukları da tanıması gerekiyordu. Anlaşılacağı gibi, o dönem için çok ileri görüşlü bir karardı. Ve bu sayede Coya mükemmel bir Türkçe konuşmaya başladı. Yazma aşkı da bu okulda başladı.

40’lı yıllara gelindiğinde hem dünya hem de Azikri ailesi için zor günler başladı. 40’lı yılların başında, yine Galata’da, ilkinden biraz daha büyük, Saffet Bey Apartmanı’na taşındılar. Aile genişlemişti, küçük kardeş Moris doğmuştu, dedemin kardeşi de birlikte yaşamaya gelmişti.

Sırası gelmişken, annem, henüz 11-12 yaşındayken, yeni taşındıkları evin çatısındaki terasa çıkıp, denizde uzun süredir bekleyen bir gemiyi izlediklerini anlatırdı. Daha sonraları, bu geminin “Struma” olduğunu öğrenecekti.

Yeni eve taşınmayla birlikte zor günler de başladı. Papajak “20 Sınıf” kapsamında askere alındı. Ancak çok şanslıydı, Pendik’e gönderildi. Ayrıca lisan bildiğinden ve muhasebeci olduğundan “yazıcı” yapıldı. Komutanın izniyle de bir iki kez ailesinin kendisini ziyaret etmesine izin verildi. Bu sefer “Varlık Vergisi” kapıyı çaldı. Takdir edilen tutar boyunu kat kat aşıyordu. Bu sefer de şans yüzüne güldü: patronu borcu üstlendi.


Üç kardeş, Coya - Moşe - David Azikri

1945 yılında bir kardeş daha, David doğdu. On iki yaşında artık büyümüş bir kız olarak annesine küçük David’i büyütmekte yardımcı oldu. Bu dönem, bir anlamda, çocuk yetiştirme eğitimi gibi oldu.

1944 yılında Saint-Benoit Lisesi’ne başladı. Burada, okul bültenlerine yazarak yazma kabiliyetini geliştirdi.

Hayatında diğer önemli bir nokta, Saffet Bey Apartmanı’nda Şalom’un kurucusu Avram Leyon ile komşuydular. Aynı yaşlarda ve benzer görüşlere sahip olduklarından Papajak ve Avram Leyon iyi arkadaştılar. Annem, aralarında Şalom’un kuruluş zorluklarını konuştuklarına çok kez şahit olduğunu söylerdi. Ve böylece, bir anlamda doğuşuna şahit olduğunu ve bunun da 70 seneden beri Şalom’a olan sevgi ve sadakatinin kısmen açıkladığını ilave ederdi.

Coya, Saint-Benoit’nın orta bölümünü derece ile bitirdiğinde, dedem, artık evinin hanımı olmaya hazırlanması gerektiğinden okula devam etmemesine karar verdi. Dönemine göre çok aydın ve ileri görüşlü olan dedemin bu kararı almasında başka nedenler olduğunu düşünüyorum. Tabi, öğrenmeye aç olan annem için bu karar çok üzücü olmuştu.

Dikiş eğitimi, ev işleri, küçük kardeşine bakarak annesine yardım ederek iki yıl geçirdi.

1951 yılında babam Beno Delevi ile evlendi. İki yıl sonra tek çocukları ben doğdum. Annem beni büyük bir sevgiyle büyüttü.


Beno - Coya - Metin Delevi, 1955

1956 yılında, hayatında önemli bir dönüm noktası yaşadı. “6-7 Eylül Olayları” sonrasında, dedem ve ninem iki çocuklarıyla İsrail’e göç etmeye karar verdiler. Dedem, ben daha çok küçük olduğumdan, anne-babama bu maceraya katılmamalarını tavsiye etmişti. Annem, tüm ömrü boyunca, ailesinden uzak kalmanın kendisi için büyük bir eksiklik ve üzüntü kaynağı olduğunu söyledi.

1970’li yılların başında, öğrenme aşkı tekrar alevlenmeye başladı. British Council’de İngilizce eğitimine başladı. Bir süre sonra, ben de derslere katılmaya başladım. Anne-oğul birlikte ders alan tek örnek olduk. Kırk yaşına geldiğinde imtihanlara girdi ve Cambridge Üniversitesi İngilizce sertifikasını pekiyi dereceyle aldı. 1976 yılında Casa d’Italia’da İtalyanca kurslarına devam etmeye başladı. Senenin sonunda, hocasının ısrarı üzerine imtihana girdi. İmtihanda pekiyi derece aldı. Üstüne, bu dereceyle, seçeceği bir İtalyan Üniversitesi’nde burslu olarak İtalyanca eğitimi almaya hak kazandı. Ancak, bu yaşta yeni maceralara girmek istemediğinden reddetti.

1981 yılında, uzun süre İsrail’de hastanede başucunda kaldıktan sonra annesini, sevgili Mamari’mizi kaybettik.

1982 yılında evlendim. Artık eşim ve çocuklarım en sevdiği kişiler olmuştu. Evlendikten ve baba evinden ayrıldıktan sonra, her gün onu iki kez, ilki saat 11’de ikincisi saat 16’da arama düzenine geçtim. Bu gelenek sağlıklı günlerinin sonuna kadar devam etti. Telefonda ilk sorusu “Eşin ve çocuklar nasıl?” olurdu.

1990’lı yılların ortalarında yazdıklarını toplumla paylaşmaya ikna ettim. Sayısız şiir, hatıra ve görüşlerini paylaşmaya başladı. Ve böylece dergilerde, bültenlerde ve en önemlisi Şalom’da Türkçe ve Judeo-Espanyol’ca yazmaya başladı ve hayatının son günlerine kadar yazmaya devam etti. Artık yalnız Türkiye’de değil, dış ülkelerde de Judeo-Espanyol ve Fransızca yazılar yazıyordu. Institut Sépharade Européen web sitesinde “Coya’nın Düşünceleri” adlı bir köşesi vardı. “El Amaneser” gazetesinin kurucularından biri oldu.


2016 yılında, anılarını içeren bir kitap yazmaya karar verdi: “Galatalı Küçük Bir Kız”.

Neredeyse 80 yıllık bir hatırat, ‘Galatalı Küçük Bir Kızın Öyküsü’. Bu satırları kaleme alırken çocukluk, gençlik, olgunluk yaşantım bir film şeridi gibi tekrar gözlerimin önünden geçti. Yıllar boyu hafızama kazınmış anılarımı kelimelere dökmek, benim için büyük bir mutluluk oldu. 80 yıl içinde yaşadıklarımı, gördüklerimi, hissettiklerimi, acısıyla tatlısıyla paylaşmaya çalıştım. Unutulmaya yüz tutmuş geleneklerimizi, örf ve adetlerimizi hatırlayarak korumayı, gelecek nesillere aktarmayı önemli buldum. Önce Çorlu, Tekirdağ ve Galata’nın geleneksel Yahudi yaşantılarından bahsettim, daha sonra olgunluk, evlilik, annelik ve sonrası hatıralarımla da 20. yüzyılın ikinci yarısından, mütevazı bir ailenin yaşantısından kesitler sundum. Son bölümde Judeo-Espanyol üzerinde yaptığım çalışmaları aktarmamın özel bir nedeni var. Gençlere geleneksel lisanımızı yaşatmaları için neler yapılabileceği mesajını iletmek istedim.”

Ancak rüyası, Judeo-Espanyol dilinde bir kitap yazmaktı. Ayrıca, bu anıların parçaları olan ve Türkçeye artık vakıf olmayan kardeşleri de bu kitabı tercüme etmesini istiyorlardı. Ama artık eski kuvveti kalmamıştı. Kendisini cesaretlendirdim, yardımcı oldum, yazdıklarını editledim, bilgisayara geçirdim, bir an önce bitmesi için elimden geleni yaptım. Ve böylece 2019 yılı sonlarında ikinci kitabı “Una Ijika Chika de Galata” yayınlandı. Kitap tercümeden öte, yaptığı ilavelerle yeni bir kitaba dönüşmüştü.

12 Temmuz 2020 Cumartesi günü, geleneksel hafta sonu ziyaretine gittim. Üçümüze kahve hazırlayıp birlikte içmek onun en büyük keyfiydi. O gün de aynı şeyi yaptık. Saat 18’e doğru eve döndüm. 2-3 saat sonra, saat 21’e doğru babam beni aradı: “Çabuk gel annen iyi değil.” On dakika içinde varıp ambülansa koyup hastaneye götürdüm. Teşhis beyin kanamasıydı. Hemen ameliyata alındı. On bir ayı yoğun bakımda olmak üzere 2,5 seneyi kâh hastanede kâh geriatride geçirdi.

Bir cuma günü telefon çaldı: “Sakin misiniz Metin Bey?” Hemen anladım, babamdan 1,5 yıl sonra annem Coya Delevi’yi de kaybetmiştim.
Cenazenin öncesinde ve sonrasında çok sayıda taziye ve ortak hatıra mesajı aldım. Vefatı yabancı sitelerde ve Şalom’da duyuruldu.

Cenaze sabahı okumak üzere bir konuşma hazırladım ancak sonuçta okuyamadım:
Değerli dostlarımız,
Burada yanımızda olduğunuz için çok teşekkür ederim.
Annem, çocukluk yıllarından beri yazmaya başlamış, neredeyse ömrü boyunca bunu devam ettirmişti. Duygularını, düşüncelerini, sözlerle değil yazıyla aktarmayı seviyordu. Nihayet 20-25 yıl önce, kendisini bu yazıları paylaşmaya ikna edebildim. Yurtiçi ve yurtdışı dergilerde, ağırlıkla Şalom’da ve El Amaneser’de, kâh Türkçe kâh Fransızca ama ağırlıklı olarak Judeo-Espanyol dilinde yazdı. Önceleri, yazılarını güzel kaligrafik yazısıyla kâğıda döktü ve bu şekilde teslim etti. Daha sonraları ikna ettim, bilgisayarda yazmaya başladı. Ancak internetten ürkerdi. Bu nedenle yazılarını bir memory stick’e alır ya bunu bizzat kendisi ilgili yere götürür veya bana verir, teslim etmemi isterdi.
Bana sık sık söylediği “Metin, sakına unutma veya gecikme bu stick’teki yazı çok önemli” sözlerini ve antika stick’leri hep hatırlayacağım.
En sevdiği şey, gazetenin yayınlandığı gün şık giyinip babamla birlikte kol kola Atiye Sokağa, Şalom’a gitmek, oradakilerle sohbet etmek, bir nüsha almaktı., Eve varır varmaz ilk önce kendi yazısını, peşinden geri kalanları a’dan z’ye okurdu. Diyebilirim ki, Şalom ve El Amaneser ila kalkar onlarla gününü geçirirdi. Büyük bir tutku ile bağlıydı Şalom’a.
Nihayet ikna ettim kitap yazmaya, ilkini yazdı peşinden çok sevdiği Judeo-Espanyol dilinde ikincisini yazdı ve kısa bir süre sonra sağlığını kaybetti.
Annemi son yolculuğuna uğurlarken, son 20 yılında onu hayata ve aktif yaşama bağlayan, üyesi olmaktan gurur duyduğu, yazmasına, düşünce, duygu ve bilgisini aktarmaya fırsat veren Şalom ailesine teşekkür etmek isterim.

Annemi, kaybettiği annesi için 2007 yılında yazdığı bir şiirle uğurlamak istiyorum:
TANTOS ANYOS SIN TI 
(a la memorya de mi madre)
Oy es el sigundo Alhad de Mayo,
Ay mas de ventisinko anyos yo,
Ke los esto pasando sin ti...
Tu no estas mas a mi lado,
Me manka tanto tu kudyado,
Tu boz, tu riza, tu kerensya,
Esta muy fuerte tu absensya...
Oy es el diya de las madres,
Ma, nada no esta komo antes,
Entonses tu no estas kon mi...

SENSİZ BUNCA YIL
(annemin anısına)
Bugün, Mayıs’ın ikinci Pazar’ı
25 yıldan fazladır ben,
Bugünü sensiz geçiriyorum
Artık yanımda değilsin.
İlgini o kadar arıyorum ki,
Sesin, gülüşün, sevgin
Eksikliğin çok ağır geliyor
Bugün anneler günü,
Ancak hiçbir şey eskisi gibi değil,
Artık benimle değilsin.

Yolun ışıklı olsun sevgili annem…