Haber fotoğrafı: Tuna ve Şaul Cenudioğlu'nun cenaze töreni, İstanbul - 12 Şubat 2023 (Foto: İzzet Keribar)
6 Şubat Pazartesi sabahı erken saatlerde gerçekleşen Kahramanmaraş merkezli korkunç depremde Antakya Yahudi Cemaati Başkanı sevgili Şaul Abimizi ve çok değerli eşi Tuna Ablamızı maalesef kaybettik. Onları son yolculuğuna uğurladığımız 12 Şubat Pazar günü için kaleme alığım Veda yazımı üzülerek paylaşıyorum.
Bugün burada Antakya Cemaatimizin çok değerli başkanı Şaul Cenudioğlu’na, hepimizin onu çağırdığı şekli ile Şaul Abimize ve sevgili eşi Tuna Ablamıza son görevimizi yapmak için toplandık.
Şaul Cenudioğlu
Evet, ne yazık ki, birdenbire, çok zamansız ve feci bir şekilde olan kayıpları içimizi dağlıyor.
Üstelik şu an onlarla birlikte, çok sevdikleri Antakya’dan - Arsuz’dan, gözleri gibi baktıkları Antakya Sinagogu’ndan, sevgili Antakya’lı dostlarından da oldukça uzaktayız.
Tek tesellimiz, yaşamları boyunca bir şekilde dokundukları bizlerin, onları çok seven gurur duydukları sevgili çocuklarının bu son yolculuklarında hazır bulunmaları.
Yine de, dinimizin kurallarına uygun bir şekilde bir Yahudi mezarlığında, yapılması gereken dualar ve ağıtlar eşliğinde onları son yolculuklarına uğurlamak, onları anlatmak, onlara saygımızı ve sevgimizi ifade edebilmek bu son bir haftada yapmayı ümit edebileceğimiz yegane yapabileceklerimizdi.
Şaul Abi, ne bizim için ne de onunla çalışmış biri için “herhangi biri” değildi. Tam anlamıyla örnek bir insan, örnek alınacak bir Toplum Yöneticisi idi. Bana, yanlarında yetişmiş olduğumuz toplum yöneticisi abilerimizi anımsatırdı.
Antakya Yahudi Cemaati üyeleri, Moris Levi (ortada), Şaul Cenudioğlu (sağdan ikinci)
Her zaman nazik, kolalı beyaz gömleği her zaman özenli ve şık, yüzünden silinmeyen içten gelen gülümseyişi, güzel sıcak anıları - aktardığı bilgileri, çok yalın ve güzel Türkçesi ile tam anlamıyla bir beyefendiydi.
Onca olanaksızlıklara rağmen Antakya Cemaatini ayakta tutabilmek, hatta ileriye taşımak için bir kuyumcu titizliğinde çalışmasına hayrandık.
Hemen her hafta bizleri arardı.
Telefondaki, “Moris Bey,” diyen sesi halen kulaklarımda.
“Şaul Abi, ne olur bana Moris Bey deme. Sen benim büyüğümsün, seninle birlikte çok çalıştık, ben senin için Moris olmalıyım sadece,” derdim.
“Tamam tamam Morisçiğim,” derdi. “Ağız alışkanlığı işte kusura bakma” ve sürdürürdü konuşmasını.
Antakyalı hemşerilerinin daha iyi ve rahat yaşamaları için sürekli düşünür, fikirler çözümler yaratır, ciddi mesai sarf eder ve bu arada bizlerin de desteğini nazik ama kararlı bir üslupla talep etmekten hiç çekinmezdi.
Ayrıntılara düşkün, inandığı şeyde ısrarcı ve çok çalışkandı.
Antakya toplumunun son 30 yılına damgasını vurmuş olduğunu, Türkiye’nin güney doğusundaki o küçük şirin şehirde hepimizi -her birimizi- layığı ile demek istemiyorum mükemmel temsil ettiğini bilirdik.
(soldan sağa) Vakıflıköy Ermeni Ortodoks Kilisesi Bşk. Cem Çakar, Antakya Yahudi Cemaati Bşk. Şaul Cenudioğlu, Cemaat Vakıfları Eski Temsilcisi Moris Levi, Hatay Vakıflar Eski Bölge Müdürü Vekili Mehmet Yıldırım, Antakya Rum Ortodoks Kilisesi Vakfı Bşk. Fadi Hurigil, Mardin Süryani Kilisesi Yön. Kur. Üyesi Ferit Özaltun Toumajean
2018 yılında Cemaat Vakıfları Temsilcisi olarak seçildikten sonra bölgedeki cemaat vakıflarının yöneticileri ile tanışmak ve var ise sorunlarını dinlemek için Gaziantep, Diyarbakır, Adıyaman, Mardin / Midyat ve en son da Hatay’ın ilçelerine gitmiştim.
O bölgenin insanını tanımak gerek. Hepsi son derece misafirperver ve sıcaktı. Herkes dosttu, herkes candandı ama seyahatimin sonunda Antakya’da beni karşılayan Tuna Abla ve Şaul Abi beni, uzun yıllardır özlemiş olduğu ailelerinden biri gibi bağırlarına basmışlardı.
O seyahatimizde Şaul Abi ile birlikte Hatay Valisini, Belediye Başkanını, yerel yöneticilerini ziyaret ettik. Devlet kurumlarına, ibadethanelere girerken, sokakta yürürken, rastladıklarımız, gelip geçenler Şaul Abinin ellerine sarılıyor, kimi elini öpmek istiyor, kimi teklifsizce şakalaşıyor ama hepsi onu yakınen tanıyor ve sevgilerini saygılarını hissettiriyorlardı.
Antakya’da bir arada bulunan küçük cemaatlerin bütün yöneticilerinin, onu, duayenleri olarak kabul ettiklerini anlamıştım. (Son bir iki gündür oradan bu zor günlerde göz yaşları ile arayanların varlığı bu düşüncemi doğruluyor.) O da bir dönem sıra gereği üstüme düşen görevimden duyduğu gurur ile beni herkese tanıştırıyor, birbiri ardından sıraladığı iltifatları ile beni utandırıyordu. Oysa, bu ziyaretler esnasında onu izlemekten, ona duyulan sevgi ve saygıyı gören ve büyük keyif alan, asıl gururlanan bendim.
Protokol ziyaretleri bittikten sonra bana;
- Gel bak, ben sana şimdi ne göstereceğim, dedi ve sinagogun yakınlarındaki eski bir evin avlusuna soktu. Avluda, her dalında farklı bir narenciye cinsi olan bir ağacı gösterdi.
- Bak şu ağacı görüyor musun? Bir dalında portakal bir dalında mandalina, bir diğer dalında limon, şu dalında da turunç yetişir. Bu ağacı öyle bir aşılamışlardır ki, her dalından ayrı bir güzel koku ayrı bir lezzet çıkar. İşte Hatay da budur, her birimiz farklıyız ama bir aradayız burada, demişti.
İnanınız, hepimizin ülkemiz için en büyük dileğimiz olan Antakya’nın bir zamanlarki bu yönünü vurgulayışını hatırlayınca gözlerim yaşarıyor.
Antakya ziyaretimiz Şaul Bey sayesinde, mükellef bir ziyafetin sonunda yenen tatlı gibi gelmişti bana. Geri döndüğümde heyecanla yaşadıklarımı arkadaşlarıma anlattım. Bana bir cemaati etkin, güçlü, sevilen, saygıdeğer hale getirenin binaları ve maddi değerleri değil Tuna-Şaul Cenudioğlu gibi insanları olduğunu söylemişlerdi.
Şaul Bey, İstanbul’da yapmış olduğumuz Temsilci toplantılarına hiç üşenmeden Antakya’dan gelirdi. Koyu renk elbise giyer, herkesin elini tek tek sıkar, tanımadıklarının kim olduklarını merak eder, bir önceki toplantıda da gördüklerinin hatırını sorardı. Sonra da önlerde bir yere oturmaya özen gösterir, toplantıyı dikkatle dinler ve sonunda mutlak söz alır, herkesi gurur duyduğu çok sevdiği Antakya’ya davet ederdi.
Arada, İtalyan Lisesinde talebeliği sırasında yaşadığı İstanbul’un, giderek çok daha yorucu olduğunu muhakkak söyler Antakya’daki yaşamı ballandıra ballandıra anlatırdı.
En büyük arzusu, Antakya’da, bir zamanlar olduğu gibi kalabalık ve aktif bir Yahudi yaşamını tekrar kurabilmekti.
- Bir kere olsun gelin görün. Ne kadar güzel uygar bir şehirde yaşadığımızı anlayın. Emekli olunca gelin bizimle yaşayın. Şabat akşamları evimde yersiniz. Kapımız herkese açık, derdi.
Bu hayali ne yazık ki gerçekleşmedi.
Pazartesi sabahı korkunç depremi duyduğumuzda oradaki dostlarımız için yüreğimize ateş düştü. Ona ulaşmaya çalışıyor her zaman olduğu gibi Şaul Abimizin “Merak etmeyin Antakya emin ellerde,” demesini umuyor, gelen haberlerle bir seviniyor bir üzülüyorduk.
Saatler ve günler sonra da acı gerçek yüzümüze çarptı. Şaul Abimizi Tuna Ablamızı kaybetmiştik.
Toramızda hep erkeklerin öykülerini görürüz. Ancak her öykünün bir yerinde, bir cümle ile de olsa, kadının ismi geçer. Öğretilerimiz, erkekleri bize kazandıran gerçek yönlendirici gücün kadınlar olduğunu belirtir. Tuna Cenudioğlu Ablamıza da bu bağlamda minnettarız.
Cenaze töreni, Hahambaşı İsak Haleva konuşma yapıyor, 12 Şubat 2023 (Foto: İzzet Keribar)
Sevgili Tuna Abla ve Şaul Abi,
Dilim varmıyor, çok üzülerek söylüyorum ama sizlerle birlikte 2.300 yıllık kadim - derin bir geleneği de kaybettik biz.
Antakya’da son kalan dostlarınızı da Sefer Toraları da oradan almak zorunda kaldık.
Sizleri tanımış olmaktan, sizlerle birlikte köklü bir kültürden azıcık da olsa içmiş olmaktan ötürü mutlu, yapmakta olduğum bu konuşma nedeniyle de çok üzgünüm.