“Belirsizliğe çalınan bir düdük, raylara serilen yüreklerin üzerinden özgürlüğe kayan bir tren. Canını ve köklerini yanına alan Yahudilerin, Almanya’daki köylerinden Rusya’ya oradan da Filistin’e gitme niyetlerinin hikâyesini anlatan bir film, Hayat Treni…”

Köklerinizle koca bir mıknatıssınız
Bir gecede, can havliyle doğduğunuz büyüdüğünüz toprakları terk etmek zorunda bırakılsanız yanınıza ne alırdınız? Kimlik, pasaport, diplomalarınız, para, ziynet eşyası, sizi hayatta tutabilecek bozdurabileceğiniz değerli madenler, yiyecek, içecek? Bu gerekli olanları geçtikten sonrakileri kastediyorum, anılarınız gibi!.. Fotoğraflar, anı defteriniz, size verilen manevi değeri olan armağanlar, kitaplarınızdan en kıymetlileri? Bütün bunlardan hangisi ya da hangilerini beraberinizde taşımaya değer bulurdunuz?
El cevap: Sadece canınız. Canınızı kurtarmak için anılarınızdan vazgeçebilmek, hayatta kalabilmek için manevi bağlarınızı söküp bagajınıza katmaktan söz ediyorum. O bağlar öyle güçlü mıknatıslardır ki, nereye giderseniz gidin anılarınızı oraya çekeceklerdir. Siz köklerinizle koca bir mıknatıssınız. Bir tren… Bir hayat treni… Sizi ve sizinle aynı kaderi paylaşan kökdaşlarınızı hayata taşıyacak bir tren… Belirsizliğe çalınan bir düdük, raylara serilen yüreklerin üzerinden özgürlüğe kayan bir tren. Canını ve köklerini yanına alan Yahudilerin, Almanya’daki köylerinden Rusya’ya oradan da Filistin’e gitme niyetlerinin hikâyesini anlatan bir filmden söz edeceğim size, Train De Vie Hayat Treni Train of Life. Dili Fransızca ve Almanca olan 1998 yapımı bir dram komedi. Yönetmeni Radu Mihaileanu.


Saflığa giydirilmiş kurnazlık
Yıl 1941. Almanya’nın bir köyündeyiz. Burası bir Yahudi köyü. Ahşap ve yığma taş evleri, yumuşak hatlarla ahşaptan inşa ettikleri sinagogları, sinagogun baktığı köy meydanı, eğlencelerine ev sahipliği yapan kamelyaları, çardakları, köy pazarı, hamarat anneleri, gelinlik genç kızları, damat adayları, bilge yaşlıları, cıvıl cıvıl çocukları, kazları, ördekleri, inekleri, kedileri ve köpekleriyle bir masal diyarındayız. Herkes neşeli, herkes mutlu, herkes saf, herkes huzurlu… Taa ki, köyün delisi koşa koşa, bağıra çağıra köy meydanına varıp gördüklerini anlatmaya başlayana kadar!.. Köyün delisi Schlomo. “Nasıl oldu da deli oldun?” sorusuna “Tesadüfen” diye cevap veren Schlomo. “Haham olmak istemiştim ama pozisyon doluydu. Sonra bir baktım ki, delilik boşta. Başkası olacağına ben olayım dedim” diyen Schlomo. Âşık olduğu genç kızın mükemmelliğini, zengin koca arayışını karşılayamayacağı için delilik çatısı ardında gizlenen Schlomo. Gördükleri ise Nazilerin Yahudileri trenlere bindirerek ölüm kamplarına sevk ettikleri gerçeği, Yahudilere ettikleri eziyet, onları katledişlerinin suretleri… Köyün ileri gelenler meclisi, bilge yaşlıları bu bilgiyle ne yapacaklarına karar vermeye çalışırken Schlomo’dan çıkan bir fikir: “Nazileri beklemeyelim. Bir tren satın alarak kendi kendimizi nakledelim. Rusya’ya oradan da kutsal topraklara uçalım.” Delinin söylediğini oldukça akıllıca bulan bilge yaşlılar uygulamak için kolları sıvayacaklar. Bundan sonraki her adımda kurnazca bir şeylerle giyinen saf insanları keyifle seyredeceksiniz.


Komünist Yahudileri taşıyan özel tren
İçlerinden en aksansız Almanca konuşabilen Yahudi tüccarı Nazi Subayı, seçtikleri onlarca genci Nazi askeri yapan, köyün terzisinin, ayakkabıcısının üstün çalışmalarıyla kostümlerini de giydiren köy ahalisi, topladıkları birikimleriyle kendilerine vagon vagon bir tren satın alıyor. Başında da bir lokomotif, lokomotife de bir makinist. Yiyecekler, içecekler hazırlanıyor, iki vagon Nazi askerleri ve subayın, diğerleri de kendilerini naklettiren Yahudi köylülerin doluştukları vagonlar, peş peşe takılarak bilinmeze doğru yola çıkıyorlar.


Nazi üniformaları içindeki Yahudi kardeşlerini Nazi olmakla nitelendirip hayali olarak öyle davranan, Rusya’ya gidecekleri için kendilerini Komünist ilan eden bir grubu ayrı vagona tecrit eden, Komünist vagonundakilerin temiz çarşaf ve yatacak döşek için trendeki sözüm ona Nazi komutana karşı ayaklanıp kaçmaya çalıştıkları, yakalanıp trene geri getirildikleri, gerçek Nazilerle karşılaştıklarında Yahudi treninin sözüm ona Nazi ama Yahudi komutanının dimdik durarak “Ben bu trenle, Komünist Yahudileri taşıyorum. Karşımda durma!” mesajı vererek durumu kurtardığı, ince mizahı, ironik yapısı, tersine çevrilmiş imgelemleriyle bu hayali ‘hayat treni’ni anlatan filmin her anını izlemekten zevk alacaksınız.
Schlomo ile Nazi komutanı görüntüsündeki Mordechai arasında geçen konuşmayı okurken, senaryonun ne denli titizlikle yazıldığının, ironinin tersine kurgu ile kullanılışının farkına varacaksınız.
Schlomo: Sen delisin. Kardeşlerini ateşe atar mıydın? Onlara hayvan gibi davranıp, çocukları ana babalarından, kardeşleri bacılarından, karıları kocalarından koparır mıydın? Sadece Haham ve Meclis istedi diye bunu yapar mıydın?
Mordechai: Deli misin? Neden bahsediyorsun? Ben kimseyi yakmam. Azıcık bile olsa canını acıtmam. Bu tren deli ve hepimizi deli ediyor. Kimdi bu fikri ortaya atan?
Schlomo: Ben.
Mordechai: Sen mi? O zaman her şey yolunda demektir.”

Film müziğinin bestecisi Goran Bregoviç. Senaryodaki her bir karakterin işlenişinin titizliğini hissedeceğiniz önce mizahına takılacağınız sonra verdiği mesajlara uyanacağınız en sonunda da hüzünle tanışacağınız, birçok en iyi film dalında adaylıkları olan harikulade bir film izleyeceksiniz. Bir tersine kurgu… Bana güvenin.
Dostlukla...