Haber Fotoğrafı: Aktör Nahuel Pérez Biscayart’ın canlandırdığı karakter Gilles, mutfakta çalışırken, yeni gelen esirlere yemek dağıtırken aklı daima yeni sözcük üretmekle meşgul oluyor.

“Seni sevdiğimden değil sadece anneme kardeşimi eve getireceğim diye söz vermiştim. Eğer sen ölürsen kardeşim de ölür.”

Önce yürekte sonra zihindeki izin peşinde
Sıra dışı bir Holokost filminin seyirci koltuğundan merhaba. Sine-Yorum sayfalarında yazdığım film analizlerinin tümünde izini sürdüğüm bir özden söz edeceğim size “filmin seyircinin ruhuna dokunabilir olması”. Her Holokost filmi seyirciye çıkmadan önce özünde bu nitelik var mı diye kontrol edilmelidir diyorum. Gerçekleri gösteriyor olması, tarihe ışık tutması, yaşanmış bir hikâyeden uyarlanması gibi tali yollardan da ana fikre taşıyabilirsiniz seyirciyi, ancak burada söz ettiğim kestirme yoldan “önce yürekte sonra zihinde” iz bırakabilmek. Bu tarif ettiğim, filmin yapımcısından, yönetmeninden, oyuncusunun oyunundan çok daha önce senaristinin bulması gereken bir yol. Tarif ederek ya da sipariş üzerine bir Holokost filmi senaryosu yazdıramazsınız. Mutlaka senaryo yazarının, ruhunda duyumsaması gerekir. O Soykırımı, o katliamı, işkenceyi, insanlık dışı zamanları yaşamamış olsa dahi empati kurabilmesi şarttır. Çoğu senaristin, tuhaf bir panik atak sendromundan kaçarcasına bu empatiyi kurmayı reddedip, sanırım kendini korumak için, şablonlar üzerinden ilerlediği birçok film izliyorum. Onların hiçbiri hakkında yazmıyorum. Analizini yaptığım filmler; sadece sinema analizi yapan bir eleştirmen olarak değil aynı zamanda senaryo yazarı da olan bir insan olarak yüreğime dokunduğunu hissettiğim filmlerdir. Bunun için birkaç yazımda ısrarla şu cümleyi kurdum: “Her Holokost filmi Holokost filmi değildir”. Sine-Yorum okuyucuları olarak sizlerin de Holokost filmleri üzerinde seyirci bilincinizi oluşturabilmenize ya da var olan bilincinizi bir üst sürüme yükseltmenize yardımcı olabilmek için bu analizleri yazıyorum. Yoksa ben de Yüzüklerin Efendisi Güç Yüzükleri hakkında sayfalar dolusu analiz yazabilirim ancak seçimim Holokost Filmi Analizleri yazmak yönündedir.


Filmin adı: Persian Lessons / Türü: Dram / Yapım tarihi: 2020 / Süresi: 2 saat 7 dakika / Yönetmen: Vadim Perelman / Oyuncular: Nahuel Pérez Biscayart, Lars Eidinger, Jonas Nay, Leonie Benesch, Luisa-Céline Gaffron / Orijinal dili: Fransızca, Almanca / IMdb Puanı: 7.4

Holokost filmleri izlemek insanlık sürümünü yükseltir
Son zamanlarda “Holokost filmleri izleyip eleştirilerini yazmak zor olmuyor mu?” sorusuyla sık sık muhatap oluyorum. Bu, Şalom DERGİ’deki on ikinci yazım. Dergide yazmaya başlamadan önce izlediğim Holokost filmlerini hiç dikkate almasak bile arka arkaya seyrettiğim on iki filmin gerek yazar gerek senarist ve oyuncu ve gerekse de insan olarak maneviyatım üzerinde bıraktığı etki yadsınamaz. Nedir? Her Holokost filmiyle başka bir dünyaya giriyorum, bambaşka bir hikâyenin içinde kahramanlarıyla birlikte acı çekiyorum, işkence görüyorum, infaz ediliyorum tekrar ve tekrar ölüp diriliyorum. Bütün bunların dışında öyle bazı duygular yaşıyorum ki sevgi, bağlılık, sadakat, ortak amaç, bütünleşik ruhun parçası olmak, insanlık gibi tekrar yaşandığında ruhunuzu olumlu anlamda güncelleyecek duygular bunlar. Teraziye vurursak Holokost filmleri izleyip eleştirilerini yazmanın üzüntü, acının empatisi gibi yan etkilerinin dışında insanlık sürümünü yükseltmesi gibi kazançları da var. Öyleyse kazanç ve kayıp dengesi varken bu durumun sürdürülebilirliği var demektir. İkinci soru, “Holokost filmi izlerken hikâyelerin acısına nasıl katlanıyorsun? Canın acımıyor mu? Nasıl yazıyorsun?” El cevap: Acımaz olur mu? Öncelikle filmi izlerken kendimi kahramanlara konuşurken bulduğum oluyor. Filmin tamamını bir oturuşta seyredemiyorum mesela üzerimde yaratmakta olduğu yıkıcı etkiyi en az düzeye indirgeyebilmek için en etkili yerinde durduruyorum. Karşısından kalkıyorum. Okuyorum, yazıyorum, gündelik işlerimle uğraşıyorum ve filmin olası hasarını aklımda açtığım hava yastığıyla karşılamış oluyorum. Bu arada aklımda hep neden, nasıl soruları cevaplarını arıyor. Tarihi süzgeçten geçiriyorum, dönemin tarihsel koşullarını zihnimde yeniden oluşturuyorum. Bilinen karakterlerin özelliklerini de yerli yerine oturttuktan sonra hikâye için yer açmış oluyorum. Kaldığım yerden izlemeye devam ediyorum. İlk izleyişim bende bıraktığı tüm etkilerle sona erdi. Bir gün ara veriyorum ki hikâye, oyunculuklar, yönetmenin gözü, ana fikir ve filme dair ne varsa aklımda demlensin. Ertesi gün filmi tekrar izliyorum. Bu kez notlar alıyorum. Dikkatimi çeken, önemli bulduğum sahnelerin görüntülerini alıyorum. Photoshop programında onları yayınlanabilir hale getiriyorum. Üçüncü gün defterime aldığım notların izlerini takip ederek ama asla o notlara sadık kalmayarak ki bu hep böyle oluyor, gözlerimi kapatıp filmin ruhumda yarattığı esintileri ya da fırtınaları dinleyerek bilgisayara geçiriyorum. Son düzenlemelerini de yaptıktan sonra Şalom Dergi’me iç rahatlığıyla gönderiyorum çünkü biliyorum ki en iyi şekilde değerlendirilecek, harikulade sayfa tasarımlarıyla sizlerin huzurunuza çıkacak. Sizlerin okuması ve geri bildirimlerinizin bana ulaşması ise en büyük kazancımdır. Holokost filmlerini doğru bakarak ve görerek izleyelim, kıymetli olan bu çünkü


Aktör Nahuel Pérez Biscayart’ın mükemmel oyunculuğu ile değer bulan performansı, filmin hikâyesini seyirciye derinden hissettiriyor.

Seyirciyi hapseden hikâyenin gücü
Hayatta kalabilmek için yeni bir dil üretmeniz, her kelimesini aklınızda tutmanız gerekse ve hatta bu dili bir SS subayına öğretmek zorunda kalsanız bunun altından kalkabilir miydiniz? Bir Vadim Perelman filmi, orijinal adıyla “Persian Lessons” Türkçe yakıştırılan ismiyle “Umudun Dili” filminden söz ediyorum. Filmin dilleri: Fransızca, Almanca ve az miktarda İngilizce. 2020 yılı yapımı, Almanya, Rusya ve Belarus’ta çekilmiş bir film. İki saat yedi dakika sürüyor. Alman sinema tarihinin en önemli senaristlerinden olan yazar Wolfgang Kohlhaase’nin yaşanmış olaylara dayalı “Erfindung einer Sprache” adlı romanından Ilja Zofin’in senaryosunu yazarak uyarladığı bir film “Persian Lessons”. Ilja Zofin, 1990 yılında Sovyetler Birliği’nden Yahudi kökenli bir göçmen olarak Berlin’e geldi. 2011 yılından beri Rusya ve Almanya’da film ve TV prodüksiyonları için çok sayıda senaryo yazıyor. Her önüne gelenin, yeterli olsun olmasın başımıza eleştirmen kesildiği sosyal medya yabani ormanında, söz konusu film, yönetmeni, senaristi için ileri geri edilen sözleri dikkate almamanızı rica ediyorum. “Persian Lessons” senaryosu, yönetmenliği ve oyunculuğu ile sıra dışı ve başarılı bir Holokost filmidir. Hikâyesinin gücü seyircinin ruhunu film boyunca etkiliyor ve kendinde tutuyor.


Gilles’in, İtalyan dilsiz Yahudi’nin paltosunu alıp ceketini ona giydirmesiyle toplama kampına götürülmesi yolundan komutan Koch onu çekip kurtarıyor. Buna itiraz eden askeri de öldürmekle tehdit ediyor.

Bilmediğin dilin öğretmeni olmak
Türkçeye Umudun Dili olarak çevrilen Persian Lessons filminde, toplama kampına götürülürken yolda durdurulup katledilen Yahudiler arasından İranlı olduğu yalanını söyleyerek kurtulan Belçikalı bir haham çocuğu Gilles’in sıra dışı hikâyesini izliyorsunuz. Askerlerden birinin bağlı olduğu Nazi subayının kendisine Farsça öğretecek bir İranlı aradığı bilgisinden yola çıkarak Gilles’i yirmi beş konserve et ödülü almak için kenara ayırmasıyla hayatı kurtuluyor. Gilles’i komutan Koch’a götüren asker sadece iki kutu konserve alabiliyor o ayrı! Gilles hayatta kalabilmek için Nazi subayı Klaus Koch’a bilmediği Farsçayı öğretmek için yeni baştan bir dil uyduruyor. Yalan söylediği anlaşılırsa hayatını kaybedecek, ölüm daima kanatlarını açmış Gilles’i bekliyor. Hayatta kalabilmek için sürekli sözcük uydurmak zorunda kalan Gilles’in ayrıca öğrettiği uydurma kelimeleri de aklında tutması gerekiyor.


Filmin açılış sahnesinde Gilles artık kullanılmayan bir tren yolundan seyirciye doğru yürüyor. Fonda ise kendisine sorulan şu soruya cevap veriyor: “Tahmininizce orada geçirdiğiniz müddet boyunca kamptan kaç esir gelip geçmiştir? Yirmi beş-otuz bin civarı olmalı.”

Seni hayatta tutan şey güçlendirir
Nazi zulmüne uğramış milyonlarca Yahudi’den biri olan Gilles’in geçmişi hakkında bir şey bilmemize gerek yok çünkü başının üzerinde sallanan bir Demokles’in kılıcıyla yaşıyor olması seyirci için yeterli. Yalanının sürekli test ediliyor olmasının verdiği gerilimi aktör Nahuel Pérez Biscayart o denli mükemmel bir oyunculukla yansıtıyor ki, seyirciye bravo dedirtiyor. Gilles’in, sürekli kelime uydurma, uydurduğu kelimeleri de ezberleme zorunda olması, kendine bir kelime üretme ve ezberleme sistemi oluşturma ihtiyacını doğuruyor. Kendi dilbilim sistemini oluştururken Gilles, içinde bulunduğu koşullardan aldığı ipuçlarıyla zeki ama seyirci tarafından dramatik olarak algılanabilecek çözümler buluyor. Filmi izlerken sözcük uydurma zamanında muhatap olduğu sahnelerin dramaturjisini iyi çözümleyelim. Karakteri, çilesi, bezginliği yüzünde görülebilen esirlerin isimlerini kullanarak Gilles üretmekte olduğu dile yeni kavramlar kazandırıyor. Gilles, kendini hayatta tutan şeyin bir süre sonra onu güçlendirdiğini ve yaşamının ana kaynağı haline geldiğini anlıyor. Bunun bilincinde olarak daha kendine güvenli hareket ediyor. Karakter, uydurduğu dilin sahteliğinden alternatif bir gerçeklik yaratıyor. İnsanlığın saygı duruşunu hak eden final sahnesini izlerken gözyaşlarınızı tutamayacaksınız. Aktör Nahuel Pérez Biscayart’ın doruk performanslarından birini daha izliyor olacaksınız. Bu film ruhunuzda iz bırakacak.
Anlamlı seyirler diliyorum. Dostlukla…