MİZAH

Eskiden olduğu gibi; otobüslerde, vapurda, servislerde, özel arabaların içinde, ellerinde mizah dergileri olan gençler göremiyorum. Eskiden olduğu gibi, anne babalarına fıkra kitapları aldırtmak için onların başının etini yiyen çocuklar da yok sanki. Hatta o çocukların anne babaları da, artık basılı gazete almıyorlar eskisi kadar. Herkesin elinde bir telefon, metroda gençler telefon üstünden çeşitli oyunlar oynamakla meşgul, küçük çocuklar ise annelerinin telefonlarında, iPad’lerinde kendi oyunlarını oynuyor, çizgi filmler izliyor.

Televizyon dizilerine bakıyorum da; okul, öğrenci, öğretmen, aile, sıcacık bir yuva, güzel aile temalarını işleyen diziler iyice azalmış; hep aşk, karşılıksız sevgi, aldatmaca, zengin ve yoksul, iyiler ve kötüler var. Hırs, şiddet, gerilim, korku gülmecenin koltuğunu elinden kapmış sanki. Eskiden ailece televizyonun karşısına dizilip izlediğimiz diziler televizyondan çekilmiş. Herkes neyi istiyorsa onu, şu veya bu aplikasyondan indirmekle meşgul. Gazeteler telefonlar vasıtasıyla ceplere girmiş, spor isteyen spor, haber isteyen haberleri, istediği gazete ve medya kuruluşlarının merceğinden izliyor.
Bir zamanlar TRT diye bir televizyon vardı. Herkes onu izlerdi. Her eve de bir veya iki gazete alınırdı. Artık kimin gazetesi hangisiyse, ona göre evdeki herkes o gazeteyi ilk okumak için savaşırdı. Gazeteleri ilk okuma ayrıcalığı genelde babalarındı. Biz çocukların payına da genelde çizgi diziler düşerdi. Her sabah çizgi dizi karakterler evlerimize konuk olurdu. İşte o zamanlar, daha yeni yeni okumayı öğrenirken tanışmıştım güzeller güzeli Fatoş’la ve sandviç meraklısı kocası Basri’yle, devamlı kavga eden Güngörmüşler ailesiyle ve İstanbul’un bir kenar mahallesindeki neşeli insanların arasında yaşamaya başlayan dilenci Pırtık ve mahallenin afacan çocuğu Hüdaverdi ile… Hiç bilmezdim, meğer daha o zamanlardan Fatoş ve Basri çok yaşlıymış, Şaban ve Tonton daha da yaşlıymış, ve bizden çok uzakta Amerika’da yaratılmışlar. Hüdaverdi ise onlardan çok daha yeni, özbeöz yerli bir çizgi bantmış.
FATOŞ İLE BASRİ

Fatoş ile Basri, 1930’da yaratılmışlar. Tamı tamına 8 Eylül 1930’da. Çizeri Chic Young… Kız dansa meraklı havai bir kız, adam da çok ama çok zengin sanayici bir ailenin oğlu. Kızın ismi Blondie Boopadoop. Helen Kane adlı Caz şarkıcısının “I want to be loved by you” şarkısından alıyor soyadını. 1920’lerin dansa, müzik dinlemeye, makyaj yapmaya, araba kullanmaya, o zaman için kısa sayılacak etekler giymeye, içki ve sigara içmeye meraklı havalı kızlarından. Bir “flapper girl”. Adamın ailesi kesinlikle evlenmelerini istemiyor, hatta delikanlıya başka bir kız buluyorlar. Çizgi bantı onların dansları, kavgaları, flörtleri minvalinde ilerliyor.

Yine çizgi bantında, Şubat 1933’de evleniyorlar, Basri ailesini ikna edebilmek için 1,5 ay yeme içmeden kesiliyor, Basri’nin ailesi (Basri = Dagwood) onu miraslarından reddediyor, çünkü kız onların sosyal statülerine hiç uygun değil. Böylece orta halli bir Amerikan ailesi oluyorlar, köpekleri ve çocukları ile birlikte.

İlerleyen çizgilerde karakterleri de değişim gösteriyor. Blondie yani Fatoş, durmuş oturmuş, akıllı, tatlı, hanım hanımcık bir kadın olmaya başlıyor yavaş yavaş. Basri yani Dagwood ise sevgi dolu olmaya devam ediyor ama sakarlaşıyor, komikleşiyor. Sandviçlere, gecenin bir yarısı tıkınmaya, futbola ve beysbola ilgisi artıyor. İşine geç kalıyor sabahları ve postacı ile çarpışıyor. İkide birde işinden kovulmaya ramak kalıyor, son anda kurtuluyor.

Ve popülerlikleri artıyor. 47 ülkede 2000 gazetede yayınlanmışlar, 35 dile çevrilmişler. Pek çok filmleri çekilmiş. Radyo programları varmış. Çocukları gazetelerde doğmuş. Büyümüş. Biz bebekliklerini gazetelerde görmedik ama çocukları minnacık bebekler olmuşlar çizgi bantlarda. Biberonlarından süt içmişler.

Çizerin çocuğu ölmüş arada, bir müddet diziye ara vermiş, çünkü bebek resmi çizememiş… Sonra yeniden başlamış. Çocuklar büyümüş, genç yetişkinler olup çalışma hayatına atılmışlar. Buna karşılık belli bir yaşa gelince donmuş zaman. Yaşlanmaz olmuşlar. Döneme uyum göstermişler. Basri marangoz aletleri ile uğraşırken, koruyucu gözlük takmaya başlamış. Oğlu, okulla beraber yarı zamanlı iş bulmuş. Elbiselerden ve telefonda arkadaşlarıyla muhabbetten başka birşey düşünmeyen kızları, bebek bakıcılığına başlamış. Fatoş ise altmış sene ev kadını olduktan sonra, komşusu ve iyi arkadaşı Maviş ile beraber bir yeme - içme - ikram işine girmiş 1990’larda. Başarılı olmuş.

Arada kıyafetleri değişmiş. Teknoloji girmiş hayatlarına. Twitter… Facebook… Mesajlaşma… Hala devam ediyor dizi, çizilmeye. Mail yoluyla meraklı okuyucularına gönderiliyor. Gerçek hayatta ise arada çizer ölmüş. 1973’te. Oğlu Dean Young bir ekiple beraber çizmeğe devam etmiş. Bu arada Türkiye’de Basri sandvici, Amerika’da Dagwood sandviçleri literatüre ve restoranların menülerine girmiş.
GÜNGÖRMÜŞLER
Güngörmüşler ise çok daha eskiymiş. Ta, 1913 yılından… Ülkemizde ilk kez 26 Mayıs 1925 (1341) tarihinde yayınlanan Resimli Perşembe’de Bican Efendi başlığıyla Türk okurunun karşısına çıkan dizi (yabancı ismi ile “Bringing Up Father”), 25 yıl sonra bu kez Hürriyet Gazetesi’nin sayfalarında Güngörmüşler başlığıyla uzun yıllar yayınlanacak bir bant olarak okuyucuyla yeniden buluşmuş. Türkiye’de popülerliği 1990’lara kadar sürmüş.
Hürriyet’te yayınlanan Güngörmüşler’de Jiggs tiplemesi Şaban, Maggie ise Tonton adını alırken kızları Nora da Leyla ismini almış, seri ayrıca hafta sonu ilavesinde de ilgiyle izlenmişti…
Bugün anladığımız anlamda çizgi roman 19. yüzyılda ortaya çıkmış. McManus adlı bir karikatüristin yarattığı bu çizgi dizi ABD’nin yurt dışında meşhur olan ilk çizgi dizisiymiş. 1936 yılında yayınlanmaya başlayan Yavrutürk adlı çocuk dergisinde Toraman Amca ve Adıgüzel başlığıyla boy gösteren Bringing Up Father, bu tarihten sonra da 1967’de Nihat Özcan’ın Fatoş dergisinde dolgu malzemesi konumunda; 1960’ların sonunda Hürriyet’in yayınladığı 7 Gün dergisinde; 1970’de Şilliler Yayınevi’nin Fatoş dergisinde dolgu çizgi romanı olarak ve 1979’da Taner ve Bora Yayınevleri tarafından kendi dergilerinde; 1980’lerde Televizyon Kahramanları adlı bir dergide de boy göstermiş. Ayrıca, Nisan 1982 tarihinden itibaren İngilizceyi kolay bir yöntemle öğretme programı çerçevesinde yayınlanan Hello adlı dergide de orijinal başlığıyla renkli bantları yayınlanmış. 1991’de ise Hürriyet Magazin’de bir süre haftalık olarak yer bulmuş.
Bringing Up Father, yüksek sosyeteyi, buradaki karizmatik olma telaşlarını, etraftaki ayak takımı kabilinden işçileri ve gençleri, onların bakış açılarını anlatan dev bir parodidir. Bringing Up Father günlük bantları, George McManus’un 1954’deki ölümünden sonra yazar Bill Kavanagh ve çizer Frank Fletcher’in ellerine teslim edilmiş; bir süre sonra da başlık, kendisini XXI. yüzyıla taşıyacak olan Frank Johnson’ın yetenekli fırçasına teslim edilmiştir. Renkli Pazar sayfalarını ise uzun süre Vernon Greene hazırlamış, onun 1965’deki ölümünü takiben de Hal Campagna yani kısaca Camp bu seriyi devralmış. Dizi değişik ellerde uzun yıllar yayınlanmış, ABD’de 28 Mayıs 2000’de ömrünü tamamlamış. Buna karşılık Norveç’te, hala popülermiş.
Biz onları hep kavga eden bir aile olarak tanıdık. Ama ne kadar kavga ederlerse etsinler, aile birliğini bozmayı düşünmediler hiç. Okuduk, güldük, niçin kavga ettiklerini pek merak etmedik.
Orijinal çizgi dizide adam İrlandalı. “Taşı toprağı altın” diyerek Amerika’ya geliyor. Ama elleriyle kazmak zorunda kalıyor serveti. Karısına çok âşık olarak evleniyor. Nefis bir vücudu var karısının. McManus başlangıçta hatları daha belirgin çizmiş onu, sonra gazete patronlarının isteğine uyarak çizgilerini mazbutlaştırmış. Dizinin başında fakirler. İşçi sınıfı. Karısı kâh çamaşırcılık yapıyor, kâh garsonluk. Adam da çok cimri. Sonra hızlı bir şekilde adam patronunun gözüne girip para kazanıyor, ayrıca bahislerden de çok para kazanıyor ve çok zengin oluyorlar. Karısı ve daha sonra da kızı, sınıf atlama savaşındalar. Adamsa, değişmiyor. Adamı zorla konsere, baleye, operaya götürüyorlar. Adam kaçıp arkadaşlarıyla bira içmek istiyor. Izgara et ve lahana yemek istiyor, şık şık sosyete yemekleri değil. Türk dizisinde de kuru fasulye, pilav isterdi diye kalmış aklımda. Karısı, yeni çevresinin onların eski fakir halini bilmesini istemiyor. Sürekli eve yüksek sosyeteden önemli misafirler çağırıyor, yardım kuruluşlarında çalışıyor, kendilerine çevre yapmaya uğraşıyor. Kocasının ise umurunda bile değil. Mutfakta iç çamaşırları ve çoraplarıyla oturmayı, televizyonun karşısında bir bira açmayı tercih ediyor. Aslında eski oturdukları mahallede oturmayı da hayal ediyormuş kocası. Onun için kadını, kızgın bir tip olarak çizmiş çizer. Güzel ve güçlü kuvvetli olarak düşünmüş kadını, ama kızgın.

Adam kaçıp kaçıp arkadaşlarıyla yemek yemeyi, ya da poker oynamayı adet haline getirmiş karikatürler ilerledikçe. Sonraları karısı da kızdığında kocasının üstüne tabak, bardak atmayı adet haline getirmiş. Biz de onları öyle tanıdık, okuduk ve güldük.
Ben onları Kaynanalar adlı televizyon dizisindeki dünürlere de benzetirdim. Türkiye’de sitcom’un ilk örneklerinden biri olarak kabul edilen Kaynanalar, 1974 yılının Mayıs ayında TRT ekranlarında yayınlanmaya başlamıştı. Dizide, Anadolu’dan Ankara’ya göç eden Nuri Kantar ve ailesinin büyük şehrin kurallarına ayak uydururken kendi geleneklerinden uzak kalmama çabası anlatılmıştı. Kantar çiftinin dünürleri hafiften Tonton ve Şaban çiftini andırırdı. Esinlenme var mıydı, kim bilir. Varsaydı bile, anlatacak çok sözü olan, çok orijinal bir diziydi Kaynanalar.
BİZİMKİLER

Bu iki çizgi diziyi anlatıp da, çocukluğumda onlarla beraber yayınlanan çizgi dizi Bizimkiler’i ve yaratıcısını anmadan olmaz. Hürriyet’te üçü alt alta dururdu ben çocukken, bir de Detektif Nick diye dördüncü bir bant vardı, ama onunla ilgilenmezdim. Bizimkiler, Sezgin Burak’ın eseriydi.
Türk ve Avrupa basınında değerli eserler veren Sezgin Burak 1935 yılında Adapazarı’nda doğdu. İlk karikatürleri ilkokul çağlarında Doğan Kardeş Dergisi’nde yayınlandı. Profesyonel anlamda bir dolu karikatürler, illüstrasyonların yanı sıra kitapları resimlendiren, çizgi romana dönüştüren, kitap kapakları ve sinema reklamları da hazırlayan sanatçı, 1964 yılında Bizimkiler (Hüdaverdi) adlı sevilen bant karikatür tipini yaratmıştı. Bu eseri uzun yıllar günlük olarak Hürriyet gazetesinde yayınlanmıştı. Sanatçı birkaç sene İtalya’da çalışmış, ülkesine dönüş hazırlıklarına başladığı dönemde, en ünlü eseri olan çizgi roman kahramanı Tarkan’ı yaratmıştır. Tarkan, ilk olarak 14 Nisan 1967 tarihinde Hürriyet gazetesinde günlük olarak yayınlanmaya başladı. Son olarak çeşitli akrilik ve yağlıboya tablo çalışmaları da yapan sanatçı Tarkan’ın son macerası olan Milano’ya Giden Yol’u tamamlayamadan 1978 yılında hayata veda etti.

Bizimkiler, Türk çizgi roman tarihinde bir süreklilik rekoruna imza atarken içeriğindeki Hüdaverdi, Pırtık, Kaptan gibi karakterler de yıllar boyu sevilmiş ve ilgiyle izlenmiştir. İlk ortaya çıkış tarihinden yaklaşık bir yıl önce Hürriyet Gazetesi’nde çalışmaya başlayan Sezgin Burak, bu gazetenin sayfalarından okuyuculara ulaşan Fatoş ve Güngörmüşler bantlarındaki mizah öğelerinden yola çıkarak, Bizimkiler başlığı altında ulusal motifleri zengin bir günlük bant hazırlamıştı.

Paspal görünüşlü, ancak dünyanın en huzurlu kişisi konumundaki Pırtık ile kocaman gözlük çerçevelerinin ardından zekâ fışkıran cin bakışlarıyla Hüdaverdi, bantın en önemli karakterleriydi. Ali Bey’i, Gönül Teyze’yi ve Kaptan’ı da unutmamak lazım. Hüdaverdi’nin büyüklerin dünyasına ve yaşama bakışları üzerine sık sık sorgulama yaptığı bant, bu eksende sayısız macera yaşamıştı… 1960’ların sonundan itibaren Erol Simavi’nin sahibi olduğu 7 Gün adlı dergide yarım sayfalık renkli maceralar yaşamış, ama yaratıcısının 1978 yılındaki beklenmedik ölümü üzerine bantın geleceği tehlikeye düşmüştü. Ancak Hürriyet Gazetesi’ne ait olan yayın hakları sayesinde başka çizerler 1990’ların ortalarına kadar diziyi sürdürmüştü. Hüdaverdi, 1971 yılında, Lale Oraloğlu yönetmenliğinde çekilen bir film de olmuştu, ancak Haldun Dormen, Suna Pekuysal gibi usta oyunculara rağmen, sinemada beklediği başarıyı bulamamıştı.