İstanbul için Nişantaşı ne ise, Roma için “Via Veneto” da odur. Gazete sahibi ve yazar Ennio Flaiano, 1958’deki bir makalesinde, caddenin 1950’lerdeki, hani o Rosetti kitapçısında şairlerle karşılaşılan, trafiği belli belirsiz, arada gezinen bir bisikletlinin sizi sıyırdığı sakin, doğal halinden sonra ne kadar baş döndürücü bir değişime uğradığını şöyle anlatıyor: Bu güneşli Mayıs gününde Via Veneto, bir şehir caddesinden çok, bir beach görünümünde. Farklı renklerde ve modellerde kocaman şemsiyeli Café’ler kaldırımlara pıtrak gibi dağılmış, arabalar vızır vızır ve su altındaki yosunlar gibi bir o yana bir bu yana salınıp duran şık ve elit bir insan kalabalığı. Bir bakmışsın Curd Jürgens delici bakışları ile etrafı süzüyor, Anita Ekberg bir omzunu açıkta bırakan geniş dekoltesi ile kendine masa arıyor. Dünya jet sosyetesi için Via Veneto bir prestij yeri…
Gazeteciler için bereketli bir gün
Café de Paris de masalarını tretuvara koymuş, şemsiyelerini açmış, bir köşede ünlü film yönetmeni Federico Fellini, o öğleden sonra capuccino’sunu yudumluyor. Yan masada yuvarlak hatları vurgulanmış güzel bir kız ile şişman bir adam dikkatini çekiyor. Hemen tanıyor: Elindeki bardaktan maden suyunu yudumlayan bu adam, Mısır’ın sabık kralı Faruk’tan başkası değil, ve uzak arka planda, saldırmak için avına odaklanmış vahşi hayvanlar gibi yavaş yavaş masasına yaklaşmakta olan bir grup gazeteci… Yaklaştıkça ellerindeki fotoğraf makinelerinin flaş lambaları daha bir belirginleşiyor, ta ki Kral Faruk o kımıl-kımıl güruhu görüyor ve ayağa fırlaması ile dev cüssesi masayı deviriyor... Café’dekiler ayakta, gelen-geçen toplanıyor, flaşlar patlıyor, olay bir anda büyüyor. Gazeteciler için bereketli bir gün!
Gazetecilerin avlanma teknikleri

Onların bu avlanma teknikleri Fellini’nin çok ilgisini çekiyor ve oracıkta onlarla tanışıyor. Onları yemeğe davet edip muhabbette sansasyonel bir haber uğruna avlarını nasıl izlediklerini, sıkıştırdıklarını, hatta bir olay çıkartıp haber yapmak üzere nasıl kışkırttıklarını öğreniyor. O yıllarda bu işin yolu yokluklardan doğmuştu. Kullanılan kameralar eski Rolleiflex’lerdi ve flaşlarının şarj edilmesi uzun sürüyordu. Fotoğrafçılar bu flaşlarla sadece tek bir şansları olduğunu, bunun için de hem çok yaklaşmak hem de tam zamanında hareket etmek zorunda olduklarını biliyorlardı. Onun için de her birinin, Vespa’lar üzerinde bekleyen ve konuyu yakalar yakalamaz onları hızla olay yerine götürecek asistanları vardı.

“Dolce Vita”

“Haziran’da Fellini’nin kafasında senaryo hazırdı” diyor Flaiano. Ana tema, kırsaldan gelen bir gencin Roma’ya gazetecilik kariyeri yapmaya gelişi… Amacı, filmde erotizm, hedonizm, can sıkıntısı ve elbette ki… sefahat arasında gidip gelen çürümeye yüz tutmuş bir Avrupa Aristokrasisi modelini hicvetmek... Filmin adı “Dolce Vita” olacaktı. Konum kesinlikle Via Veneto… Moraldo (gazeteci adayı kahramanı) beş parasız Via Veneto’da dolaşırken… yok yok... vaz geçiyor, bir gece kulübünden içeri girerken… tam da burada Fellini, Moraldo olarak tasarladığı karakterinin adını Marcello olarak değiştiriyor. Evet, evet bu rolü kesinlikle Marcello Mastroianni’ye vermeliydi!!!
İlk başlarda idealist bir gazeteci olan Marcello, zamanla izlediği sansasyon toplumunun büyüsüne kapılacaktı.

“Paparazzo”

Bu noktada Fellini, Veneto’yu istila eden olay-haber peşindeki gazetecilerin de filmde yer almasına karar veriyor. Marcello o role, terim yerindeyse “cuk” oturuyor ancak, ona bir ad bulmalı, öyle bir ad ki, kişiliği öne çıkaran, ölümsüzleştiren… Konumuzun başındaki gazeteci Flaiano (senaryolaştırma aşamasındaki diğer iki kişiden biri), bir opera libretto’sunda geçen “Paparazzo”yu keşfediyor. Bu esasen İtalya’nın bazı bölgelerinde bugün bile rastlanan bir soyadı, ama Sicilya’da insanları vızıltısı ile sinir eden iri sivrisineklere de verilen benzer bir ad var “papataceo”.
“İşte bu” diyor, “bu!” Vızır vızır ünlülerin burnunun dibinde onlara dünyayı dar edecek tipin adı bu! PAPARAZZO, çoğul şekli ile PAPARAZZİ! Nereden bilsinler ki, bu ad zamanla öyle bir yayılacak, öyle bir anlam kazanacak ki, ansiklopedilerde bile yerini alacak, ve nereden bilsinler ki film 1960 Cannes Film Festivalinde “Altın Palmiye”, Oscar ödüllerinde de “en iyi kostümler” dalında ödül alacak… Film bugün dünya sinema tarihinin en iyilerinden biri kabul edilmektedir.
Buraya kadar, Paparazzi kelimesinin dünya literatüründeki yerini ve kaynağını öğrendik. Ancak tam da bu noktada, kimsenin anımsamadığı, belki de pek azımızın anımsayacağı bir de Türkiye ayağı var işin. Geçmişte internette tesadüfen rastladığım ve benim için arşivlik niteliğindeki bu yazıyı nasıl paylaşmayayım sizinle?

“Günah Gecesi”

Tarih 15 Kasım 1958, yer Roma. Amerikalı milyarder Peter Howard, kontes sevgilisinin doğum günü için “Rugantino” adlı gece kulübünü kapatıyor. Müzik New Orleans Jazz Band. Kimler yok ki konuklar arasında. Dünya jet setinden, asilzadelerden baronlar, düşesler, beyaz perdeden Tyrone Power, Elsa Martinelli, Anita Ekberg, ve hatta, hatta yukarıda adı geçenlerden Mısır sabık kralı Faruk, veee Federico Fellini bile orada. Havyarlar, pateler, şampanyalar, eğlence tavan. Howard, kral Faruk’un göbek dansına düşkünlüğünü biliyor, gece kulübü sahibine, “En iyi dansözü bulun, getirin” talimatını veriyor. Saatler gece yarısı iki gibi, “La Turca” getiriliyor.
“La Turca”

Kim peki bu “La Turca?” Babası Fransız, annesi bir İstanbul Ermeni’si olan Kurtuluşlu Hermine Aslanoğlu. Bizde dansöz olarak ünlenmiş, hatta Kervansaray’da işe alınırken Orhan Boran, yaptığı danstan ziyadesiyle etkilenmiş, şaşkınlıktan ağzındaki sigarayı kucağına düşürmüş. Paris, Kahire, Beyrut turnelerine götürülür olunca. Türkiye’den taşınıp dünya jet sosyetesinin eğlence merkezi Roma’ya yerleşmiş, “Ayşe Nana” veya “La Turca” diye tanınır olmuştu.
“Giysilerim yok yanımda” dese de, “Olduğun gibi dans et” diyorlar. Müzik başlıyor, Anita Ekberg de ayakkabılarını çıkarıp, siyah elbisesinin bir askısını düşürünce, Nana geri kalır mı?
O da ayakkabılarını fırlatıyor, yalınayak ortaya çıkıyor, eteklerini sıyırıyor ve erkeklerin şaşkın bakışları altında “yere halı serin” diyor. Roma imparatorluk hanedanından Prens Hercolani, (inanılmaz!!) ceketini çıkarıp, halı serer gibi piste atıyor, arkasından diğerleri... Nana’nın ayaklarının altında, ceketten halı!

“Üzerindekileri çıkart”

Müziğe uyarak erotik hareketlerle dans etmeye başlıyor. Bir yandan da kendisini hayranlıkla seyretmekte olan erkekleri delici bakışları ile baştan çıkarmakta. Birden, Howard “üzerindekileri çıkart” diye bağırınca işler çığırından çıkıyor. Ardından “sutyeni de çıkart” diye bağırıyor Howard. Kulüpte yer yerinden oynarken Nana sutyenini de fırlatıp atıyor. Buna “delirium” durumu diyebilir miyiz? Herkes o denli kendinden geçmiş ki, bir şekilde bu kapalı çevre partisine sızan gazeteci Tazio Secchiaroli’nin sürekli deklanşöre basmakta olduğunun kimse farkında değil. Tazio elinde servet, doğru L’Espresso dergisine elbet!
Fotoğraflar muhteşemdi de, çıplak fotoğraf basmak o yıllarda Vatikan’a bomba atmak gibi bir şeydi. Göğüs uçları siyah boyayla kapatılarak “La Turca Desnuda” başlığı altında yayınlanıyor fotoğraflar. Tarihe de “La notte del peccato” (Günah gecesi) olarak geçiyor.

Kıyamet kopuyor
Esas kıyamet ertesi sabah kopuyor. Fotoğrafları görenler kiliselere günah çıkartmaya koşuyor. Vatikan hop oturup hop kalkıyor. Gece kulübü kapatılıyor, ceketlerini yere serenlere cezalar kesiliyor. Roma Polisi “izinsiz çalışmak ve müstehcen gösteri yapmak”tan Ayşe Nana’nın yurt dışına çıkarılmasını istiyor, Peter Howard bunu kefalet ödeyerek engelliyor.

Bu arada derginin tirajı tavan yapıyor ama, işin faturası Nana’ya kesiliyor. İtalyan halkından özür dilese de affedilmedi Nana! Uzun yıllar batakhanelerde erotik danslar yaparak yaşadı ve 78 yaşında hayata küskün vefat etti.
Paparazzi’liğin doğuşunda bizim versiyon işte burada başlıyor. Vallahi günahı iddia sahiplerinin… Fellini o geceden aldığı ilhamla, Via Veneto’da boy gösteren ünlülerin café’lerdeki görüntülerinin iç yüzünü “La Dolce Vita”da gözler önüne serdi. O da Nana gibi suçlandı, baskılar gördü, davalar açıldı, ama o filmini yine de vizyona soktu. Başrolünde Marcello Mastroianni ve Anita Ekberg, Nana rolünde ise Nadia Gray vardı. Filmin baş karakteri Paparazzo’nun adı ise sansasyonel gazetecilik peşindeki gazetecilerin ortak sıfatı oldu.
Son yıllarda izinsiz ya da zorla görüntüler almak, kişinin özel hayatına müdahale sayılarak birtakım yasaklanmalara tabi olduysa da basın patronlarından yüksek paralar almakta olan paparazzi’lerin vukuatları Nana gecesi ile bitmedi. İngiliz kraliyet ailesinin yaramaz kızı Prenses Margaret’in Moustique adasındaki sefahat partileri, Amerika’nın Başkanı J.F. Kennedy’nin bir yattaki “nu” görüntüleri, B.B’nin üstsüz fotoğrafı, Yunanlı ünlü milyarder Onassis ile Jacqueline Kennedy’nin ilk aşk haberlerini oluşturan fotoğraflar, İran sabık kraliçesi Prenses Süreyya’nın aşk hikâyeleri, daha genç neslin anımsayacağı en çarpıcı ve en hazin örneği ile Prenses Diana’nın ölümüne neden olduğu iddia edilen Paparazzi takibi..

Paparazzi’liğin de ömrü bir yere kadar

Hala geçer akçe olsa da son yıllarda cep telefonu olan herkes birer paparazzi rolünde. Bu işi daha da ileri götürüp, hatırlayacaksınız - bizim medyada yer alan Vatan Şaşmaz cinayetinin otel odasındaki görüntülerini paylaşacak kadar işin çivisini çıkaranlar var.

Uzun sözün kısası ile bitirelim… Bugün artık her yerde olmasa bile, İngiltere’de mesela, geleceğin kraliçesi Kate Middleton’un her türlü takibi, özel yaşam ihlali gibi girişimler yasalarca takipte. Fransa’daki balaylarında çıplak fotoğraf peşinde koşan Fransız basınından sorumlu gazetecilere açılan dava, Prens ile Prensesin lehinde sonuçlandı. “Annemin ölümüne de bu tür girişimler neden olduğu için özellikle incitici,” diyordu demecinde Prens William. Görünen o ki, halkın, ünlülerin sıra dışı davranış ve yaşantısına merakı devam ettikçe, Paparazzi’ler daha uzunca bir süre yaşantımızı beslemeye devam edecekler anlaşılan...