Kapak Fotoğrafı: Dallas ile Austin arasında bir aile, Doethea Lange, 1936

Günümüzde uluslararası haberleri tüketirken, fotoğrafın insan yaşamıyla olan ilişkisini de oldukça yakından deneyimleriz. Bu ilişkiye örnek olabilecek konulardan biri de kuşkusuz, yaşamsal dengeleri değiştirebilecek düzeyde büyük olan ‘insan göçü’yle ilgilidir. Her gün kalabalık teknelerin ve kamp alanlarının fotoğraflarıyla yüzleşmekteyiz; can yelekleri, sırt çantaları; çitler, çadırlar ve diğer detaylar; ebeveynlerin veya yabancıların kollarında çocuklar; kederli, kızgın, boş yüzler; ve ne yazık ki cansız bedenler…

Tüm bu görüntüler zihinlerde toplanır. 2015 yılında basında en çok dolaşan fotoğrafları düşünün. Bunlardan biri, bir polis memurunun, ailesiyle Suriye'den kaçan iki yaşındaki Alan Kurdi’yi sahilde boğulmuş olarak bulduğu sahne. Bu gibi görüntüler hakkında söyleyecek çok şey var. Ancak burada basit ama kritik bir noktaya değinmek istiyorum; çağdaş haber fotoğrafları, fotoğrafın insan göçüyle olan uzun ve karmaşık ilişkisinin oldukça sınırlı bir görünümünü sunarlar. Medya görüntüleri, acı çeken insanlara yönelik ortak ilgi alanlarının ötesinde, rutin olarak göçü zorla yerinden edilme, travma, trajedi ve izleyiciler üzerinde uyandırdığı duygusal tepkiler (merhamet ve acıma vb.) açısından çerçeveler. Aslında daha fazlası resmedilebilir ve halkların sınırlar içinde ve ötesindeki hareketliliği hakkında daha kapsamlı hikâyeler anlatılabilir. Ne de olsa biliyoruz ki, bugün kameralar coğrafi, kültürel ve ulusal bölünmelerdeki gönüllü ve istemsiz hareketleri belgeleyebilir, etkinleştirebilir veya kontrol edebilir güçtedir.


Fotoğraf ve Göç Projesi
Örneğin Tanya Sheehan, 2014 yılında bilim insanları, sanatçılar, öğrenciler ve Maine topluluğunun üyelerini bir araya getirmek için ABD’ndeki Colby Koleji’nde Fotoğraf ve Göç Projesi’ni kurar. Proje, ABD’ne göçle ilgili ulusal ve uluslararası tartışmalar bağlamında bölgesel göçü araştıran etkinliklere ev sahipliği yapıyor olmasının yanında zamanla bir araya getirilen fotoğraflar ve belgeler yardımıyla bir yol haritası ve bellek önerir. Waterville, Maine’de yerel ortaklarla birlikte çalışan Fotoğraf ve Göç Projesi, bölge sakinlerinin yerel aile geleneklerinden aldıkları yiyecek ve müziğin keyfini çıkarmalarının yanı sıra, tarihî aile fotoğraflarını dijital halk kütüphanesinde toplamaya ve göç hikâyelerini videoda paylaşmaya davet eder. Bu çalışmanın; Göç öykülerinin çeşitliliğini fotoğraf yoluyla nasıl temsil edebilir ve koruyabiliriz? Bu çalışma yerel düzeyde Amerikan sınır kültürünün artan düşmanlığı ve güvencesizliğine nasıl meydan okuyabilir? gibi soruları sormak için örnek bir proje olduğunu düşünebiliriz.


Refugee (Göçmen) Projesi, 2015

Birleşmiş Milletler’e göre mülteci
Göç çalışmalarında özellikle mülteci, hareketlilik (mobility) gibi anahtar kelimeler çokça karşımıza çıkmaktadır. Çağdaş yaklaşımda, bir söylem içinde büyük öneme sahip bu kavramlar aslında oldukça geniş ve esnek terimlerdir. Örneğin mülteci kelimesi küresel göç söylemini kapsar, ancak anlamı her zaman tam olarak anlaşılamaz. Öyleyse bir tanımla başlayalım. Yerinden edilmiş insanları destekleyen Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği’ne (UNHCR) göre mülteci zulüm, savaş veya şiddet nedeniyle ülkesinden kaçmak zorunda kalan kişidir. Bir mültecinin ırk, din, milliyet, siyasi görüş veya belirli bir sosyal gruba üyelik nedenlerinden dolayı köklü bir zulüm korkusu vardır. UNHCR 2015 Küresel Eğilimler Raporu’na göre, dünya genelinde %53’ü üç ülkeden gelen 21,3 milyon mülteci var: Suriye, Afganistan ve Somali. Ancak, yeryüzündeki yerinden edilmiş insanların tümünü (ülke içinde yerinden olmuş veya vatansız kişiler) dâhil edersek, bu sayı şaşırtıcı bir şekilde 65,3 milyona yükselir. Bu şimdiye kadar kaydedilen en yüksek seviyedir.

Çağdaş fotoğrafa göre mülteci
Peki, çağdaş fotoğraf, estetik ve sosyal uygulamaları aracılığıyla mülteciyi nasıl tanımlıyor?


(Solda) Théodore Géricault’un Medusa’nın Salı, 1819; (sağda) Skala'ya yanaşan göçmenler, Sergey Ponomarev, 2015
 
Son yıllarda, uluslararası medyadaki fotoğraflar, mültecileri görünür kılmak için bir dizi görsel strateji benimsemiştir.
Daha önce değindiğim, Eylül 2015’te Bodrum plajında ölü bulunan Alan Kurdi fotoğrafı ile, Kasım 2015’te Sergey Ponomarev’in New York Times için çektiği ve bir Türk teknesi tarafından Yunanistan’ın Midilli Adası’na teslim edilen mültecileri tasvir eden fotoğraflar bu stratejik betimlemelere iyi birer örnektir. Bu ve buna benzer fotoğraflar hem mültecileri savunmasız kurbanlar olarak tasvir etmek hem de durumlarını bir kriz olarak sunmak için geleneksel, ikonografik sanat tarihi okumalarını kullanır.


(Solda) Michalengelo'nun Pieta'sı, 1498; (sağda) Alan Kurdi, foto: Nilüfer Demir, 2015 

Alan Kurdi’nin fotoğrafı, Meryem Ana’nın kollarında ölü Mesih’i kucakladığı Pietà’yı akla getirir. Ponomarev’in fotoğrafı, Théodore Géricault’un Medusa’nın Salı (1819) adlı resmini çağrıştırır. Aslında fotoğrafçıların hiçbiri deklanşöre bastıklarında bu sanat eserlerini akıllarına getirmez. Bunun yerine medya, güçlü duygusal tepkiler almak için mülteci fotoğraflarını özenle seçer ve bu seçimlerin (çoğunlukla Batı) görsel gelenekler tarafından şekillendirilmesine zemin hazırlar. Bu geleneğin sürdürülmesindeki ısrar ise bu tür fotoğrafların teşvik ettiği şefkat, empati, acıma, korku, öfke veya üzüntünün, dünyadaki yerinden edilmiş kişilerin desteklenmesi için daha büyük eylemleri teşvik edebileceğine duyulan inançtan kaynaklanır. Ancak bu formülün düzgün çalışmadığı bugün artık söylenebilir. Peki, fotoğraf aracılığıyla mülteciyi bu gelenekten farklı tanımlamak nasıl mümkün olabilir?

Refugee sergisi
Örneğin 2016 yılında Senegalli fotoğrafçı Omar Victor Diop, Afrika’daki mülteci krizini belgelemek için görevlendirildi. Ancak Diop, Orta Afrika Cumhuriyeti’nden kaçan insanların portrelerinden farklı bir bakış açısıyla stüdyo portreleri yapmayı seçti ve Diop’un fotoğrafları, Los Angeles’taki Annenberg Fotoğraf Topluluğu tarafından düzenlenen Refugee sergisine dâhil edildi. Graciela Iturbide, Tom Stoddart ve diğer ünlü fotoğrafçıların çalışmalarını da içeren Refugee, izleyicilerin basında görmeye alışık olmadıkları fotoğrafları sergiledi. Misyonu yeni ülkelerindeki mültecileri göç ya da geçmişe değil, hedef ve geleceğe odaklanarak “insancıllaştırmak” olarak duyuruldu.

Kameralar mültecilerin elinde
Refugee ile ortak çalışan UNHCR de dünya çapında fotoğraf atölyelerine ev sahipliği yapıyor. Bu atölyeler, bu tür eylemlerin daha özgün bir mültecilik vizyonu üreteceğini varsayarak kameraları mültecilerin eline vermeye odaklanıyor. UNHCR bunlardan biri olarak kabul edilen Exile Voices gibi girişimlerin “mültecilerin hayatını değiştirdiğini” iddia ediyor.


Foto muhabiri Reza Deghati, Exile Voices’ın beyin fırtınasında. Reza işe, Irak’ta bir mülteci kampındaki çocuklar için ilk fotoğraf atölyesini kurduğu 2013’te başladı. Exile Voices projesi ile oluşturulan fotoğraflar Temmuz ve Ekim 2015 tarihleri arasında Paris’te Seine boyunca sergilendi. “Onların hayatlarını tüm dünyaya ve evrensel bir dille göstermek istiyorum” dedi Reza, fotoğraf çekmeyi öğrettiği mülteci çocuklardan bahsederken.
UNHCR, Amerikalı fotoğrafçı Brendan Bannon liderliğinde Namibya, Yemen ve Ürdün’de de benzer projeler destekledi. Bannon da, projeden söz ederken, göçmen çocukların bakışları aracılığıyla mülteci yaşamını deneyimleyebilmeleri için dünyayı, atölyelerinde oluşturulan fotoğrafları görmeye davet ettiğini ifade etti.
Bu tür projelerin en belirgin özelliklerinden biri, bu insanların kendi önyargılarının bilincinde olmalarıdır ve belki de bu nedenle ana akım medya tarafından alınan politik yanlış adımlardan genellikle kaçınmaktadırlar. Örneğin, Refugee ve Exile Voices gibi projelerin teşvik ettiği insancıllaştırma ve evrensellik kavramlarını ele alalım. İnsanlığın neye benzediğine kim karar veriyor? Baskın bir sosyal grubun bunu başkaları için talep etmesi ne anlama gelir? Mülteci fotoğrafçılarının dilini bu kadar evrensel yapan nedir? Bu dil nasıl ve kim tarafından hazırlanıyor? gibi soruları ele alan veya mülteci ve fotoğraf kavramlarını yeniden düşünmek için diğer çağdaş çabaları araştıran yorumları davet etmektedirler.

Özgürce hareket etme
‘İnsan göçü’ konusunda bir diğer önemli başlık ise temel insan haklarından biri olan özgürce hareket etmedir. Ancak küresel göç krizi, dünyaya, her öznenin ırk, cinsiyet, sınıf, siyasi veya ulusal kimliğinden dolayı bu özgürlüğü kullanamayacağını hatırlatır.
Dolayısıyla, bir ülkenin bazı vatandaşları ülkeye en az kısıtlamayla girerken, diğerleri ve vatandaş olmayanlar ise tamamen engellenir veya durdurulur. ABD’nde, 2017 yılında, ağırlıklı olarak Müslüman ülkelerden olan insanları hedef alan kararların ardından, hareketlilik (mobility) kısıtlamalarının kapsamı artmıştır. Mülteciler, sığınmacılar ve hatta ABD’nde daimî ikamet izni bulunan bazı kişiler (yeşil kart sahipleri) bile Amerika sınırında durdurulmuş ve girişleri reddedilmiştir. Tüm bu kısıtlamalar, antropolog Bartholomew Dean’in, “kalma, ayrılma ve geri dönme hakkı” olarak tanımladığı “hareket özgürlüğü” kavramından yoksunluğu ifade eder.

Bu özgürlüğün ve inkârının fotografik boyutlarını incelersek belgesel fotoğraf geleneğinde, hareketlilik konusunu akla getiren isimleri hatırlamak gerekebilir. Lewis Wickes Hine tarafından New York’taki Ellis Adası Göç İstasyonu’nda (1904-09, 1926) çekilen portreler, ABD Tarım Güvenlik İdaresi tarafından yaptırılan Orta Batı Amerika’nın fotoğrafları (1935-44) ve Robert Frank’ın ülke genelinde yaptığı Amerika (1958) yolculuğu…

Kendileri göç eden fotoğrafçılar
Bu örneklerde, fotoğrafçılar ABD’nde, göçle ilgili fotografik kayıtlar oluşturmak için kendileri göç etmiş fotoğrafçılardı. Dolayısıyla hareket serbestliği, başka bir deyişle, hareket halindeki bir fotoğrafçının bakış açısından temsil ediliyordu. Örneğin, 1892-1954 yılları arasında ülkenin en yoğun göçmenlik denetim istasyonu olarak göç ve hareketliliğin bir sembolü haline gelmiş olan Ellis Adası’nın Hine’ın fotoğraflarındaki görünüşü, istasyondan geçen Doğu, Orta ve Güney Avrupalı göçmenler üzerindeki algının büyük kısmını şekillendirdi. Bu fotoğraflardaki figürler izleyicilerin bakışlarını kilitleyip, sabitledi. Hine’ın serisi boyunca göçmenler bugüne dek bekleme odalarında ve hareketsiz kaldı. Oysa bu göçmenler için bir yere varış, çoğu zaman olduğu varsayılan saf mutluluk ve fırsatın yanı sıra; belirsizlik, bürokrasi ve sık sık yaşanan aksaklıklarla dolu bir sürecin başlangıcıydı ve bir hareketliliği ifade ediyordu. Geçmişte de bugün de…