Bir insanın doğumdan ölüme geçirdiği bütün evreler, yaşam adı verilen kusursuz döngünün hafızasını oluşturur. İnsan, küçücük bir bebekken çevresinde olup bitenin kaydını tutmaya başlar. Tutulan kayıtlar, insanın çevresiyle iletişiminin ilk örneklerini oluştururlar. İletişim içinde olduğumuz ilk sosyal birim ise, çoğunlukla ailemizdir. İşte aile kavramının fotoğrafla olan ilişkisi, tam da bu noktada başlar. Çünkü fotoğrafın da ilk işlevi, icat edildiği günden bu yana yaşamın kusursuz kaydını tutmak ve bir anlamda yaşamın hafızasını inşa sürecine tanıklık etmek olmuştur.
Yaşamın kaydını tutan fotoğraflar
Fotoğraflar, insanın doğup büyüdüğü, yaşadığı çevreye tanıklık ederler. Fotoğraflar; insan elinin değdiği dünyaya, bazen de insanın meraklı bir arayış içinde keşfetmeye çalıştığı dünyaya tanıklık ederler. Kısacası fotoğraflar, insanın zaman içerisindeki bitmez tükenmez yolculuğuna yoldaşlık ederler. Artık günümüzde anne rahmine düşen cenin fotoğraflarıyla başlıyor bu serüven ve aile albümlerindeki yerini alırken aslında dünyada koskoca bir insan ailesi olduğumuza sessizce tanıklık ediyorlar. Belki de bu yüzden insana ait en değerli nesneler onlar.
Ethemağalar Aile Albümü, 1930
Atatürk ve çağdaşlık
Fotoğrafın her toplumda kabulü ve yolculuğu da başlı başına bir tarih olarak ele alınır. Bu tarihin bizim kültürümüzdeki başlangıcı Osmanlı dönemine dek uzanır. Ancak toplumun sıradan yaşantısı içine dâhil olması aynı döneme rastlamaz. Fotoğraf, Osmanlı döneminde sıradan halk tarafından kabul gören ve toplumun Müslüman kesiminin hane içerisinde yer verdiği bir nesne değildi. Daha doğru ifadeyle genel olarak imge kullanımı İslam dinine ait değerlere uygun görülmüyordu. Bu bakış açısı Cumhuriyet dönemine dek devam etti. Cumhuriyet’in kurucu önderi Mustafa Kemal Atatürk, dinî dogmaların çağdaş ve aydınlanmacı bir toplumun şekillenmesine engel olduğunu bildiği için özellikle dinî öğretiler yerine bilimi ve sanatı bir yaşam pratiği olarak konumlandırmayı ilke edinmiş bir liderdi.
“Bir millet ki resim yapmaz, bir millet ki heykel yapmaz, bir millet ki tekniğin gerektirdiği şeyleri yapmaz, itiraf etmeli ki o milletin, ilerleme yolunda yeri yoktur” diyordu.
Osmanlı toplumu bilindiği üzere geleneksel, ataerkil bir yapıya sahipti. Erkeğin otoritesi bu toplum yapısı içerisinde tartışılmazdı. Bu durum, Atatürk’ün, devrimleriyle değiştirmeyi amaçladığı bir durumdu ve bunu başardı. Bir dizi yasal değişimlerin sonunda, kadınlar erkeklerle eşit haklardan yararlanmaya başladılar. Sanayileşme ve kentleşmeyle birlikte bu yasal değişimler, aile yapısını etkiledi ve bugünkü çekirdek aile yapısı ortaya çıktı.
Gökberk Aile Albümü, 1925
İletişim aracı olarak fotoğraf
1920’lerde fotoğraf ve diğer teknolojiler, Türk haneleri içerisinde yaygınlaşmaya başlamıştı. Artık sadece bazı aydın ve azınlık aileler değil, toplumun büyük kesimi fotoğraf çektirmek için stüdyoların yolunu tutuyor, fotoğrafçılar pek çok ailenin hanelerini yani özel mevkilerini ziyaret ediyorlardı. O dönemde çekilen fotoğraflar, Cumhuriyet yıllarındaki yaşantıya ve fotoğrafların yaşantılar üzerindeki tanıklığına işaret eden fotoğraflardı. Giyim stilleri, kadının sosyal yaşantıdaki yeri, fotoğrafın bir iletişim aracı olarak kabulü ve dışa dönük sosyalleşme, bu fotoğraflarda açıkça okunabilen alt yazılardır.
Yersel Aile Albümü, 1930'lar
Ayrıca o dönemlere ait çocuk fotoğraflarında ortaya çıkan başka bir yenilik daha vardı. Fotoğrafın bulunduğu ilk yıllarda çekilen çocuk portrelerinin aksine çocukların fotoğraflarda geleceğin misyon sahibi bireyleri gibi yansıtılma çabalarına daha az rastlanmaktaydı. Aileler çocuklara henüz kaldıramayacakları sorumlulukları yüklemektense, onları iyi yetiştirebilmek, iyi eğitim verebilmek, tüm bunlardan önemlisi bir daha geri kazanılması mümkün olmayan çocuk masumiyetini yaşamalarına izin vermekteydi. Çocukların sevgiye muhtaç varlıklar olduğu ve onların oyunlarının zekâları konusundaki gelişime katkıda bulunacağı, onlara büyük birer insan değil de çocuk gibi davranılması gerektiği, günden güne kabul gören yaklaşımlardı. Çocuklar üzerine olan düşünce yapılarındaki değişimler, fotoğraflara da tüm çıplaklığıyla yansıyordu. Cumhuriyet döneminde çekilmiş olan fotoğrafların çoğunda çocuklar büyük insanlar gibi giyinip ağır dekorlar üzerinde sıkıntılı bir surat ifadesi ile poz vermiyorlardı, kendi oyun parkları içerisinde daha özgürdüler artık.
Evlilik fotoğrafları
Benzer bir demokratikleşme süreci evlilik kurumu için de geçerliydi. Kentlerde, genç çiftler toplumun değer yargılarına uygun ölçülerde flört edebiliyordu ya da en azından evlenecekleri, aile kuracakları kişiler hakkında fikirlerine değer veriliyordu. Yeni toplum düzeninde kadınların görüşleri daha fazla önem kazanıyordu. Kadınlar sosyal yaşantı içerisinde kendilerini göstermeye başlamışlardı. 1920’li yıllara kadar evlenen çiftler için fotoğraflarda samimi bir poz vermek neredeyse mümkün değildi. Özellikle kadın son derece ağırbaşlı, ifadesiz ve dümdüz kameraya bakarak poz vermek mecburiyetindeydi. Aşk meşk gibi durumları görsel olarak yansıtmak kurulan aile müessesesine hakaret niteliğindeydi. Fakat 1920’lere gelindiğinde aşkın kutsallığı konuşulur, yazılır çizilir olmuş; birbirine sevgi ve saygı besleyen çiftlerin kuracakları yuvanın toplumsal huzur ve mutluluğa önemli ölçüde katkısının olacağı inancı benimsenmeye başlamıştı.
Yersel Aile Albümü, 1932
Atatürk devrimlerinin fotoğrafa yansıması
Mustafa Kemal Atatürk, kendisi ve ailesiyle daima iyi bir model oluşturmuştu. Atatürk, toplumun kültürel yapısını ve genel görünümünü de değiştirmeyi amaçlıyordu. 1934 yılında kıyafet konusunda getirilen yeni yasayla birlikte din adamları dışındaki herkes bu yasaya uygun giyinmek zorundaydı. Özellikle de kadınlar için çizdiği vizyon, fotoğraflarda tüm dünyanın gözü önüne çıkıyordu. Bu dönem itibariyle çekilen fotoğraflarda, kadınların modern giysileri seçtikleri açıklıkla gözlemleniyordu. Türkiye’nin modernleşme sürecinde yapılacak inkılap ve reformlar bu fotoğraflar aracılığıyla bugün de rahatlıkla izlenebilmektedir. Bu görüntüler karşısında söylenebilecek yegâne şeyse, düşünce ve eylemi birlikte yürütmenin Atatürk’ün gerçek dehası olduğudur. Mustafa Kemal Atatürk, aklın kılavuzluğunda, bilimsel düşünce yöntemleriyle günlük yaşama yön verebilen değerler üretmiş ve toplumun en küçük birimlerine kadar pratik etmişti. O sadece askeri ya da siyasi değil, sivil düzeyde bir devrimi de başarıyla gerçekleştirebilen dünyadaki tek lider olarak tüm dünya ülkelerinden haklı övgüler ve hayranlık kazanmıştı. Bir lider olarak, halkı için hedeflediği şeyleri kendi yaşamı içerisinde sindirmiş, halkı için gelişim ve ilerleme yolunda hem bir rol model olmuş hem de bu hedefleri kolay erişilebilir kılmak adına çalışmıştı. Bu özellikleri sayesinde Atatürk, fotoğrafları aracılığıyla da izleyebileceğimiz gibi üstün karizma sahibi bir Dünya lideri olmuştu.
Gazi Mustafa Kemal Paşa, Latife Hanım'ın ailesiyle, Ankara. (5 Mart 1923)
Karizma, Antik Yunanda “ilahi ilham yeteneği” anlamına gelmektedir. Mustafa Kemal Atatürk, Cumhuriyet’in temel ilkelerini oluşturan ve toplumunun gelişimi adına başardığı her şeyi yine o toplumun başarısı olarak ele alan, geniş bir vizyona sahip, toplumunu harekete geçirebilecek gücü olan karizmatik bir liderdir. Atatürk, her zaman imajı üzerinde çok çalışmıştır ve bunu birçok şeyi başarılabilmenin önemli aşamalarından biri olarak görmüştür. Gelişimin önündeki engelleri ortadan kaldırmak, gelecek kuşaklarla toplumun gelenekleri arasında bir köprü oluşturacak yapılar inşa etme konusunda eşsiz bir kabiliyete sahiptir. Türkiye Cumhuriyeti’nin temel taşlarını oluşturan tüm hedefleri bilimsel düzeyde araştırdığı ve sentezlediği başka kültürlerin ve değer sistemlerinin ışığında inşa etmeye özen göstermiştir. Bütün bunların yanında üstün empati yeteneği ve dolaysız iletişim becerisiyle topluma aktardığı güven duygusu toplumun değişime dair motivasyonunu sağlayan en değerli niteliktir. Bilindiği üzere bir toplumun gerçekten aydınlanması ancak onun en küçük birimlerine kadar sirayet ettiğinde yaşanır.
Yirminci yüzyılın lideri
Yirminci yüzyılın lideri Mustafa Kemal Atatürk’ün, düşünce ve ilkelerini yaşatmaya çalışırken yalnız kendisi ve kendi yaşadığı toplumun bir parçası için değil, bütün insanlar için çalışmaya ve üretmeye kendisini adamış olduğunu hep hatırlamalıyız. Çünkü Atatürk belli konular ve sınırlar dâhilinde ele alınamayacak genişlikte bir düşünme pratiğini temsil eden bir önderdir. Mustafa Kemal Atatürk ve yarattığı devrimler matematikten sanata, mimariden edebiyata tüm branşlarda burada ele aldığım gibi toplumun en küçük birimi olan aile yaşamını dahi şekillendirmiş, değişimin zorunlu kılınmasından ziyade bilginin ve görgünün önderliğinde doğal bir süreç olabileceğinin güvenini tahsis etmeye çalışmıştır.
Atatürk, Halit Mengi'nin kızı Müftale Mengi ve Ruhi Soyer'in düğün töreninde
Atatürk’ün topluluk fotoğrafları
Atatürk’ün topluluk fotoğraflarına baktığımızda medeni ve çağdaş bir yapının hâkim olduğunu görürüz. Toplumun her kesiminden insanla bir araya gelerek çektirdiği fotoğraflardaki samimiyet ve güven duygusu böylece toplumun en küçük birimlerine kadar sindirilmiş ve doğal bir süreçte tatbik edilmiştir. Cumhuriyet’in inşasından hemen önce, yakın bir geçmişte fotoğraflara yansıyan bu medeni ve kenetlenmiş insan görüntülerinin aile fotoğrafları özelinde dahi örnekleri olmadığını bilmek Atatürk’ün toplum üzerinde nasıl bir etki yarattığını bir kez daha gösterir. Batı’nın Rönesans dönemi ile yaşadığı aydınlanma bizler için Mustafa Kemal Atatürk ile başlamış, dinî dogmaların hâkim olduğu süreç güçlü bir sarsıntıya uğramış, insan aklı ve bilim, ilerlemenin birincil koşulu olarak konumlandırılmıştır.
“Benim naçiz vücudum bir gün elbet toprak olacaktır, fakat Türkiye Cumhuriyeti, ilelebet yaşayacaktır” diyen eşsiz önder Mustafa Kemal Atatürk’ten geriye kalan, onu anımsatan ve bir şekilde kendisini ve/veya devrimlerini dönemi içerisinde izleyebileceğimiz her fotoğraf bağımsız Türkiye Cumhuriyeti’nin daimî hafızasını temsil etmektedir. Eski ve tozlu raflarda sıkışıp kalmış aile fotoğraflarına vereceğimiz kıymet bugün bu açıdan daha önemlidir. Onlara bir kez daha ve bir de bu gözle bakalım. Daima minnet ve saygıyla…