GELENEKLİ SANAT


1957, Ankara doğumlu ALPASLAN BABAOĞLU, ilk ve ortaöğrenimini Ankara ve Erzurum’da tamamladı. Devlet bursuyla gönderildiği İngiltere’deki Elektronik Mühendisliği eğitimini şeref derecesi ile 1979 yılında tamamladı. Aynı dalda yüksek lisans eğitimini 1980 yılında tamamlayarak, Türkiye’ye döndü. Mühendislik hayatını bir kamu kurumunda yönetici olarak sürdürürken, 2011 yılında emekliye ayrılarak bu tarihe kadar ancak boş zamanlarını ayırabildiği ebrû sanatına zamanının tamamını ayırmaya başladı. O günden bu yana gelenekli ebrû yapımı ve tekniği ile ilgili araştırmalar, çeşitli kurumlarda ebrû eğitmenliği yapmaya devam etmektedir. Alpaslan Babaoğlu ile ebrû sanatını konuştuk.

Ebrûnun geçmişten günümüze uzun serüveni düşünüldüğünde en çok rağbet gördüğü dönem ne zaman? Bu dönemin özelliği nedir?
Üzerine tarih atılan, bilinen en eski ebrû 1496 yılında İran’da yapılmış. Dönemin önemli hattatlarından Heratlı Mir Ali, Abdullah Murvarid isimli ebrûcunun yaptığı ebrûlu kâğıtları yazılarında kullanmış, bu yazılar çok beğenilince diğer hattatlar da böyle yapmaya başlamışlar. Kısa sürede ebrû yayılmış. Önce üzerine yazmak için yapılıyorken, daha sonraları kalınca kâğıtlara alınıp, ciltte kullanılmaya başlanmış. Böylece ebrû kâğıtlarına olan rağbet artmış. Günümüz hariç tutulursa 16. yüzyıldan başlayarak matbaanın ve modern ciltçiliğin başlangıcına kadar çok yaygın olarak kullanılmış. Bugün arşiv ve kütüphanelerdeki on binlerce kitabın kabında ebrû kullanıldığı düşünülürse ne derece rağbet gördüğü kolayca anlaşılabilir.

Alpaslan Babaoğlu 

Günümüzde ise değişen sosyal konjonktürle birlikte, gelenekli sanatlara olan ilgi arttı. Dolayısıyla ebrûya olan ilgi de tarihte hiç olmadığı kadar arttı. Hocam Mustafa Düzgünman’ın gayretleriyle teknik olarak üst düzey ebrûların üretilmesi sonucu, ebrû artık soyut resim anlayışıyla, çerçevelenip duvarlara asılır hâle gelmiş bulunmaktadır.

“Ebrûnun Bir Âdâbı, Edebi, Terbiyesi Var”

Ebrû için ne tür malzemeler kullanıyorsunuz? Malzeme temininde herhangi bir sorun yaşıyor musunuz?
Öncelikle, üzerinde ebrû yapılan sıvının kıvamının artırılması ve bir miktar yapışkanlık kazandırılması gerekiyor. Bunun için kitre, salep, boy tohumu, ayva çekirdeği gibi çeşitli malzemeler kullanılıyor. Günümüzde yaygın olarak deniz kadayıfı ve kitre kullanılmakla birlikte, ebrûnun ilk yıllarında boy tohumu (pastırma çemeninin hammaddesi) kullanılmış. Türk ebrû geleneğinde topraktan elde edilen doğal boyalar kullanılıyor. Bu boyaların sıvının üzerinde batmadan yüzebilmesi için sığır ödü ilave ediliyor ki bu ebrûnun olmazsa olmaz malzemesi. Sıvıyı koymak için tekne tabir edilen baklava tepsisi benzeri bir kap, yaşlı atın kuyruk kıllarını gül dallarına sararak yaptığımız fırçalar, kunduracı bizleri, taraklar gibi çeşitli yardımcı malzemeler kullanılıyor. Tabii ebrû bir kâğıt bezeme sanatı olduğu için mümkünse asitsiz, krem ya da fildişi renginde 90-100 gr kâğıtlar kullanılıyor. Ebrûnun popüler hale gelmesiyle birlikte malzemelerini üreten ve satan firmalar ortaya çıktı. Bu nedenle ebrûcuların malzeme sıkıntısı çektiklerini düşünmüyorum.

Ebrûnun kendine özgü kuralları, âdâbı, incelikleri nelerdir? Bir eser üzerinde çalışırken hangi hususlara bağlı kalıyorsunuz?
Şüphesiz bütün gelenekli sanatlarımızda olduğu gibi ebrûnun da bir âdâbı, edebi, terbiyesi var. Bunların başında ustaya tam teslimiyet, geleneğin yaşatılması, ebrûnun bir ustadan öğrenilmesi gibi ana başlıklar var. Öncelikli olarak, bizim sanat geleneğimizde resim anlamında canlı tasviri yoktur. Bütün canlılar stilize edilir, yani perspektif kaldırılarak o canlı iki boyutlu düzlemde ifade edilir. Bunu tezhip, minyatür, çini, cilt gibi bütün sanatlarda gözlemleyebilirsiniz. Ebrûda da söz gelimi çiçek yapılacaksa o çiçeğin üsluplaştırılması yani üçüncü boyuttan arındırılarak iki boyutlu düzlemde ifade edilmesi gerekir. Ebrûda çiçek yapacaksak buna dikkat ediyoruz mesela. Battal ebrû yapacaksak renk uyumuna, fırçalarımızın sarım şeklinden kaynaklanan ve bize has olan öbeklerin belirgin ve rastgele olmasına dikkat ediyoruz. Yapılacak ebrûnun kullanım yerine göre kâğıt kullanılması gerekiyor. Ebrû levha pervazında kullanılacaksa 90-100 gr, ciltte kullanılacaksa cildin dönmemesi için kuvvetçe kullanılan mukavvaya denk nispeten daha kalın kâğıt kullanılması gerekiyor.

“Ebrû Bir Ustanın Rahle-i Tedrisinden Geçmeden Gelenek Öğrenilemez”


Gelenekli sanatlarda “usta-çırak ilişkisi” vazgeçilmez kabul edilir. Siz bu metodu kabul ediyor ve uyguluyor musunuz?
Biraz önce ebrûnun kendine has özelliklerinden bahsederken usta-çırak ilişkisinden söz etmiştik. Bu çok önemli çünkü geleneğimizin bütün hususiyetleri ancak onları bilen bir ustadan öğrenilebilir. Günümüzde çok kullanılan “Ben ebrûyu kendi kendime, ustasız öğrendim bu da bana özgürlük kazandırdı” cümlesi ebrû için kullanılamaz çünkü bir ustanın rahle-i tedrisinden geçmeden gelenek öğrenilemez. Benim de bu şekilde ebrû çalıştığım, bir kısmı icazet almış yüzlerce arkadaşım var.

Ebrû sanatında öncü isimler kimlerdir? Siz kendinizi hangi hoca-talebe geleneğine eklemliyorsunuz?
Ebrûların üzerine imza atmak gibi bir alışkanlık olmadığı için tarihimizdeki ebrûcuları isim isim belirlemek mümkün değil maalesef. Kronolojik sıraya göre bilebildiğimiz ebrûcular, Şebek Mehmed Efendi, Lâlî Muhammed Fenâî Efendi, Hatip Mehmed Efendi, Şeyh Sadık Efendi, Şeyh Edhem Efendi, Necmeddin Okyay ve Hocam Mustafa Düzgünman.
Hatip Mehmed Efendi, adıyla anılan ebrû çeşidinin mucidi olması nedeniyle çok önemli bir isim. Kütüphane ve arşivlerde onun yaptığı ya da aynı usulde yapılan binlerce ebrû var ki, bunlar murakkaa albümlerinde ve defter kaplarında kullanılmış.
19. yüzyılda matbu ebrûnun icadıyla İstanbul’daki ebrûcular matbu ebrûların fiyatıyla rekabet edemeyip, ürettiklerini satamayınca birer birer teknelerini kapatmak zorunda kalmışlar. Bir başka deyişle İstanbul’da ebrû bitme noktasına gelmiş. Bu sırada Üsküdar’daki Özbekler Tekkesi’nin şeyhi olarak Buhara’dan gönderilen Sadık Efendi, ebrûyu bilerek gelmiş ve iki oğlu, Salih ve Edhem Efendiler’e öğretmiş. Bundan ötürü Sadık Efendi de ebrû tarihimiz açısından çok önemli bir isim. Sadık Efendi’nin oğlu olan Tekke’nin bir sonraki şeyhi Edhem Efendi ise, döneminde İstanbul’un ebrû ihtiyacını karşılayan, yaptığı ebrûları denkler halinde getirdiği Bayezid’deki Kâğıtçılar Çarşısı’nda satarak tekkeye gelen, Özbek misafirlerin masraflarını karşılayan, babasından öğrendiği ebrûyu ömrünün son dokuz ayında Necmeddin Okyay’a öğreterek geçmişle günümüz arasında köprü olduğundan, ebrû tarihimiz açısından çok önemli bir isimdir.


Talebesi Necmeddin Okyay ise, kütüphanelerde yaptığı araştırmalarla öğrendiklerini ustasından öğrendikleriyle birleştirerek bugün yaptığımız ebrûnun temellerini oluşturmuş, üsluplaştırılmış çiçekleri ebrû teknesinde gerçekleştirmenin yolunu bulmuştur. Yarı stilize yani bakınca hangi çiçek olduğu söylenebilecek şekilde çiçekli ebrûlar yapan, aynı zamanda döneminin önemli hattatlarından olması sayesinde hat ve ebrûyu birleştirerek fevkalade yazılı akkase ebrûlar yapan ve yeğeni Mustafa Düzgünman’ı yetiştirerek ebrûyu günümüze taşıyan isim olması nedeniyle ebrû tarihimiz açısından bir başka son derece önemli isimdir.

Son olarak Hocam Mustafa Düzgünman, hocası Necmeddin Okyay’ın yaptığı çiçeklere papatyayı ilave eden, teknik olarak çok üst düzey ebrûlar yaparak, ebrûya statü atlatan bir isim olması nedeniyle ebrû tarihimiz açısından bir başka önemli şahsiyettir.

“Ebrû Sanatına En Az Beş Sene Emek Vermek Gerekiyor”

Ebrû sanatımız uluslararası sanat ortamında ilgi görüyor mu?
Görmediğini söylersek hata etmiş oluruz. Ben 2011 senesinde emekli olduktan sonra Birleşik Arap Emirlikleri’nde iki, Varşova’da da iki davetli sergi açtım. Birleşik Arap Emirlikleri, Viyana, Berlin ve Varşova’da davetli atölye çalışmaları yaptım.
Varşova’ya bir gidişimde, sergilemek amacıyla reprodüksiyonunu yapmak istedikleri 1792 tarihli Anayasa’larının kabında kullanılan ebrûnun aynısını yapmamı istediler. Bütün bunlar Türk ebrûsunun uluslararası sanat ortamında bilindiğinin ve ilgi gördüğünün bir göstergesi bence. Ama, “Bu yeterli mi?” derseniz, yetersiz! Daha fazla sergi hazırlamamız lazım.

Peki, bunca yıllık deneyimin ışığında gelenekli sanatlarla ilgilenen gençlere neler önerirsiniz?
Her şeyden önce, sanatı doğru icra eden bir usta bulmalarını tavsiye ederim. Bunun yanında sabır bizim sanatlarımızı öğrenebilmek için gereken en önemli haslet. Çünkü hepsinin öğrenim süreci hem uzun hem meşakkatli. Sözgelimi ebrû için tam anlamıyla öğrendim demek hiçbir zaman mümkün değil. Fakat en azından yaptıklarınızı eşe dosta hediye edecek ya da bir karma sergide yer alacak düzeye gelebilmek için en az beş sene emek vermek gerekiyor.