Hümanizm (insancılık), 14. yüzyılda İtalya’da Rönesans akımı ile birlikte doğan, renk, ırk, din ve mevkii dikkate almadan, insanı geliştirme ve yüceltme amacını güden bir düşünüştür ve Ortaçağ’ın baskıcı zihniyetine karşı koyan özgür düşüncenin tepkisi olarak ortaya çıkmıştır. Dante Alighieri, Petrarca ve Boccaccio bu akımın ilk fikir babaları olmuşlardır. İtalya’dan sonra XV. yüzyılda İspanya, Portekiz, Fransa, Hollanda, İngiltere ve Almanya’ya sıçrayan Hümanizm ve Rönesans, bu ülkelerde de birbirine çok yakın bir anlayış içinde hayat bulmuşlardır.

Hümanizm akımının ilkeleri
Hümanistlerin beslendikleri en önemli konular Eski Yunan ve Latin kaynaklarıdır.
Sanat aslında doğanın bir taklidinden ibarettir.
Edebiyat ve Sanatın asıl konusu insan olmalıdır ve insanı yüceltmelidir.
Aristokrat tabakanın beğenisine göre şekillenmelidir.

Sanatta Hümanist düşünce ve etkileri
15. yüzyılın başında İtalya’da sanat tarihinin en büyük çalkantısı yaşandı. Birkaç yıl içinde resim, heykel, edebiyat ve felsefede yepyeni biçimler ve düşünceler ortaya çıktı. Sanatçılar Antik Yunan ve Roma’dan esinlenerek, dünyayı daha dikkatli bir gözle izlemeye başlayıp eserlerini yaratmaya özen gösterdiler. Çizgi perspektifi, ışık oyunları sayesinde daha gerçekçi resimler yaratmaya başladılar. Eserlerinde zengin ışık ve renk ilişkisi, din dışı konular, doğa ve insan resimleri görüldü. Rönesans sanatı, Rönesans Hümanist felsefesiyle bütün Avrupa’da yayılıp, tüm sanatçıları etkileyerek yeni teknikler ve sanat anlayışların yayılmasında önayak oldu.


Rafaello - Atina Okulu 


İtalya’da Hümanist sanatçılar
Hümanizm İtalya’da önce Edebiyatta ortaya çıkmış daha sonra mimari ve güzel sanatlarda da kendisini göstermiştir. Bu akım insanın kendi kişiliğini tanımasını, kendi kanunlarını yapmasını, kendi haklarına sahip çıkmasını hedefliyordu. Rönesans ve Hümanizmin ilk İtalya’da doğmasının birkaç sebebi var: İtalya’nın önemli bir ticaret, dinî ve kültür merkezi olması, coğrafi konumunun onu Yunan, Helen, Mısır ve İslam uygarlıkları ile yakın ilişki içinde olmasıdır. Öne çıkan ressamları Leonardo da Vinci, Giotto, Raffaello, Gentile Bellini; mimaride ise Michelangelo, Donatello Ghiberti’yi sayabiliriz.

Fransa’da Hümanist sanatçılar
15. yüzyılda Fransa’da, insanlar derebeyliğe ve Kilise’ye karşı gelme çabasındaydılar. Kilise bağnazlığı, sanatçıların tüm yaratıcılığını köreltmişti. Bu ortamda Fransa’ya İtalya’dan sıçrayan Rönesans akımı, gelişmek için elverişli bir ortam buldu. Yeniliklerin Fransa’da başlaması, 1492’deki İtalya Savaşlarıyla gerçekleşti. Kral I. François da bu akımın sanata ve düşünceye egemen olmasına ön ayak oldu. 1494 yılında Paris, iç savaşların dehşetini yaşıyordu, ancak Kral Louis XI ile huzura kavuşabilmiş ve Hümanizmim güzelliklerini tanıyabilmiştir. Fransız edebiyatçıları Rabelais ve Montaigne tarafından temsil edilen Hümanizm, İtalyanlarınki gibi insanın özgürlüğünü ön planda tutar. Resim sanatı, mimari ve heykeltıraşlığa oranla daha sönük kalmıştır.


Montaigne - Denemeler

Kuzey ülkelerde Hümanizm
Avrupa’nın kuzey ülkelerinde Rönesans çok daha geç başladı ve İtalya ile Fransa kadar bir bütünlük sağlayamadı. Bunun sebebi yeni kültürün Latin ruhundan hareket etmesiydi. Almanya, Hollanda ve İngiltere sıra ile Rönesans hareketine katıldılar. Kuzey ülkelerinin en büyük hümanisti Erasmus oldu.
Alaycı ve liberal görüşleri olan Erasmus, manastır hayatında Yunan ve Latin kültürünü inceleme fırsatını buldu. Avrupa Birliği tarafından kurulan, dünyadaki en popüler öğrenci değişim programlarından biri olan Erasmus Plus programı ismini, Kilise’ye ve Luther’in şiddet davranışına karşı çıkan Desiderius Erasmus’tan almıştır. “Deliliğe Övgü” kitabı, çağlar boyunca bağnazlığa karşı kaleme alınmış bir başyapıttır.
Thomas More da İngiltere’de o çağın toplumuna bu özgürlük için karşı koyar. Tiyatro alanında William Shakespeare’i, İspanya’da Cervantes ve Velázquez’i sayabiliriz. Hümanizm bütün Avrupa ülkelerine yayılmasını sağlayan baskı makinesi ise Almanya’da icat edildi.


Hans Holbein - Erasmus Portresi

Bu yazının sonunda, günümüze kadar gelebilen, aradan yüzyıllar geçse bile işlediği konularla güncelliğini kaybetmeyen iki kitaptan alıntılar yapmak istiyorum. Sözü Boccaccio ve Erasmus’a bırakıyorum.

Dostluk kutsal bir şeydir. Yalnızca saygı duymak yetmez, sürekli övülmesi gerekir. Çünkü yüceliğin, dürüstlüğün anası, iyilik yapmanın bacısı, kinin, nekesliğin düşmanıdır dostluk. Kişisel çıkarları bir yana itip istemeye gerek bırakmadan, yararlanabileceği şeyden başkasını yararlandırır. Ne var ki, dostluğun kutsal sonuçlarına günümüzde daha az rastlanıyor. Bu ayıplanacak, utanılacak durum ölümlülerin açgözlülüğünden kaynaklanıyor. Bireysel çıkarlar ağırlık kazandı, dostluk sonsuza dek dünyanın öbür ucuna sürüldü.” Decameron - Giovanni Boccaccio

Lütfen söyler misiniz bana, kendinden nefret eden bir kişi başka birini sevebilir mi? Kendi kalbi ile barışık olmayan birisinin başkalarıyla iyi geçinmesi mümkün müdür? Kendi kendisinden canı sıkılan kendinden yorulmuş birisi, içinde yaşadığı topluma mutluluk verebilir mi? Bu sorulara evet diyebilmek için delilikten deli olmak gerekir.” Deliliğe Övgü - Desiderius Erasmus