Bandırma Vapuru kamarotu Hacı Tevfik’in torunu, Çankaya Köşkü Kütüphanecisi Nuri Ulusu’nun oğlu, yazar, 43-44. dönem Türkiye Futbol Federasyonu Başkanı Sayın Mustafa Kemal Ulusu ile, babasının hatıralarını kaleme aldığı “Atatürk’ün Yanı Başında” adlı kitabını ve Atatürk’ü konuştuk.

Ona şerefli ve haysiyetli bir devlet memuru olarak maddi şeyler bırakamadım ama en büyük hazineyi bırakıyorum. Ona bizzat uzun kış geceleri anlattığım ve can kulağı ile dinlediği Atatürk’ü; onunla yaşadıklarımı, kaleme aldığım Atatürk hatıralarımı bırakıyorum. O, bu hazineyi çok iyi saklayacak; ben yapamadım ama o yapacak. Bu hatıraları kaleme alarak, kitap haline getirerek Türk milletine de sunacak. Hiç bilinmeyen yönleri ve hatıralarıyla ve de fotoğraflardaki, resimlerdeki Atatürk’ü Türk milletine, bir de, onun kütüphanecisi, babası Nuri Ulusu’nun hatıralarıyla, yaşadıklarıyla sunacak. Ona güveniyorum, ona inanıyorum. Çünkü o da bir Mustafa Kemal! Nuri Ulusu


Nuri Ulusu Atatürk'ün yanı başında 

Atatürk’ün ülkesine olan tutkusuna, gerçek kişiliğine, hayatına tanıklık etmiş, dil ve tarih çalışmalarında, yurt gezilerinde, manevra ve tatbikatlarda O’na eşlik edip aktif görevlerde bulunmuş, son anına kadar O’nun yanı başında olmuş, yine de hep “Atatürk’ün kütüphanecisi” olarak anılmak istemiş babanız, Nuri Ulusu… Tam on iki yıl “Çankaya Köşkü Kütüphanecisi” olarak Atatürk’ün yanı başında çalışması, biriktirdiği, tanık olduğu sayısız yaşanmışlıklardan size bizzat anlattıkları ve yazdıklarından derlediğiniz hatıraları bizlere aktarabilmek için babanıza verdiğiniz söz ile yazdığınız kitabınızda, tarihî önem taşıyan bu sözlü ve yazılı tarih kaynaklarını kullanmış olmanız çalışmalarınıza ayrı bir değer katmış. Kitabınızda ayrıca arşiv belgeleri de kullandınız mı?
Mustafa Kemal Ulusu - Atatürk’e, vefat ettiği ana kadar ‘Çankaya Köşkü Kütüphanecisi’ olarak hep yanı başında hizmetinde olan rahmetli babacığım Nuri Ulusu’nun Ata’sı ile birebir yaşamış olduğu çok özel anılarını, 2008 yılında “Atatürk’ün Yanı Başında” adlı kitabımda yayınladım. Kitabımı yazarken de önemli detaylar için bayağı uzun çalışmalar yaptım. Çankaya Köşkü Kütüphanesi, Umur Celal Bayar Kütüphanesi ve Müzesi, Ankara Milli Kütüphane, Trabzon Atatürk Evi, İstanbul Taksim Atatürk Kültür Merkezi, Ulusal TV Kütüphanesi, Beyazıt Halk Kütüphanesi, Cumhuriyet Gazetesi Kütüphanesi, Dolmabahçe Sarayı, Ankaralı koleksiyoncu Muhammed Yüksel Beyefendi’nin arşivinden oldukça faydalandım.

Bu kadar çok okumayı ve yazmayı seven Atatürk’ün, tabiidir ki edip ve yazarlara karşı çok büyük bir sevgisi ve saygısı vardı. Zaman zaman onları da Köşk’e davet ederdi. Hatta bazen kütüphanede kabul eder, kitaplar üzerinde görüş alışverişlerinde bulunurdu.”

Atatürk’ün yazarlığı, kitap sevgisi ve yazarlara verdiği önem hakkında neler söyleyebilirsiniz? Kütüphanesinde ne tür kitaplar, hangi dillerde hangi yazarlar vardı? Kitapların nasıl edinildikleri ve tasnif edinişlerinden, Fransızca kitaplara olan ilgisinden bahsedebilir misiniz?
MKU - Babam Nuri Ulusu’nun anılarından aktarayım…
Atatürk’ün kütüphanesi, Çankaya’da eski Köşk’ün içinde, köşe bir odadaydı. Her konuda; askerî, tarihî, edebi, hukuk kitapları ama en çok tarih kitapları bulunurdu. Çalışmaya başladığımın ikinci yılı - tahminen 1929’da, Fransızca kitaplara çok merak salmıştı. Fransa’dan özel olarak getirilen bu kitapların çoğu tarihle ilgiliydi. Bunlar öylesine çok geliyordu ki, adeta kütüphanede yer kalmamaya başlamıştı. Bir gün içeri girdi ve benim kitaplara yer bulmak için ne kadar çabaladığımı görünce, ‘Nuri oğlum, ne bu telaş, kitaplar içinde kaybolmuşsun,’ deyince ben de, ‘Paşam, koyacak yer zor buluyorum, siz istediğiniz zaman zorlanmaktan korktuğum için tasnife çalışıyorum ama zor oluyor. Acaba ilave bir kitaplık yapılması mümkün olur mu?’ deyince şöyle bir durdu, düşündü, sonra ‘Sen şimdi kahvemi söyle de bir düşünelim,’ dedi. Hemen kahvesini söyledim, kaldığı yerden kitabını okumaya başladı, kahvesini içti, okudu, okudu…
Yeni kütüphane ve çalışma ortamı Paşamı ve beni de rahatlatmıştı. Bu yeni bölüme yeni kitaplarımızı taşımış, eskileri, eski kütüphanede bıraktık. Sonraları yeni Pembe Köşk yapılırken Atatürk yine kütüphanemiz ve çalışma mekânı için mimarlara özel talimatlar vererek üzerinde çok durmuştu. Çünkü zamanının çoğu kütüphanede çalışmakla geçerdi. Burada tavana kadar raflar, dolaplar ve yan bölümde kalın kadife perdeyle ayrılan özel, ayrı bir çalışma bölümü yapılmıştı. Sıkıntımız şimdilik bitmişti, ilerde ne olur, bilemezdik. Çünkü o kadar çok kitap ısmarlar, o kadar çok kitap hediye gelirdi ki.



Atatürk’ün kitap okuma zevki ve kitap tutkusu ta çocukluk yıllarında başlamış. Atatürk’ün, gençliğinden itibaren zaman zaman roman okumaya da meraklı olduğunu biliyoruz. Bilhassa Reşat Nuri Güntekin’in ‘Çalıkuşu’ ile Aka Gündüz’ün ‘Dikmen Yıldızı’ romanlarını çok severek okuduğunu bizzat kendisinden duymuştum. Hatta bana da bunları okuyup okumadığımı sormuştu; okuduğumu söyleyince de kendisinden bir aferin almıştım.
Okuduğu kitaplar arasında tarih kitapları daima çoğunluğu teşkil etmişti. Türk ve İslam Tarihi üzerinde çok detaylı çalışmalar yapmıştı. Bunun yanında hukuk, ekonomi, sosyoloji dalında da çok kitap okumuştur. Bu çalışmaları yaparken masasında daima sözlüklerini bulundururdu.
Atatürk için kültür sahibi olmak çok önemliydi. Okuduğu kitapların çoğunu yurtdışındaki yayıncı firmalardan ve kitapçılardan getirtmişti. Kitap okurken altını muhakkak kırmızı kalemle çizerdi. Müthiş hızlı bir okuma tekniğine sahipti. Millî duyguları, vatan ve millet kavramını, yazdıkları şiirlerle halkına duyurmaya çalışan genç ve vatansever Türk şairleri, onun ilk büyük hayranlığını kazanan kişiler olmuştur. Bunların başında Namık Kemal ve Mehmet Emin Yurdakul vardı. Ziya Gökalp’i de çok takdir ederdi. Ayrıca Fransız yazar Claude Farrere’in Fransızca yazılmış kitaplarını da özellikle getirmemi ister ve de çok beğenerek okurdu.
Atatürk’ün gençlik yıllarında başlayan Fransız dili merakından ve de o kültürle büyümüş olduğundan çokça Fransızca kitap okurdu. Atatürk, Yahya Kemal’i savaşın ilk yıllarında, Büyükada’da tanıdığını söylerdi. Bilhassa Fransızca dilini çok iyi okuyup yazdığı için kendisiyle Fransız tarihi ve şiirleri üzerinde konuşmayı çok severdi. Jean Jacques Rousseau’nun hayranı olduğunu ve kitaplarını zevkle okuduğunu keyifle anlatırdı. Montesquieu da tesiri altında kaldığı ve çok okuduğu yazarlardandı.”


Atatürk Abdülhak Hamid ile bir sohbette (Nuri Ulusu en sağda, arkada) 

Babanız Nuri Ulusu’nun görev yaptığı Çankaya Kütüphanesi, Atatürk’ün şahsi kütüphanesi miydi? Ne ölçüde dışarıya açıktı?
MKU - Çankaya Köşkü Kütüphanesi tabii ki, Atatürk’ün çok özel kütüphanesiydi. Dışarıya, halka açık değildi zira burada, Atatürk’e yurt dışından veya içinden verilen çok özel hediyeler de özel kilitli vitrinlerde teşhir edilirmiş. Bunun dışında yurt içinden gelen veya yabancı özel misafirlerini burada ağırlar, çok özel toplantılarını da burada yaparmış. Bu hususlar aynen Dolmabahçe’deki kütüphane için de geçerliymiş.

Kitabınızdaki Harf İnkılabı ve Yeni Yazı Çalışmaları bölümünden bir hatırayı bizlerle de paylaşabilir misiniz?
Bay ve Bayan Terimleri Hakkındaki Görüşü
Yoğun çalışma günlerinden bir gün kütüphanede çalışıyordu. Meşgul olduğu Bayönder adlı piyesin yazımını kontrol ediyordu. Bir ara bana seslendi: ‘Bay ne demektir, biliyor musun? Dur, bekle, cevabını ben vereyim. Saygıya, hürmete layık insan, erkek demektir; bayan da, aynı saygı ve hürmete layık olan kadın demektir. Bundan böyle artık erkeklere Bay, kadınlarımıza da Bayan diye hitap edeceğiz.’ O sırada içeri giren ve konuşmayı dinleyen sofra şefimiz İbrahim söz istedi ve ‘Peki kadınlara bayan dediğimizde hem madam hem matmazel mi olacak? Matmazele de ayrı bir hitap daha iyi olmaz mı Paşam?’ deyince, ‘İbrahim, belki haklısın ama bir kadını evlenmeden önce ve sonrasında iki ayrı insan saymak bence çağdışı bir olaydır. Bugünkü medeniyette bu düşünülemez,’ dedi ve eline kalemi alarak, ‘Genelde erkek için bay, kadın için bayan denecek. Artık bey, beyim, efendi, kadın, hanım yok,’ dedi. Nitekim birkaç gün sonra çıkan bir kanunla bu eski tabirler tamamen kaldırılmıştı ama Bay ve Bayan tabiri kanuna Atatürk’ün isteği ile konmamıştı. ‘Bunun kanunla emretmek olmaz. Bu benim isteğimdir, kararı zaman içinde milletim versin,’ diyerek konuyu kapatmıştı. Hani diktatörlük? İşte onun demokrasiye, milletine inancını gösteren somut bir hatıra…”


Nuri Ulusu'nun oğlu Mustafa Kemal Ulusu

Yoğun ilgi gösterilen, Atatürk’ün bilinmeyen yönlerini, anılarını anlattığınız panellere ve konferanslara katılıyorsunuz; kimler geliyor? Nasıl geçiyor?
MKU - 2008’den bu güne kadar 500’ün üzerinde ilk-orta-lise-üniversite-imam hatip okulları ve yurt içi-yurt dışı (İngiltere-Almanya Atatürkçü Düşünce Derneklerinde) kitap fuarlarında, tüm Remzi kitabevlerinde, Lions ve Rotary kulüplerinde söyleşiler, sunumlar ve imza günleri yaptım. Çoğu devlet okulları ve imam hatip okullarında, sponsor dostlarımın aldığı kitaplarımı ücretsiz olarak imzalayarak dağıttım. Söyleşilerime çok ünlü siyasiler, iş, spor, medya mensuplarıyla, iş adamları çokça gelmekte ve de çok güzel intibalar ve övgü dolu söz ve yazılarla beni onurlandırmaktadırlar.

Nuri Ulusu’nun oğlu olmak ve bir dönem Türkiye Futbol Federasyon Başkanlığı’na atanmanızdan sonra Anıtkabir Özel Defterini imzalamış olmak nasıl bir duygu?
MKU - Nuri Ulusu’nun oğlu olmak Atatürk’ün bir parçası olmak gibidir. Neden mi? Kendimi tam olarak hatırladığım yedi yaşımdan itibaren adeta Atatürk’ü yaşadım. O eski kış gecelerinde evimize doluşan konu komşularla, Atatürk ile babacığımın yaşadığı o muhteşem anıları yıllarca dinledik. Bu da bize o günleri adeta yaşatırdı, çoğu geceler o çocuksu rüyalarıma dahi girerdi. Nuri Ulusu ayrıca çok da iyi bir futbol yöneticiliği de yapmıştı. Emniyet müdürlüğündeki görevi sırasında emniyet futbol takımını, o zamanki birinci lige çıkarmıştı. Çocukluğum ve gençliğim Dolmabahçe Stadı soyunma odalarında geçmişti. Amatör futbolculuk ve yöneticiliğimden sonra BJK yönetim kurulu üyeliğim ve arkasından da Türkiye Futbol Federasyon Başkanlığım beni yıllardır arzuladığım hedefime kavuşturmuştu. Bu konulardaki ilginç hayatımı yakında çıkaracağım kitabımda çok daha detaylı öğreneceksiniz. Hele TFF Başkanlığımda Anıtkabir’de o anı defterini imzalarkenki duygumu anlatabilmem asla mümkün değil. Bir yanda hüzün, bir yanda mutluluk…

Babanızın, tarihî bir görev olarak Atatürk’ün resmen öldüğünü ilan etme maksadı ile Dolmabahçe Sarayı’nın Muayede Salonu’nun kubbesi üzerindeki Cumhurbaşkanlığı Sancağını yarıya indirdiği ‘o gün’ için neler anlatabilirsiniz?
MKU - Babacığımın Ata’sına son vedası tam bir dramdır. Odada büyük bir telaş ve üzüntü var ama sofra şefi İbrahim ağabeyi, babama, ‘Nuri koş bayrağı indir!’ deyince babam Dolmabahçe Sarayı’nın çatısına fırlıyor ve bir görevliyle bayrağımızı yarıya indiriyor. Babacığım, ‘Günlerce Atatürk’ün hastalığının sonucunu merakla bekleyen binlerce İstanbullunun bayrak yarıya indiğindeki çığlıklarını unutmama imkân yok’ diye hep anlatırdı. Hep ‘Allah’ım benim canımı ya 29 Ekim’de ya da 10 Kasım’da al’ diye dua ederdi. 1979 yılının Mayıs ayında kansere yakalandı. Doktorlar en fazla bir ay ömür biçtikleri hâlde dayandı dayandı ve 29 Ekim’in ilk saatlerinde o günü sordu ve ruhunu teslim edip Atatürk’üne kavuştu. Ulu önderimiz Atatürk’ümü ve de canım babacığımı rahmet ve minnetle anıyorum. Nurlar içinde yatsınlar.

---------------------------
Aşağıdaki 2 videoda; tarihçi, araştırmacı, yazar ve hikâye anlatıcısı Ertuğrul Sertbaş birçok kaynaktan, anılardan ve bizzat yaptığı araştırmalarından yola çıkarak yazdığı kitaplarında ve Kıvılcımdan Aleve adlı tek kişilik gösterisinde Atatürk’ü, az bilinen özelliklerini, mücadelesini, yaptığı sayısız inkılabı, hayat hikâyesini, çok az bilinen tarihi olayları, cumhuriyetin kuruluş felsefesini, o dönemden kesitleri, ve aydınlanmaya öncülük etmiş isimleri hikayeleştirerek izleyicilerine sunuyor.