1925 yılında İzmir’de doğan Attila İlhan, 16 yaşında, henüz lise öğrencisiyken, bir kız arkadaşına yazdığı mektupta Nazım Hikmet’in bir şiirine yer verdiği için, gizli örgüt kurmaya çalıştığı gerekçesiyle tutuklanır, üç ay cezaevinde tutulur. Liseyi bitirdikten sonra girdiği İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ni ikinci sınıfta bırakır, Paris’e gider. O yıllarda tutuklu olan Nazım Hikmet’i kurtarma girişimlerinde bulunur. 1952 yılına kadar kaldığı Paris’ten Türkiye’ye döndüğünde, Batı kültürünün etkisindedir. Özellikle Fransız şiir duyarlılığının farkına varmış olan Attila İlhan, yazdığı şiirlerle kısa sürede, daha genç yaşta ünlenir.

Attila İlhan bir şair olarak ne kadar politik göndermelerde bulunursa bulunsun, şiirlerinin arka planında ne kadar siyasal yaşantılar bulunursa bulunsun, bir aşk şairi olarak bilinir. Çünkü şiirlerinin en açık izlekleri bile genellikle politik olmayan ve duygusal bir atmosferde gelişir. Örneğin, “Sana Ne Yaptılar” adlı şiirinde, politik nedenle gözaltına alınıp bırakılmış bir genç kız anlatılırken bile okur sanki bir aşkın öznesinden söz edildiği izlenimi edinebilir.

“…Saçların uzundu, omuzlarına akardı

Gönlümüz şenlenirdi sarışınlığından
Onlar mı kestiler, sen mi kısalttın
Gülerdin, içimize aylar doğardı
Görünmez dağların arkasından
Eski gülümsemeni beyhude aradım
O sabah mı çıkmıştın bir gün önce mi
Çok değişmişsin birden tanıyamadım…”

Kentli bir duyarlılığın şairi olan Attila İlhan, kaymakam olan babasının mesleği nedeniyle Anadolu’nun çeşitli yerlerini görme, yaşama olanağı bulmuştur. Özellikle “Duvar” adlı ilk kitabında bu Anadolu duyarlılığının etkileri açık biçimde görülür. Karacaoğlan, Dadaloğlu gibi halk ozanlarına ait sözlü şiir geleneğiyle çakışan bir söyleyiş görülür: “işte evvel baharın üç ayları yetişti/şimdi göçmen kuşların tebdil mekân çağıdır/bir yol sökün eyledi mi dizi dizi turnalar…” Daha sonraki kitaplarında, bu özelliğinden uzaklaşmış, giderek bıçkın, hafif gizemli, marjinal, yer yer karanlık işlerin içinde izlenimi yansıtan karakterlerin duyarlıklarının şiirini yazmıştır: “…haliç’te bir vapuru vurdular dört kişi/demirlemişti eli kolu bağlıydı ağlıyordu/dört bıçak çekip vurdular dört kişi/yemyeşil bir ay gökte dağılıyordu…”

Gizemli, karanlık şiir duyarlığıyla ilgili olarak Attila İlhan, “24-61” adlı şiiri bağlamında şunları söyler: “…düz bir konuşmanın gidişi içerisinde yoğun bir gerilimi ve kişisel bir dramı verebilmiş olmasından, ikincisi, gerilim ve hafif hafif hissedilen korku, bir yeraltı yaşamasının getirdiği kaçınılmaz şeyler, çok yıllar sonra bu şiirin çıktığı damardan, gündelik şeyler başlığı altında sana ne yaptılar, sakın ha, galiba ölüyorum gibi epeyce ilgi uyandırıp patırtı koparan şiirler yazacağım…” Gerçekten de “24-61” adlı şiiri ve diğerleri böyle şiirlerdir: “ahmed beni fevzipaşa bulvarı’na çağırdılar/onikinci ağacın altında bekleyeceğim/ahmed beni neden çağırdılar bilmiyorum/izmir’in yabancısıyım ahmed korkuyorum/sabaha dönemezsem telefon edersin…”

Attila İlhan’ın aşk şiirlerinin kadınları, nedense gerçekte var olmayan, düşsel, neredeyse “ütopik” kadınlardır: “ne kadınlar sevdim zaten yoktular”. Zaten şiirin birinci tekil anlatı açısını oluşturan öznenin kendisi de tekin değildir. Ona âşık olunmaması gerekir. Kadınların bildiği aşkların dışında, belki de güvensiz yanı olan biridir.

Üçüncü Şahsın Şiiri
gözlerin gözlerime değince
felâketim olurdu ağlardım
beni sevmiyordun bilirdim
bir sevdiğin vardı duyardım
çöp gibi bir oğlan ipince
hayırsızın biriydi fikrimce
ne vakit karşımda görsem
öldüreceğimden korkardım
felâketim olurdu ağlardım
ne vakit maçka'dan geçsem
limanda hep gemiler olurdu
ağaçlar kuş gibi gülerdi
bir rüzgâr aklımı alırdı
sessizce bir cıgara yakardın
parmaklarımın ucunu yakardın
kirpiklerini eğerdin bakardın
üşürdüm içim ürperirdi
felâketim olurdu ağlardım
akşamlar bir roman gibi biterdi
jezabel kan içinde yatardı
limandan bir gemi giderdi
sen kalkıp ona giderdin
benzin mum gibi giderdin
sabaha kadar kalırdın
hayırsızın biriydi fikrimce
güldü mü cenazeye benzerdi
hele seni kollarına aldı mı
felâketim olurdu ağlardım
Attila İlhan