Edip Cansever 1928’de İstanbul’da doğdu. İstanbul Erkek Lisesi’ni bitirdi. Sonra eğitim hayatını tamamlamadan Kapalıçarşı’da turistik eşya ve halı ticareti yapmaya başladı. İlk olarak yazdığı şiirleri 1944 tarihinde “İstanbul” adlı bir dergide yayınlandı. 1986’da yaşama veda edene kadar şiir yazdı, yaşamını şiire adadı.

1957 yılında “Yerçekimli Karanfil” adlı kitabını yayımlayan Edip Cansever, bu kitabıyla şiir çevrelerinden övgü aldı. 1958’de, o dönemin önemli ödüllerinden sayılan Yeditepe Şiir Armağanı’nı bu kitabıyla kazandı. Kendine özgü şiir anlayışıyla, Türk şiirini etkiledi. 1976 yılında yine şiirimizde çok farklı yeri olan “Ben Ruhi Bey Nasılım” adlı kitabını yayınladı. Şairin bu kitabı ise 1977 yılında Türk Dil Kurumu Şiir Ödülü’nü aldı. Tüm şiirlerini “Yeniden” adıyla bir kitapta topladı. Bu kitapla, 1982’de Sedat Simavi Edebiyat Ödülü’ne değer görüldü.

Büyük kent yalnızlıklarının, otellerin, marjinal insan duyarlılıklarının, nostaljik yaşamların, kadınların, uyumsuz ilişkilerin, yaz ve kış mevsimlerinin, içinde yaşadığı toplumun umutsuzluğunun şiirlerini yazdı. Ama hep yalnızlığı yazdı. 1981’de, Varlık Dergisi’nde kendisiyle yapılan bir konuşmada şunları söyler: “İnsan yalnızdır, yalnızlığını başkalarıyla gideren tek yaratıktır. Kapanık bir yaşamım yok. Her zaman kalabalıkların içindeyim. Ne var ki gene de çoğu kez yalnızım. Belki bireyliğimin (bireysellik değil) bilincine vardığım için. Belki de genelgeçer duyarlıktan sıkıldım. Kendimi açıklayarak yaşamaktan bıkmış da olabilirim. Ama sorun bu kadar özel değil. Kendimi toplumdan istesem de soyutlayamam. Toplumla, toplumsal olaylarla kopmaz bağlarım var…”

Demek Edip Cansever’in yalnızlığı, “kimsesizlik” ya da “tek başına olmak” anlamlarında bir yalnızlık değil, “bireyliğinin bilincine varmış olmak”tan, böylece geliştirdiği zengin iç dünya sayesinde “kendine yeterli olmak”tan kaynaklanan bir yalnızlıktır. Rilke, genç bir şaire yazdığı bir mektupta, yalnızlığın büyümesini bir çocuğun büyümesine benzetir ve yalnızlığın büyümesinin de çocuğun büyümesinde olduğu gibi bir sancı ve acı içinde gerçekleştiğini, şair için gerekli yalnızlığın da büyük ve içsel bir yalnızlık olduğunu belirtir. “Kendi içinde yürümek ve saatler boyunca kimselere rastlamamak… İşte erişilmesi gereken şey bizler için.” Belki de bu tür bir yalnızlıktır ki “İkinci Yeni” dediğimiz şiir anlayışının temel dinamiğini oluşturur. Çünkü Rilke’ye göre de yalnız kişi için uzaklıklar, tüm ölçüler değişir ve dağın doruğundaki o insan gibi alışılmadık birtakım kuruntular, tuhaf birtakım duygular içte doğar.

Haydar Ergülen, Edip Cansever’in şiirinden söz ettiği bir yazısında, onunla aynı kan grubundan olan, yakın arkadaşı şair Turgut Uyar’la karşılaştırarak, şunları yazar: “Edip Cansever’in şiiri uzun bir yolculuğun şiiridir, onun kadar uzun yola hüküm giymiş bir başka şair yoktur şiirde, yarışmazlar ama sık sık Turgut Uyar’la mola yerlerinde karşılaşırlar. Küçük istasyonlarda, ıssız benzincilerde, şehirlerarası otobüslerin durduğu çay ve ihtiyaç tesislerinde ve kamyoncuların yalnızca durduğu, konakladığı değil, neredeyse yüzlerce yıldır oradalarmış gibi kök saldıkları, kalakaldıkları, evleriymiş gibi kendilerini attıkları kahve-lokanta karışımı mekânlarda karşılaşmışlardır sık sık bu uzun yolda.”