Günümüzde, dünyada meydana gelen kadın cinayetleri konusunda alınan çeşitli önlemlere rağmen, her gün öldürülen kadınların sayısı gittikçe artıyor. Birleşmiş Milletlerin yayımladığı rapora göre 2017 yılında dünyada 87.000 kadın cinayeti işlendi. Kadın olmanın en zor olduğu yerler arasında Senegal, Brezilya ve Meksika gibi ülkeler var. Batıda Almanya, Fransa, İspanya ve hatta kuzey ülkelerde de kadına karşı şiddet önemli bir problem. Kanada’da her 10 kadından 3’ü şiddet görüyor.

Türkiye’de de durum hiç iç açıcı değil. Ülkemizde son 10 yıl içinde en fazla kadının katledildiği yıl 2019 oldu. Sadece ilk 8 ayında 251 kadın hayatını kaybetti. Bu kadınlar ya çoğu zaman kocalarından boşanmak istedikleri için, ya da tanımadıkları kişilerce tecavüze uğrayıp öldürüldüler. Gün geçmiyor ki, dünya haber bültenlerinde, kadına şiddet protesto yürüyüşlerine rastlamayalım.

Kadının tarihsel yenilgisi
Antik çağlarda kadınlar, birey olarak hiçbir vatandaşlık haklarından yararlanamıyor ve toplum tarafından çoğunlukla eziliyor, fahişelikle veya cadılıkla suçlanıyorlardı. Antik Yunan’da yöneticiler, soylular ve toprak sahipleri hep erkeklerdi. Köleler, metresler, oğlanlar ve fahişeler erkeğin hizmetine sunulmuştu. Kadının adı yoktu, evlilikler sadece yasal varislerin kazanılması için yapılırdı. Erkeklerin tensel zevklerini dışarda, genelevlerde araması normal bir davranıştı.

Bazı kadınlar onlara biçilen rollere itiraz ederek, akıl ve iradelerini kullanarak sivrilebiliyorlardı. Bugün Midilli olarak bilinen Lesbos’ta doğan ilk lirik şairlerden Sappho, Antik Mısır’ın son Helenistik kraliçesi Kleopatra, Mısır Uygarlığının ilk kadın firavunu Hatşepsut, salonunda Platon, Sophokles gibi filozofları ağırlayan Perikles’in ikinci karısı - felsefede oldukça iyi bir bilgin olan Aspasia, ender örneklerden bazılarıdır.

Ortaçağ’da Hristiyanlık dini, kadın imgesinin oluşumunda önemli bir rol oynadı. Bu dönemde kiliselerin desteği ile sapkın teolojik fikirlerle, 300 yıl süren cadı avlarından bahsetmek gerek. İlk avlanan, şifacı kadınlar ve ebeler oldu ve korkunç işkencelere maruz kaldılar. Fahişelik mesleğine, başlarda kiliseler karşı çıksa da, sonrasında bunu kabul edip, vergi alarak kendilerine kazanç sağladılar.


Sabiha Gökçen

Dünyada ve Türkiye’de kadın hakları
1917 yılındaki Devrim’i ile, Sovyetler Birliği, ataerkil kurallarını ortadan kaldırarak, kadın erkek eşitliğine karar verip, kadınların üzerindeki baskıyı kaldıran ilk ülke oldu. 20. yüzyılın başlarında İngiltere’deki demokrasi anlayışı, tıpkı Antik Yunan’da olduğu gibi kadınların haklarını hiçe sayıyordu. 1918 yılında kadınlar oy kullanma haklarını büyük mücadelelerle kazandılar: kendilerini Buckingham Sarayı’nın parmaklıklarına kilitleyerek, mitinglerde slogan atarak ve hapishanelerde açlık grevi yaparak…

Mustafa Kemal Atatürk, kadınlarımızın her alanda ileri bir seviyede olmasını arzu ederek bütün dünya ülkelerinden önce, 5 Aralık 1934 tarihinde Türk Kadınına “Seçme ve Seçilme Hakkı” tanıdı. O dönemde Avrupa’daki bazı gelişmiş ülkelerde bile kadınların bu hakkı bulunmuyordu. Seçme ve seçilme hakkına Fransa’da kadınlar 1944, İtalya’da 1945, Yunanistan’da 1952, Belçika’da 1960 ve İsviçre’de 1971 yılında kavuştular.


Osmanlı İmparatorluğu’nda kadınların hayatı hakkındaki kararları sadece erkekler alabiliyordu. Medeni Kanun’un yürürlüğe girmesiyle, kızlar istedikleri mesleği seçebildiler. Başarılı gençler okumaları ve mesleklerinde gelişmeleri için devlet tarafından yurtdışına gönderilmeye başlandı. Atatürk ilke ve inkılaplarına sadık gençler yetişti. Bu öncü kadınlar arasında mesleklerinde başarılı olan ilkleri sayabiliriz: Olimpiyatlara katılan Türk kadın sporcu ve kadın arkeolog Halet Çambel, savaş pilotu Atatürk’ün manevi kızı Sabiha Gökçen, doktor Safiye Ali, opera sanatçısı Semiha Berksoy, ressam Mihri Müşfik, avukat Süreyya Ağaoğlu, tiyatrocu Bedia Muvahhit, NASA’da çalışan Türk bilim kadını Dilhan Eryurt ve seramikte Füreya Koral bunlardan sadece bir kaçı...

Bedia Muvahhit

Dünyanın kuruluşundan beri, kâh tanrıçalaştırılan, kâh lanetlenen ve nesneleştirilen kadınlar, 20. ve 21. yüzyıllarda bütün dünyada olduğu gibi, Türkiye’de de, normal bir hayat sürüp, üretime katılıp memleket ekonomisinde ve siyasetinde bir varlık gösterebiliyorlar. Mülkiyet haklarına, boşanma, istemezlerse çocuk aldırma yetkisine sahipler. Ama yine de tarih boyunca önlenemeyen, kadına şiddet, cinsel baskı maalesef kurban almaya devam ediyor.

Dilerim; önümüzdeki yıllarda hem Türkiye’de hem de Dünyada kadın cinayetleri son bulur, gerekli uygulama ve doğru politikalarla, kadına şiddet azalarak biter.

Kaynakça:
“Kutsal Fahişeden Bakire Meryem’e Toprak ve Kadın”, Emre Caner