KİTAP / SÖYLEŞİ 


Şalom DERGİ Genel Yayın Yönetmeni Suzan Nana Tarablus, Çek Kayıkçı Balat’a! adlı ikinci kitabıyla okurları İstanbul’un tarihî sembollerinden Balat ve Hasköy’ün bilmediğimiz geçmişine götürüyor. Bu geçmişi, Yahudilerin İstanbul’unu bizlere kaynağından, bu semtlerin bir zamanlar sakinleri olan bireylerin anlatımlarıyla aktarıyor. Balatlı ve Hasköylü Yahudilerle yapılan on dokuz sözlü tarih görüşmesinin bir araya gelmesi ile oluşan kitap, üç bölümden oluşuyor: “Balatlılardan”, “İsrail’e Göç Edenlerden”, “Hasköylülerden”.

Tarablus, bir önceki kitabı Bir Sabah Galata’da Uyandım ile olduğu gibi, bu kitabında da okurlara, İstanbul Yahudilerinin Balat-Hasköy özelinde tarihsel süreç boyunca maruz kaldığı politikalar, yaşam tarzları, gelenek ve görenekleri, tören ve ritüelleri konusunda değerli bilgiler sunuyor. Suzan Nana Tarablus ile Çek Kayıkçı Balat’a! kitabını konuştuk.

Büyüleyici bir yolculuk bu… Tanıklardan dinlenen anıları alıp, unutulmayacak hikâyelere dönüştürdüğünüz kitabınızda sokak sokak, aile aile Balat’ta ve Hasköy’deyiz. Bir Sabah Galata’da Uyandım adlı ilk kitabınızda Yahudi ailelerin ilk yerleştikleri semtlerden birinin, ekonominin de kalbi olan Galata olduğunu belirtmiştiniz. Balat ve Hasköy’ün yerleşim seçimindeki önemi nedir?
Hasköy, Yahudilerin ilk yerleşim bölgelerinden biri. Avram Galante’nin verdiği bilgilere göre, 19. yüzyıl sonlarıyla, 20. yüzyılın başlarında Hasköy’de yaklaşık 25 bin Yahudi yaşardı. Bunların 148’i hahamdı. Balat da Yahudi nüfusunun en yoğun olduğu semtlerden biri.
Balat’ta Yahudi cemaatinin kurumsal bir altyapısı var. Sinagoglar, dernekler, okullar, atölyeler… Bütün bunlar cemaatin kendi kendine yettiğini gösteriyor. Sultan II. Mehmet, Fetih’ten sonra Bizans İmparatorluk başkentini Osmanlı payitahtına dönüştürmek amacıyla egemenliği altındaki Balkanlar’da ve Anadolu topraklarında yaşayan insanları İstanbul’a sürmüştü. Bu nakil politikasına dahil olan “sürgünler”, özellikle ekonomik açıdan payitahtı canlandırmaya yönelik topluluklardan biri de Romaniot Yahudileriydi. Bu sürgünlerin önemli bir bölümü Balat ile Hasköy’e yerleştirilmişler. Balat 17. yüzyılda İstanbul’un en yoğun Yahudi nüfusuna sahip yerleşim yeridir.


Semtlerin tarihsel süreçlerine dair betimlemelerinizle okuyucuya zaman yolcusu olma fırsatı tanıyorsunuz. Çok genç bir okur bile ayrıntılı tasvirleriniz ve tanıklarınızın dolu dolu anlatımları sayesinde geçmiş dönem Balat’ını ve Hasköy’ünü gözünde canlandırabilir. Oysa sözlü tarih çalışmalarında en zor şeylerden biri de kişilere ulaşmaktır. Siz bu konuda zorlanmamışa benziyorsunuz?
Bireylerin gözlemleri, anıları, deneyimleri üzerinden bir belge ortaya koymaya çalıştığım için, yazılı kaynaklar tarafından önemsenmemiş, göz ardı edilmiş ve belgelenmemiş anlatıları ortaya çıkarmak en temel amacımdı. Bu noktada tanıklara ulaşma noktasında oldukça şanslıydım. Hiç zorlanmadım diyebilirim. Görüştüğüm her kişi, bana yeni birini önerdi. Bunda tabii uzun yıllara varan gazetecilik deneyimimin büyük bir etkisi oldu. Bir haber, röportaj vs. bağlamında zaten tanışıyorduk.

Özellikle bugünlerde dünyanın aşk ve sevgi dolu hikâyelere çok ihtiyacı var. Okurlarınızı geçmişin tanıkları ile beraber bir dönemin romantik havasına da götürüyorsunuz. Hatıralara tanık olmak günümüzün hayatına anlam katıyor. Büyükanneler, büyük aşklar, kalabalık aileler… O günlerde aile tanımı ve ilişkileri için neler söylersiniz?
Bana göre çalışmamı oluşturan zaman diliminde Yahudi aile yapısı bugünlere nazaran daha patriarkal, daha muhafazakâr ve hayli içe kapanıktı. Kapalı devre hayatlar sürdüren toplum bireylerinin yaşama bağlılıklarını, dirençlerini, güçlerini ailelerinin birliği ve dayanışmasından sağladıklarını düşünüyorum. Kitapta romantik aile anlatılarının yanında büyük acılar da var. Bu acıları göğüslemek zorunda kalan aileler var. Şunu net bir biçimde ifade etmeliyim ki, görüşmecilerimin hepsi başlarına gelen bu felaketleri anlatırken oldukça zorlandılar. Kimsenin tekrar hatırlamak istemediği olaylardı. Kimisi göç etmek zorunda kaldı, kimisi “vatan” bildiği bu topraklarda sıfırdan yeni bir hayat kurmaya zorlandı. Okurların bu acılarla empati yapacağını düşünüyorum. Benzer politikaların bir daha uygulanmamasını umuyorum. Birbirine bağlı, güven ve sevgi dolu aile yapısının ise örnek olmasını dilerim.

“İnsani yakınlığın en önemli değer olduğu Balat” diyerek anlattığınız semtin ruhunu temsil eden, dayanışmanın güzel bir örneği olan Or-Ahayim Hastanesi’nin kuruluş misyonu oldukça etkileyici. Günümüz için de aynı dayanışma ruhunun varlığından bahsedebilir miyiz?
Tanıklarımın gözlemlerinden, anlatımlarından komşularla ilişkilerin oldukça iyi olduğunu anlıyoruz. Çünkü orta halli insanlardı ve dayanışma temelli bir yaşam olamadan ayakta kalmaları çok zordu. Aralarında elbette gerginlikler olmuş. Fakat komşuluğu gölgeleyecek kadar büyütülmemiş. Günümüz için böylesine iç içe bir yaşamı düşünmek zor. Dolayısıyla dayanışma değil, kişisel çıkarlar ön planda.

Balatlıların ortak bir “seçilmiş travma”sı var: Balat Fırınları. Bu fırının toplumsal hafızadaki yerine dair neler söyleyebiliriz?
Ayvansaray’a giderken Demir Hisar Caddesi üzerinde, bir dönem Et ve Balık Kurumu’nun bir deposu olarak kullanılan bir bina, Balat Yahudileri tarafından “Los Ornos de Balat” (Balat Fırınları) diye anılırdı. Farklı kaynaklarda da bu konuya sıkça rastladım. Üstelik salt Balat’a özgü bir söylence değildi. Halıcıoğlu - Sütlüce’de, hatta İzmir’de de benzer “krematoryum” söylentileri oldu. Çalışmama katılan tanıklarımdan birkaçı (özellikle seksen yaşlarında olanlar) bu konuya büyük bir üzüntüyle yaklaşıyor. Bu fırınların Balatlı Yahudilerin imhasında kullanılmak üzere inşa edildiğine yürekten inanıyorlar. Türk Tarih Kurumu tarafından Hizmet Madalyası’yla onurlandırılan Tarihçi Prof. Dr. Stanford Shaw, bu travmatik söylenceyi “dedikodu” olarak nitelendiriyorsa da Nazi orduları Stalingrad’da yenilmeseydi ne olurdu bilemem… Unutulmamalıdır ki, 1940’ların Türkiye’sinde dünya konjonktörüne uygun olan antisemit bir anlayış hâkimdi. Yahudilere karşı “Hepinizi fırında yakacağız” söylemine sık rastlanıyordu. Bundan sonrası için önemli olan, gündelik hayatta ve politik yaşamda ırk temelli yaklaşımlardan arınmış yarınlara kavuşmak!

Kitabınızın ikinci bölümünde yer alan “İsrail’e göç edenler” oldukça önemli bir yer tutuyor. Balat - Hasköy sakinlerinin İsrail’e göç etmesinde ne gibi dinamikler rol oynuyor?
En yoğun göçü Balat verdi. Azınlıklara uygulanan ayrımcı politikalardan çok etkilendiler. Bu bölümde İsrail’e giden tanıklarımın sıfırdan yeni bir hayata başlama süreçlerini ve bu sürecin ağır koşullarını da anlattım. Şartlara uyan, ‘20 Kur’a Askeri’ (las vente klasas) olmayan tek bir erkek yoktu. Paraları da yoktu ki Varlık Vergisi’ni ödeyebilsinler! 1948’de İsrail Devleti’nin kurulması ile birlikte Balat’ ta neredeyse kimse kalmadı! Bu tarihten sonra Balat’ta Yahudiler nüfus olarak çok azaldı. Genellikle Karadenizliler Yahudilerden kalan boş evlere yerleştiler. İstanbul’dan ayrılmak istemeyen Balatlılar da ekonomik olanaklarını zorlayarak, Şişhane’ye, Galata’ya, Şişli’ye taşındılar. O günlerden günümüze Balat’ın “yerli”si birkaç Yahudi kaldı. Balat, insanını kaybetmiş bir semt. Sinagogları, dernekleri, okulları cemaatini kaybetmiş. Her şeye rağmen direnmeye devam ediyor. Günümüzdeki “soylulaştırma” projelerine bir de bu gözle bakmak gerekir. Eğitimli insanlar sahipsiz evleri onarıyor, bakım yapıyor, yerleşiyor. Bu çok güzel. Fakat semtin ruhunu kaybettiğini de görmezden gelemeyiz. En azından hem yerel tarih içinde hem de şehir dokusundaki Yahudi varlığına dair bir bilinç oluşmalıdır. Anıtsal, yapısal izler korunmalı. Belediyelere, sivil toplum örgütlerine bu konuda büyük görevler düşüyor.

Bugün İstanbul Yahudilerinin en önemli sorunu nedir?
Hiçbir toplum ekonomik ve insan gücünü kaybettikten sonra varlığını sürdüremez. Elimizdekileri koruyabilmek için de sürdürebilmek için de en önemli koşul genç insanlara ve ekonomik güce sahip olmak. Günümüzde içe kapanıklığını kırmaya çalışan, geniş topluma açılma politikasını sürdüren bir toplum var.

Yeni çalışmalarınız olacak mı? Bir sonraki semtte bizi nereye götüreceksiniz?
Bu gibi çalışmaların literatüre en önemli katkısı yeni çalışmaları teşvik etmesidir kanımca. Bu nedenle sürdüreceğim. Üretmek benim de hayat felsefemi özetleyen evrensel bir değer! Yeni çalışmamın merkezi ise şimdilik bende kalsın. Okurları düş kırıklığına uğratmayacak bir semtteyiz.

Ruhumuza kattıklarınız için çok teşekkürler. Yeni kitap, yeni sokak ama eski hatıralarda görüşmek üzere…