“POP-UP Museum TLV 3” sadece 1-11 Şubat arası ziyarete açık olan bir sergi idi... Süre niye bu kadar kısa tutuldu acaba? Söz konusu sergi Tel Aviv’de, kentsel dönüşüm kapsamında yıkıma tabi tutulan dörder katlık iki bitişik apartmanın 24 küçük dairesinde düzenlendi.

Sadece 10 gün süre ile izlenebilen bu sanatsal olayı niçin kaleme aldım? Çünkü etkinlik olağanüstü çarpıcı ve güzeldi, ayrıca izlemek için de iki saat kuyruk beklemek zorunda kaldığımı belirtmeliyim...

Pinkas, Tel Aviv’in ünlü İbn Gvirol Caddesi’ni kesen, genelde eski, dörder katlık binaların yer aldığı sokaklardan biridir. Sokağın 11 ve 13 numaralı apartmanlarının yıkımı öncesinde, Rothstein Grubu’na ait, “City People” (Şehir İnsanları) adlı inşaat şirketinin mühendisi Noy Shay, dairelerdeki her bir odayı pop sanatçılarının eserlerine açmaya karar verdi. Amacı, genç sanatçılara imkân sağlamak, sanatı olağan çerçevesinin, galerilerin dışına taşımak ve daha geniş kitlelere ulaştırmaktı.


Başvuruda bulunan 600 sanatçıdan 150’si seçildi. Bunlar grafiti sanatçıları, ressamlar, illüstratörler, tasarımcılar, sanat filmi yapımcıları, TikTok Video, kurulum ve performans sanatçılarıydı. Projenin küratörlüğünü daha evvelce iki kez Pop-UP Museum’u düzenleyen Yaara Sachs yüklendi.

70-80 yıllık, dört katlı iki binanın 24 dairesinin sakinlerinin evlerini tahliye etmesiyle, her bir sanatçı kendisine düşen dairenin salon, koridor, yatak odası, mutfak, duş, balkon veya tuvalet odasından birinin tasarımını üstlendi. Her bir sanatçı yıkımdan kısa bir süre önce kendisine tahsis edilen mekânı geçici bir müzeye dönüştürmek üzere tüm yaratıcılığını ortaya koydu. 150 katılımcıdan kimi anonim, sokak ve grafiti sanatçısı, kimi ise Maya Borovitz, Asaf Day, Guy Hayout, Rony Koch, Alona Zukerman, Gabby Salzman, Ezra Baderman gibi önceleri sergilerde yer almış tanınmış sanatçılardı.

Apartman dairesinde payına salon, yatak odası düşen sanatçının, tuvalet veya banyoyu üstlenene karşı bir üstünlüğü yoktu. Ortaya çıkacak eser için de aynı... Sanatçılar kimi zaman küçücük bir tuvalet performansıyla bizleri büyüleyebilmekte ve derin düşüncelere yönlendirebilmekteydiler.

İlk POP-UP sergisi iki yıl önce Tel Aviv Müzesi’nde büyük başarıyla gerçekleşmiş, sonrasında altı günde 26.000 kişi tarafından ziyaret edilen Katzenelson adlı bir caddede benzer bir proje hayata geçirilmişti. Ancak iki yıllık Corona döneminde bu etkinliklere ara verildi.


Wake Me Up When 2022 Ends
TLV 3 belli başlı iki temaya odaklandı: “Wake Me Up When 2022 Ends” ve “I Can See The Future And It’s”.

“2022 yılı bittiğinde beni uyandır!” Amaçlanan, Corona gerçeği karşısında yaşantımızın nasıl etkilendiğinin ortaya konulmasıydı. Sanatçılardan, toplumsal yabancılaşmaya, yeni dünya düzenine, dış dünyaya oranla günlük yaşantımızda konutun artan önemine değinmeleri, yaşananlar karşısında insanlık onurunun zedelenmesine ilişkin yorumlarını aktarmaları istendi.

Kimi zaman laciverte bürünen bir ortamda, sergilenen şaşırtıcı gerçekler her birimizi nasıl etkilemekteydi? Pembe renkte ve beyaz köpükler içinde bir oturma odası neyi dile getiriyordu. Yine pembe bir odanın duvarlarından fırlayan mavi balık kafalarının renginde bir gece elbisesi giymiş, odanın değişik köşelerine geçerek farklı pozlarda resim çektiren canlı manken genç kız neyin nesiydi?


Sesler, görüntüler, kamera oyunları…
Göz kamaştıran sarılıkta raflar ve şişeler… Sarı bir mutfak ve limonlar… Tabaklar, raflar, çeşme sarı limon dolu… Sesler, görüntüler, kamera oyunları… Pembe bir tahterevalli ve kaydırakla betimlenmiş çocuk parkında “don’t touch” yazısı bize eldivenler giydiğimiz, her şeye dokunmaktan korktuğumuz pandeminin ilk günlerini anımsatıyordu.

Peki, dairelerin eski sakinleri evlerinin bu halini gördüklerinde ne düşündüler? Bir zamanlar yaşadıkları, havasını soludukları, anılarını biriktirdikleri bu mekânlarda gördükleri yepyeni gerçek, geçmiş günlerin pandemi dönemi kesitindeki yaşanmışlıklarla örtüşmekte miydi?

Her gün binlerce kişinin TLV 3’ü ziyaret etmesi bende şaşkınlık yaratmadı. Ayrıca serginin rengârenk olması özellikle çocukların ilgisini çekiyor, ufuklarının sınırlarını genişletiyordu. Giriş de ücretsiz olunca U harfi şeklinde oluşan kuyruklarda saatlerce beklemek kaçınılmaz oldu. Kimi tedbirli sanatsever, otomobil bagajında her zaman hazır bulundurduğu sandalyesiyle, kimi şemsiyesi veya kahve ve sandviçiyle gelmişti. Türkiye’de genelde bienallerde görmeye alıştığımız böylesi bir organizasyona günlük yaşamın içinde yer verilmiş olması ilginçti…