Haber Fotoğrafı: Baba rolünde oyuncu Patrick Bruel, Joseph rolünde Dorian Le Clech, Maurice rolünde Batyste Fleurial, filmin bir sahnesinde bir arada görülüyor.

Yahudi yıldızı. Altı köşeli, avuç içi ebâtında ve kenarları siyah. Sarı kumaş üzerine siyah renkte ‘Yahudi’ yazısı. Olması gereken yer, giysinin ön sol göğüs kısmı. Cezai hükümler: ‘Karşı çıkanların cezası, hapis ve benzeri, Yahudi kamplarında çalışmak’. Artık dışarı çıkamayız. Bu ne demek biliyor musun anne? Bizi damgalıyorlar, Orta Çağ’daki gibi.”


Filmin adı: A bag of marbles (Bir torba bilye) / Türü: Savaş-dram / Vizyon tarihi: 2017 / Fransa / Süresi: 1 saat 50 dakika / Yönetmen: Christian Duguay / Oyuncular: Dorian Le Clech, Batyste Fleurial, Patrick Bruel, Elza Zylberstein, Christian Clavier / Orijinal dili: Fransızca / IMdb Puanı: 7.3

Senarist filmleri var hani şu hikâyesi iyi olanlardan, biyografi filmleri var hani şu önce kitabı basılmış olanlardan, oyuncu filmleri var her şeyi kötü ama oyuncuları iyi olduğu için durumu kurtaranlardan, hepsinden önemlisi yönetmen filmleri var, baktığı pencereden size farklı bir dünya açanlardan. Başlıktaki özgürlük, eşitlik ve kardeşlik sözcüklerinin Fransızca söylenişini bilmeyenimiz yoktur. 1789’daki Fransız İhtilali’nin simgelerinden olan özdeyiş bu. Başlığa taşımamın nedeni Yönetmen Christian Duguay’ın orijinal ismi “Un sac de billes” olan, İngilizce ismi “A Bag of Marbles”, Türkçedeki haliyle “Bir Torba Bilye” filminden bahsedeceğim içindir.


“Un sac de billes” filminin Prag’daki setinde oyuncular: Elza Zylberstein, Patrick Bruel ve Dorian Le Clech, filme konu olan otobiyografik romanın yazarı Joseph Josso ile birlikte görülüyor.


Yönetmen kamerasının büyülü gözü
Bir Torba Bilye” filmi bir yönetmen filmidir. Her ne kadar bu film Joseph Josso’nun otobiyografik romanından ikinci kez sinemaya uyarlanmış olsa da ki ilk film 1975 yılında çekilmişti, fazlasıyla yönetmen Christian Duguay’ın imzasını taşıyor. Önce Kanadalı film yönetmeni Christian Duguay’ın farkı nereden kaynaklanıyor onun altını çizeyim. Profesyonel olarak kariyerine kameraman olarak başlamasından, belgeseller, reklam ve müzik videoları çekerek kendini sinemaya hazırlamasından ve tam anlamıyla farklı bir sinema gözü oluşturmayı başarmasından kaynaklanıyor. Bir sinema filminde oyunculuk, ışık, ses, dekor, kostüm, aksesuar, makyaj, set, dönem özellikleri ya da fantastik dünyanın kriterlerine uygun bir dil ne kadar değerliyse bunların karşısında kamera hareketleri onlar kadar değerlidir. Kamera hareketlerinin önemini bu filmde birlikte tespit edeceğiz. Şalom Dergi Sineması’nda filmimiz başlıyor. Rahat bir koltuğa kurulun, kahvenizi alın ve okumaya başlayın. Sonra da seyretmeye tabii…

Kötülük ancak iyi adamlar hiçbir şey yapmadığında gelişir
2. Dünya Savaşı sırasında Joseph ve Maurice adındaki iki kardeşin Paris’teki evlerinden ve ailelerinden uzaklaşmak zorunda kalıp tek başlarına hayatta kalma çabalarını, zekâlarını kullanmalarını ve aileyle tekrar bir araya gelme umudunu her şekilde taze tutmaya çalışmalarını izliyoruz. Fransa’ya giren Naziler, Nazilere sempati duyan Fransız vatandaşları ve kraldan çok kralcı olan Fransız Polisi, İtalyan askerlerinin yönetimindeki serbest bölge ve Fransız direnişçiler bu filmde karşılaşacağımız ana başlıklar. Joseph Josso 1973’de yazdığı Bilye Torbası başlığıyla ülkemizde yayınlanan kitabı için önsözünde şunları söylüyor: “Bu kitap bir tarihçinin eseri değildir. Kitap, Fransa’da yaşayan Yahudi bir çocuğun İkinci Dünya Savaşı’ndaki anılarını anlatıyor” diyor. O zaman seyirci olarak bizler yönetmenin kitabı sinemaya uyarlarken yazarın çizgisinden sapmamasını bekliyoruz. Elbette kendi penceresini açacak yönetmen ancak fazladan mesaj kaygısıyla senaryoya yükleme yapmak hikâyenin çatısına ağır gelir, filmin şirazesi kayar. Yönetmen Christian Duguay da diyor ki: “Kötülük ancak iyi adamlar hiçbir şey yapmadığında gelişir. Farklı olan bunu bir çocuğun gözünden görebilmek ve seyirciye gösterebilmekti. Suyun üzerinde kalabilmek ve boğulmamak ama neler olduğuna dair farkındalık yaratmak önemliydi. Modern izleyiciler, insanlar Nazi gibi hareketlerin iktidara gelmesine izin verdiklerinde neler olduğunu hatırlamalıydı. Uyarlamayı yazarken çekirdek aile fikrinin önemini göstermek önemliydi. Şimdi uyarlamadaki fikirleri bu çizgide olan yönetmenin filmde yarattığı büyüyü birlikte fark edelim.


“Sen benim küçük kardeşimsin. Gerekirse seni dünyanın öbür ucuna kadar taşırım.” Ayağı yara olduğu için daha fazla yürüyemeyecek olan Joseph’i sırtına alan Maurice’in söylediği bu sözün Joseph’in yüzüne yansıyan güvenini göstererek yönetmen bize aile olmanın değerini anlatıyor.


Yahudi kimliği büyüyor, dünya küçülüyor
Her zaman yaptığımız gibi filmin şifresini açılış sahnesinden çözmeye başlıyoruz. Başından söyleyeyim, filmin seti Prag’da dönemine uygun bir biçimde canlandırılıyor. İlk sahnede Joseph ki film boyunca herkes ona Jo diye hitap edecek ancak ben Joseph diyeceğim, çünkü bu isim hoşuma gidiyor, sabahın çok erken bir saatinde yokuş aşağı yürüyor. Arkasındaki ufuk çizgisinden Eyfel Kulesi’ni sabah sisinde fark ediyoruz. Yokuşun sağında ve solunda yer alan değişik ebatta Fransız bayrakları ve bayrak renginde süslerden bir milli kutlama içerisinde olunduğunu anlıyoruz. Daha sokaklarda kimse yokken özgürlüğün ve güvenin keyfine vararak bir yere doğru yürüyen bir çocuk görüyoruz. Joseph’in yürüdüğü yol üzerinde toplanmış yem yiyen bir grup güvercini fark ediyoruz. Çünkü yönetmen oraya yem döktüğü için güvercinler toplanıyor. Neden? Birazdan Joseph güvercinlerin üzerine doğru koşacak ve onların ürkerek havalanmalarını sağlayacak. Bütün ambiyans tamamlanıyor değil mi? Güvercinler bize özgürlük mesajı veriyor. Joseph bir okulun kapısına geliyor. Yönetmen kameraya sahneyi yerden gösteriyor. Joseph’i bize sırtından gösteriyor ve oyuncuyu okulun kapısına baktırıyor. Oyuncu bu sahnede ne görüyor? Okulun kendisinden büyük ihtişamlı demir kapısına bakıyor, kapının solundaki duvarda okulun adının yazılı olduğu tabelayı okuyor, kapının sağındaki tabelada ise “République Française - Liberté, égalité, fraternité” yazısını görüyor. Yönetmen Joseph’i demir kapının ihtişamına baktırarak ve tabelaları okutarak çocuğun nerede olduğunun ve özgürlüğünün bilincinde olduğunu bize gösteriyor. Şimdi sondan başa dönüyoruz, yani flashback yapıyoruz. Joseph’in aklından geçenleri dinletiyor bize yönetmen, aradan iki buçuk sene geçtiği, Joseph’in gözünde her şeyin küçüldüğü çünkü bu zaman zarfında kendisinin büyüdüğü değerlendirmesini alıyoruz. Zaten Joseph bize kısalmış ceket kollarıyla da bunu gösteriyor. Demek ki, bu süre boyunca hep bu ceket üzerindeydi. Sadece bir çocuk olarak büyümüyor Joseph, Yahudi kimliğini de büyütüyor, içinde olgunlaştırıyor. Yönetmen filmin ilerleyen sahnelerinde bunu bize gösteriyor. Bu küçüklük büyüklük oranından seyircinin alması gereken mesaj bu ve bir sahne var ki bu oranı harikulade kullanıyor yönetmen, anlatacağım. Cebinden aşınmış, eski mavi bilyesini çıkartıyor Joseph, parmaklarının arasında oynuyor ve yönetmen bu tek bilyenin görüntüsünü geçmişteki bir grup bilye tepesine bağlayarak, Joseph ile ağabeyi Maurice’in kış vakti karlarda üşüyerek oyun oynadıkları iki buçuk sene öncesine bizi götürüyor. Maurice’in, kazandığı tek bilyesini kardeşi Joseph’e geri vermesinden çekirdek aile bağlarına gönderiyi anlıyoruz. Birçok sahnede daha bunun gibi örnekleri tespit ediyoruz.

Dikkat et! Bu sadece bir yıldız değil aynı zamanda bir hedef
Göğüslerinde sarı “Yahudi Yıldızı” ile okula gittikleri gün iki kardeş, Yahudi düşmanı, Nazi sempatizanı, antisemitist çocukların zorbalıklarıyla baş etmeye çalışıyor ve kavga ediyorlar. Joseph’in sınıfından bir arkadaşı göğsündeki yıldızı söküp kendisine vermesi karşılığında bir torba dolusu bilyeyi kendisine vermeyi teklif ediyor. Joseph’e göre bu kârlı bir anlaşma olduğu için kabul ediyor. Ceketinden yıldızı sökerken seyirci Joseph’in ceketini ters giydiğini, yıldızı kamufle ettiğini, ağabeyi Maurice’in de ceketini giymeyip elinde taşıdığını görüyor. Joseph arkadaşını uyarıyor: “Dikkat et! Bu sadece bir yıldız değil aynı zamanda bir hedef”. Yahudi Yıldızı taktıkları gün okuldaki sahnelerde tarih öğretmeninin dersi anlatırken Nazilere övgü yağdırmasını gözden kaçırmayalım.

Birinden korkarak hayatını kaybetmektense acıtan bir tokat yemek daha iyidir
İstasyonlar, biletler, geçiş noktaları, randevular ve harita, anneleri tarafından hazırlanıp iki kardeşe veriliyor. Anneleri not kâğıdındakileri ezberlemelerini ve kâğıdı yok etmelerini söylüyor. Baba, anne ve iki çocuk yemek masasının etrafında, iki ağabey daha önce gittiği için yoklar. İki kardeş bu yolculukla ağabeyleri ile tarafsız bölgede buluşmaya gidiyor. Babaları da onları olası bir Nazi karşılaşmasına hazırlıyor. Filmin en etkileyici sahnelerinden birini daha seyrediyoruz. “Kimse sizi bu kâğıtlarla görmemeli” diyor babaları ve ekliyor “En önemlisi Yahudi olduğunuzu hiç kimseye söylemeyeceğinize dair bana yemin edeceksiniz. Biz kim olduğumuzla gurur duymalıyız ama bugün bu çok tehlikeli ve bu korkaklık değil.” Çocuklar yemin ediyorlar ancak babası Joseph üzerinde özellikle duruyor: “Sen Yahudi misin? Joseph cevap veriyor: Hayır.” Babasından okkalı bir tokat yiyor. Babası bu kez İbranice soruyor: “Sen Yahudi misin?” Joseph yine cevap veriyor: Hayır.” Babası şiddetli bir tokat daha atıyor Joseph’e ve diyor ki: “Biri seninle İbranice konuşursa asla cevap verme! Şimdi bana Yahudi olduğunu söyle. Yahudi olduğunu biliyorum. Bana gerçeği söyle.” Joseph cevap veriyor: Hayır.” Bir tokat daha yiyor babasından Joseph, babası sesini yükselttikçe Joseph de yükseltiyor ve ağlamaya başlıyor. Babası özür dileyerek ona sarılıyor ve Nazilerin karşısında bu tokatları hatırlamasını söylüyor ve “Birinden korkarak hayatını kaybetmektense acıtan bir tokat yemek daha iyidir” diyor. Elbette bu deneyimi kullanacağı sahneyi yönetmen seyirciye ileride gösteriyor.

Bilye torbası ne olacak?
Geçmiş ve gelecek arasında köprü vazifesi gören bilye torbasını Joseph yanına alsın mı bıraksın mı, karar veremiyor. Ağabeyinin müdahalesiyle “Ben sana tonlarca bilye alırım” sözü Joseph’e aile birlikteliğini ve ağabeyine olan güveninin her şeyden değerli olduğunu ifade ediyor ve torbayı bırakıyor. Seyirci torbayı masa üzerinde bırakılmış görüyor. Sonraki sahnelerde torba içindeki bilyelerin rolünü eskimiş, çentikler açılmış eski mavi bilye yükleniyor. Yönetmen bilye torbasını tek bilyeye indirgeyerek önemli olan tek ve kıymetli bağ, aile bağıdır demek istiyor.


SS askerinin kemerinde “Got Mit Uns” yazısını yakın plan göstermek büyük bir ironi yaratıyor. Felsefi olarak seyirci kemer tokasında yazılı olan sözü sorgulamaya başlıyor.

Got mit Uns - Tanrı sizinle mi acaba?
Trende, Nazi askerlerinin kimlik kontrolünden çocukları bir papaz koruyor. Yönetmen, askerin kemer tokasında yazılı “Got Mit Uns” kabartma yazısını seyirciye yakın plan gösteriyor. Papaza da kemer tokasını okutarak sempati sağlamaya çalışır gibi alay ettiriyor. Asker bunu anlayacak zekâ yapısına sahip değil malum ama seyirci anlıyor. Tanrı sizinle mi acaba sorusunu soruyor.

Son sözü Liberté olan direnişçi
Gelelim filmin birçok can alıcı sahnesinden birine daha; iki kardeş ailelerinden uzakta kendilerine bir düzen kuruyor. Ağabey Maurice direnişçilerin yanında, Joseph de gazete dağıtımı yapan Nazi sempatizanı ve oğlu da Hitler’e hayran bir polis olan kitapçının yanında uzun bir süre çalışıyor. Bir gün tesadüfen, polislerin direnişçileri yakalayıp götürdükleri yerde onları infaz edişlerine şahit oluyor. Direnişçilerin başı Liberté diye haykırıyor, devamını getiremeden infaz ediliyor. Orada Nazi kuklası Fransız polisleri tarafından kafalarına göre infaz edilen, Fransız İhtilalinde elde edilmiş özgürlük, eşitlik ve kardeşliktir aslında…

Ben Yahudi’yim, ben Yahudi’yim duydunuz mu, ben Yahudi’yim
Ve geldik bu filmi ‘yönetmen filmi’ yapan sahneye, bu sahneyi doğru okuyabilmeniz için detaylara girmek zorundayım. Savaş bitiyor, Naziler gidiyor, Nazi destekçileri, işbirlikçiler halk tarafından sokaklarda cezalandırılıyor. Joseph’in çalıştığı kitapçıyı da halk basıyor, camları kırıyor, kitapları yırtıyor, dükkâna zarar verirken kitapçı adamla karısını da yakalayıp cezalandırmaya çalışıyorlar. Polis olan Nazi yanlısı oğullarını tekme tokat dövüyorlar, karısının saçlarını kazıyorlar ve adamı da iyice hırpalarken Joseph insanları durduruyor. “Durun” diyor. “Durun vurmayın. O bir Yahudi’yi sakladı.” İnanmıyorlar tabii o Yahudi’nin kim olduğunu soruyorlar. Joseph: “Benim o Yahudi” diyor. Kitap sunumu için tam ortada bulunan masanın üzerine çıkıyor ve haykırıyor: “Ben Yahudi’yim. Ben Yahudi’yim. Ben Yahudi’yim.” Adamı cezalandırılmaktan kurtarıyor. Onu, yargılanmak ve hapse tıkılmak üzere yetkililere teslim etmeye götürürlerken yönetmen büyüsünü gerçekleştiriyor. Joseph’i masanın üzerinde, tanrı gözü objektifle aşağıdan yukarı doğru büyüyen bir perspektifte yüksekte ve gururlu bir ifadeyle görüyoruz. Kitapçı adam, tartaklanarak yanından götürülürken aşağıdan yukarı doğru Joseph’e bakarak geçiyor, gözlerini Joseph’ten ayırmadan yürüyor. Yürüdükçe sanki küçülüyor. Seyircinin gözleri de Joseph’te oluyor. Joseph olduğu kimlikten duyduğu gururu, gittikçe içinde olgunlaştırdığı kimliğinin büyüklüğünü iliklerine kadar hissederek ve her an gittikçe büyüyerek kitapçıya bakıyor. Bu devleşme seyirciye de geçiyor. The Jerusalem Post’tan Hannah Brown bu film hakkında “Bir çocuğun bakış açısından Soykırımı anlatan en iyi filmlerden biri” demiş. Şalom’dan Neşe Binark ta diyor ki: “Bu film sadece Soykırımı değil aile olabilmeyi, içindeki Yahudi’yi büyütebilmeyi ve onunla yaşayarak büyümeyi anlatabilen bir filmdir. Bu film tam bir yönetmen sineması örneğidir. Yönetmen Christian Duguay’ın uyarlamadaki ve yönetmenlikteki başarısıdır.”

Holokost filmlerini doğru bakarak ve görerek izleyelim, dostlukla…