Geçtiğimiz yaz aylarında deneyimlediğim gezilerden biri Moğolistan oldu. Havaalanından votkasına kadar en önemli markası “Cengiz Han” olan Moğolistan’ın yüzölçümü ülkemizin iki katı, nüfusu ise sadece üç milyon! Bu dev ülke, Rusya’nın vesayetinden çıktıktan sonra geleneksel kimliğini yeniden hızla sahiplenmeye başladı. Bu kimlik; bir yandan sekiz asır önce arkasındaki güçlü atlı süvarileriyle Bozkır İmparatorluğu’nu kurup Pasifik kıyılarından Karadeniz’e kadar Avrasya’yı titreten Cengiz Han’ın mirası ile, diğer yandan Moğol yerel kültürünün temel unsurlarından biri ve geniş ölçüde Tibet Budizmi’nin yerel Şamanist geleneklerle sentezinden doğan Budist inançtan oluşmuş.


Muhteşem manzaralar
Ah, ne muhteşem manzaralardı, sözcüklere sığamayacak… El değmemiş bir doğa ve ziyaretçisini kucaklamaya hazır, cana yakın güler yüzlü bir halka sahip Moğolistan’da at yetiştiricileri ile uçsuz bucaksız bozkırları, yabani atların koruma alanı Hustain Milli Parkı’nı, en iyi korunmuş dinozor fosili yataklarına sahip Gobi Çölü’nü, “yurt”larda yaşayan insanların geleneksel yaşam tarzını, Orhun Vadisi’ndeki Büyük Moğol İmparatorluğu’nun eski başkenti Karakurum’u, Orhun Yazıtları ile Tonyukuk Yazıtı’nı, Terelj Milli Parkı’nı ve tarihî manastırları keşfederek bu Orta Asya topraklarında, 4x4 arazi araçlarıyla kilometrelerce yol yaptık, elbette her köşe başında Cengiz Han’a selam ederek… “Yol yaptık” derken… Aslında yolu olmayan bozkırlarda ilerledik. Sanırım yetenekli Moğol şoförlerimizin içgüdüsel navigasyon becerileriyle bozkırda, çölde, çıplak toprak üzerinde ilerledik, sayılır. Bir - iki kez konvoydan koparak kaybolan araçlar olduysa da, neticede birbirlerini bulmakta hayli yetenekliydiler.


Moğolistan günlerimizin detayları bu sayfalara sığmasa da…
Birkaçını anlatmadan geçemeyeceğim.
At yetiştiricisi bir aileyi ziyaret ettik ve kısrak sütünün mayalanmasından yapılan, az alkollü, ekşi bir içecek olan Moğol geleneksel içkisi “airag”ı (bizim “kımız” dediğimiz) ve diğer süt ürünlerini tadımladık. Kısrakların sütlerini elde etmek için nasıl sağıldıklarını izledik… Eski buzullara uğradık. Argali yaban koyunları, yabani atların koruma altında olduğu milli parklar…. Deve sürüleri, çöl manzaraları eşliğinde Khongor Kumullarının heybeti karşısında kala kaldık. Rüzgârın kaldırdığı kum kütlelerinin - “şarkı söyleyen kumulların” sesine kulak verdik. At bindik, develerle dolaştık. Bozkır boyunca değişik Şaman toplanma merkezlerini ziyaret ettik. Bir Şaman törenine bile katıldık - Şaman’ın doğadan ruhlarla iletişime geçmesi son derece ilginçti. Göktürk yazıtlarının ilki olma özelliğini taşıyan ünlü Tonyukuk Anıtını keşfettik.
Baykal Gölü’nün güney cephesinde yer alan Orhun Nehrinin ve Koşo Çaydam Gölü arasında olan Orhun Yazıtlarını görmeye gittik. Türklerin ilk alfabesi olan Orhun Alfabesi ile Göktürkler tarafından yazılmış yapıtlar olarak bilinmekte. Türkçe’nin tarihsel yapısı ile ilgili bilgi veren aynı zamanda dönemin yönetim anlayışı gibi bilgileri de içeren bu yazıtlar Türk tarihinde önemli bir yer teşkil etmekte...
“Zengin Çöl” anlamına gelen Gobi Çölü’nde günler boyu dolaştık. Zengin… Hayvan, bitki ve göçebe yerleşimiyle zengin…


Başkent Ulan Batur
Ülkede Batılı ölçeğinde sadece tek bir şehir var - hayatla dopdolu bir şehir, başkent Ulan Batur. Nüfusu bir buçuk milyon. Nüfusun diğer yarısı, genişliği hayallere sığmayacak ülkeye dağılmış, kasaba bile addedilmeyecek yerleşimlerin dışında göçer sayılır… Mutlu, huzurlu, güler yüzlü insanlar ve onların medeniyetten uzak naif yaşamları. Okumak, ticaret yapmak için başkente göç etmek zorundalar. Ulan Batur üniversiteleriyle ünlü… Böylesi 90’a yakın eğitim kurumu söz konusu...


Ya bozkırdaki gecelerimiz?
Moğolistan bozkırlarında gündüzler çok sıcak, geceler de hayli serindi…Otel olmasa da gezginler için oluşturulmuş yurtlardaki (kamp yerlerindeki) “ger”lerde geceledik. Ger’ler, keçi derisinden / keçeden yapılmış çadır kulübeler… Yol arkadaşım Simon ile ender rastlanacak anılar biriktirdik, diyebilirim…
Çocuklarına küçük yaştan itibaren ata binmeyi öğreten Moğol halkını at olmadan düşünmek olası değil. Moğol atı ise, bedeni küçük olmakla birlikle son derece güçlü ve dayanıklı. Khui Doloon Khudag Ovası’ndaki yarış alanında izlediklerimiz karşısında dorukta heyecanlar yaşadık desem, daha anlaşılır olur belki. Atı ile kadın-erkek-çocuk ayırımı olmaksızın insanın bozkır doğasında bütünleşmesi büyüleyici bir görkemdi. Yarışlar, atların yaşına göre 15-30 km. arasında değişen etaplardaydı. At binicileri ise hafif olmaları amacıyla 5 ila 12 yaş arasından çocuklardan oluşmaktaydı. Çoğu binici, yükü azaltmak için ata eyersiz binmişti. Yarış ve gösterilere hazırlanan çocuk-kadın-erkek Moğolların fotoğraflarını çekmek çok büyük bir keyifti. Benim gözlerime çocukluğumda okumaya doyamadığım Tarkan çizgi romanlarından fırlamış gerçek görüntülerdi, adeta yüzyıllar ötesinden…


Naadam Festivali
Gezimizin son günü Ulan Batur’da, yılın en önemli etkinliği olan, Moğol ruhunu ifade eden ve UNESCO Kültür Mirası listesinde bulunan Naadam Festivali’ne katılmak müthiş bir görsel şölendi. Bu festival 1921’de gerçekleşen devrimden sonra Çin’den bağımsızlığını ilan eden Moğolistan’ın Milli Bayramı’nın kutlamalarına dönüşmüş. Kökleri eski, Moğol geleneğine dayanan ve her yıl temmuz ayında yer alan “yaşayan miras” Ulusal Naadam Festivali’ne gelen genç-yaşlı, çoluk-çocuk tüm Moğollar geleneksel kıyafetleriyle törenin yer aldığı bu büyük bayram için özellikle donatılmış devasa stadyumdaydı. Bütün protokolle birlikte Moğol Devlet Başkanı Uhnaagiyn Hürelsüh coşkulu hitabından sonra ülkenin bütün yelpazesi resmi geçitteydi: Atlılar, okçular, güreşçiler, öğrenciler, doktorlar, pilotlar…

Anlata anlata belki de bitiremeyeceğim sayısız deneyim ve anı biriktirdikten sonra, Moğolistan’ı her düşündüğümde ruhumu kaplayan dinginliğe sığınıyor ve sayısız etnik gruptan Orta Asya insanlarına dokunmuş olmaktan büyük mutluluk duyuyorum.


Cengiz Han Kim?
Doğum adıyla Temuçin, 1162-1227, Moğol İmparatorluğu’nun kurucusu ve ilk Kağanı olan Moğol komutan ve hükümdardır. Hükümdarlığı döneminde gerçekleştirdiği hiçbir savaşı kaybetmeyen Cengiz Han, Dünya tarihinin en büyük askeri liderlerinden birisi olarak kabul edilmektedir.
XIII. Yüzyıl başlarında Orta Asya’daki tüm göçebe bozkır kavimlerini birleştirip bir ulus hâline getirerek Moğol siyasi kimliği çatısı altında toplamıştır. Cengiz Han, hükümdarlığı döneminde, 1206-1227 arasında, Kuzey Çin’deki Batı Xia ve Jin Hanedanı; Türkistan’daki Kara Hıtay, Meveraünnehir; Harezm, Horasan ve İran’daki Harezmşahlar, Kafkasya’daki Gürcüler, Deşt-i Kıpçak’taki Rus Knezlikleri, Kıpçaklar ile İdil Bulgarları üzerine seferler yaptı ve imparatorluğu döneminde gerçekleştirdiği hiçbir savaşı kaybetmedi. Bunların sonucunda Pasifik Okyanusu’ndan Hazar Denizi’ne ve Karadeniz’in kuzeyine kadar uzanan bir imparatorluk kurdu. Cengiz Han'ın gerçek adı “Temuçin”dir. Babası Yesügey, düşman bir kabile olan Tatarlar tarafından zehirlenerek öldürüldüğünde Temuçin henüz 9 yaşındaydı. Temuçin’in kabilesi, küçük yaştaki bir çocuğun liderliğini kabul etmedi ve kardeşleri ve annesiyle birlikte onları ölüme terk ederek kabileden sürdüler. Moğolistan’ın acımasız bozkırlarında kaçarak ve saklanarak hayatta kalmaya çalıştılar. Temuçin daha küçücük bir çocukken, avladıkları bir hayvanı paylaşmak istemeyen üvey kardeşini, çıkan bir kavga sonucu öldürdü. 16 yaşına geldiğinde, daha önceden yaptıkları bir anlaşma sayesinde nüfuzlu bir kabileden olan Börte isminde birisiyle evlendi. Henüz 20 yaşına geldiğinde, tüm Moğolistan’da tanınan ve saygı duyulan bir komutan haline gelmeyi başarmıştı. Moğolistan’daki göçer kavimleri birer birer kendi bayrağı altında birleştirdi. 1206 yılına gelindiğinde Moğolistan’da birlik sağlanmıştı.
Moğol toplumu, Cengiz Han’dan önce teşkilatsız ve düzensizdi. 1206 kurultayında devletin ordu ve toplumsal teşkilatını düzenledi. Pasifik Okyanusu’ndan Hazar Denizi’ne ve Karadeniz’in kuzeyine kadar uzanan bir imparatorluk kurdu.
Yetenek ve kişilerin bireysel üstünlüğüne dayanan bir ordu meydana getiren Cengiz Han’ın büyük bir asker olarak ün kazanmasının temelinde, kurduğu posta teşkilatı ve casus ağı ile istihbarat sanatına verdiği büyük değer önemli bir yer tutmaktadır. Yaptığı seferler sonucunda pek çok şehir tahrip olmuş ve milyonlarca insan da katledilmiştir, ancak Cengiz Yasası adı ile metinleştirilen kuralları ile işkenceyi, yalan söylemeyi, hırsızlık yapmayı ve zina etmeyi de yasaklamış; zanaatkârlar, doktorlar, belli bilgi becerisi olan eğitimli kişiler ve her dinden din adamlarına, hangi milletten olursa olsun aralarında bir ayrım yapılmaksızın saygı gösterilmesi ve vergiden muaf tutulmalarını da kanunlaştırmıştır.
Cengiz Han öldüğünde sahip olduğu topraklar, tahmini olarak Büyük İskender’in dört, Roma İmparatorluğu’nun ise iki katı büyüklüğündeydi. Kurmuş olduğu imparatorluk, günümüzde Rusya hariç tüm ülkelerden daha geniş topraklar üzerine yayılmış vaziyette olup, onun ölümünden sonra oğulları ve torunları döneminde daha da genişleyerek, insanlık tarihinin gördüğü bitişik sınırlara sahip en büyük imparatorluk hâline geldi.