Haber fotoğrafı: Ahu Somay

Rahlesinden iki yeğen, üç yeğen çocuğu, bir de evlat geçen ben, kendimi de katarsam, üç nesil boyunca eğitim hayatının kademe kademe çökmesinin de görgü tanığı olarak, Sezar’ın hakkını Sezar’a vermek için yazıyorum bu satırları. Okuduklarınız, benim de dinleyerek buraya aktardıklarım, bu ülkede halen böylesi eğitimlerin, eğitimcilerin var olması karşısında umutlarımı yeniden yeşertmekten de öte, yüreğimde geleceğe dair güven kandilleri de neymiş, yanardağlar yaktı!

AHU SOMAY diye biri
Ahu Somay adını duyanınız pek yoktur diye düşünüyorum. Benim de hayatıma girmesi yeni oldu; hani derler ya, hayatta tesadüfler yoktur, insanlar hayatımıza bir nedenle girerler. Demek, benim de sizin de öğreneceklerimiz varmış ondan. Efendim, Ahu Somay, iki elinde on marifet bir kadın. Bir kere Ahu, Türkiye’de yeni yeni gelişmekte olan alanlarda öyle böyle değil kendini yetiştirmiş, şimdi de bildiklerini gerek danışmanlık gerekse öğretmenlikle genç kuşaklara keyifle aktarırken free lance de gazetecilik yapan güçlü bir kadın. N.D.Sion mezunu, Beslenme Antropolojisi, Gastronomi, Yemek Kültürü dersleri veriyor ama aynı zamanda Türkiye’de var olduğundan haberdar bile olmadığımız bir Vinolog. “Nereden bulaştın bu işlere?” diye sordum, “Valla beni bu havuza attılar” diye yanıtladı. Esasen muhabir olmak için başvurduğu bir zamanların Vizyon dergisinde, onun frankofon olduğunu duyduklarında, “A, sen şarap isimlerini, doğru telaffuz edersin, yemek konularında yazılar yaz, dünyada, İstanbul’da neler var neler yeniyor” demişler. Ahu: “Bir ekiptik biz ama bana da restoranları gezip incelemek düştü bir dönem. O zamanlar, doksanlı yılların sonu, İstanbul’da öyle şimdiki gibi yemek mekânı bolluğu yoktu, ama ben bu işi sevdim, iyi de oldu, sonraki çalışmalarımı yemek üzerine kurdum.” Gazetecilik yoğun temposu olan bir iş, oğlu da olunca bir süre ara vermiş, o arada da bir arkadaşı ile birlikte cafe’lere cheese-cake, quiche, zencefilli limonata gibi günlük ürünler satmışlar, yani evdeyken bile yemekle ilgisini koparmamış, sonra da “Hadi silkin Ahu!”, deyip üniversite sınavlarına yeniden girmiş.


IFA-Paris
Şimdi sırası ile hayatını anlatarak canınızı sıkmayacağım, amacım mümkün olduğunca alabildiğim değerli bilgilerini sizinle de paylaşmak. Onun için, bir oradan, bir buradan muhabbetimiz akışında devam edeceğim.

IFA-Paris Moda Okulu diye bir şey duymuş muydunuz? İşte orada ders veriyormuş. IFA-Paris, İstanbul, Paris ve Şanghay’da tasarım ve pazarlama eğitimi veren bir moda okulu. “Yedi yıldır orada lüks tüketim, moda tasarımı okuyan MBA öğrencilerine yemek tarihi, şarap tarihi ve şarabı anlatıyorum.” Moda ile şarap? Ne alaka? “Uluslararası moda olayı buradaki gibi değil. Burada mesela Vakko ya da Beymen’e giriyor müşteri, ona ikram edilen, çay veya kahve çeşitleri ve birkaç cookie genel olarak. Oysa diyelim ki, Paris’te Dior’da çalışıyorsunuz, ya da De Beers’de üst düzey yönetici oldunuz veya müşteri temsilcisi de olabilirsiniz, şarap veya şampanya ikram etmeniz gerekecek. Şişeyi nasıl tutacaksınız, yanında hangi peyniri vereceksiniz. Benim hep öğrencilerime söylediğim şudur: Siz içki içmeyen biri olsanız bile, ne ikram ettiğinizi bilmelisiniz. Endonezya’dan, Pakistan’dan öğrencilerim var mesela, illa ki Müslüman olduklarından değil, içki onlara dokunuyor olabilir veya sevmiyor da olabilirler ama yabancılar, daha çok seyahat ettiklerinden mi, daha çok okudukları, yemek konusunda belgeseller izledikleri için mi, güzel tarafları açık olmaları.


Alain Ducasse
Çekirgeydi, kurbağa bacağıydı, neyin ne olduğunu biliyorlar. Ama bizim artık şu baklava-bulgur kısır döngüsünden bir çıkmamız lazım! Bizim insanımız, annesinden gördüğü şekli ile soğanı doğrayıp iki kavurduğu zaman kendini bir Alain Ducasse sanıyor. Oysa yemek kültürü ister rafine ister salaş, ama bir kültür. Sadece kendimiz için üretmiyoruz. Gıda üretimi toplumsal bir konu, paylaştığımız için önemli, sofrada beraber oturduğumuz için önemli
.”

Yaptığın işe saygı duyacaksın
Eğer bu işi yapıyorsak ister garson ister aşçı ister kapıda konukları karşılayan, ne yaptığımızın bilincinde olmamız lazım. Türkiye üniversitelerinde çoğu öğrencimiz antropoloji ile yeni tanışıyor. ‘Beslenme Antropolojisi’, ‘Yemek Sosyolojisi’ gibi terimler, hani ‘Biz sürekli teori mi okuyacağız’ yanılgısı ile onları ürkütüyor. Yüksek Lisansta 65 yaşında öğrencilerimiz de oluyor, onlar daha bilinçli ama Lisanstakiler 18-19 yaşında gençler. Gastronomi öğrencisi illa ki şef olacağını sanıyor, beslenme ve diyetetik öğrencisi de insanlara reçeteler yazacağını. İkisinin arasında ben bir yol bulup ‘Bana bakın, burada bir de şöyle bir kültür var,’ demeye çalışıyorum. Bir Rum, bir Yahudi, bir Ermeni, bir Süryani mutfağı var ve bunlara çocukları inisiye etmem lazım. Bunlara aşina oldukça, Antropolojiye ilgileri de artmış oluyor.”

Ahu Somay Hoca yemek işini seviyor ya, ilk planda akla gelmese de yemeğin içine içecek de giriyor ya, şarap içmeyi de seviyor ya, ne var ne yok şaraplarda bir bakmak, uzmanlaşmak amacı ile bir yandan Yüksek Lisans, bir yandan İstanbul’da bir şarap sertifika programını bitiriyor, ardından da alınması 2,5 yıl süren Vinoloji sertifikası geliyor. İlginç olan, bu programın Amsterdam Üniversitesi’nden bir hoca ile Türkiye’den bir hocanın ortak çalışması olması. “Şimdilerde birçok uluslararası şarap kuruluşu var sertifika veren ama 2000’lerin başında bunlar bir ilkti. Yaptığınız işi seveceksiniz, bir de saygı duyacaksınız. Her zaman sevgi öne çıkarılıyor ama saygı da sevgi kadar önemli. Ben yemeğe de şaraba da saygı duyarım, özellikle bu ikisini birleştirdiğim için, bir de din konusuna eğildiğim için kendimi şanslı hissediyorum.”

Din – beslenme – göç ilişkisi
Yukarıda belirtmiştim ya, “insanlar bir nedenle bir araya gelirler” diye, Ahu’nun da yaşamında iki kişi yön verici olmuş, her ne kadar Ankara Dil Tarih Coğrafya Fakültesinden tanıdığı din antropoloğu Tayfun Atay Hoca mütevazilikle, “Sizin içinizde zaten vardı” demiş olsa da. Tayfun Hoca sadece bilgisiyle değil, kişiliğiyle de yolumu çizdi diyor Ahu.

Yemek kültüründe, dinin de göçlerin de etkisi yadsınamaz ya! Şimdilerde yemek ve din, yemek ve göç üzerine yoğunlaşıyor Ahu. Aynı yıllarda Ankara’da fakültede denk geldiği göç hocası Şebnem Koşer Akçapar da onlara akademik metinler yazma konusunda çekingen davranmamaları, tutarlı ve ilkeli olduğu sürece semi-akademik metinler de yazabilecekleri konusunda özgüvenlerini tetikleyince gerek üniversite yayınlarında gerekse en son IBB’den çıkan “Her Yönü ile Ekmek” kitabında yazıları yayınlandı. Sokakla buluşarak çalışmayı seven biri olarak, “Ekmek ve Kimlik” üzerine Karadenizlilerle çalışarak tez yazdı. Antropolojinin esası da zaten kendinden çıkmak. ‘Kendinden çıkmak’ derken, farklı ortam ve insanlarla teşrik-i mesaide bulunmak. Bir Müslüman olarak mesela Ahu’nun bir diğer Müslümanla çalışması antropolojinin dikkatine çok uygun değil. Onun aykırı ortamlarla ilişkide olması lazım. Mesela Fransa’daki bir cemaatle, belki de Brezilya’daki birileri ile çalışmalı. Türkiye’deki Antropologlar için bu pek mümkün değil. “Ülkede kalacağımıza göre şehir değiştirmeli, o da olmuyorsa bizden farklı insanlarla çalışmamız gerek.” Bu durumda Ahu da Hıristiyan dünyasından beslenmeye karar kıldı.



Beslenme bir
 kültür
Gastronomi eğitimi daha çok Güzel Sanatlar fakültelerinde faaliyette. Bir hoca olarak Ahu’nun tespitleri, çocukların geri planda bu konuda merak, hatta yetenekleri olduğu. Beslenme ve diyetetiğin günümüzde konusu artık kilo alıp-verme değil. Auto-immün hastalıkların artışta olduğu günümüzde sağlıklı beslenmenin çok önemli olduğunu milletçe anladık diyor Ahu. Mesela romatoid artrit, mesela MS, tip 2 diyabet, tiroit ve hekimler bunların beslenme ile kontrol altına alınabilineceği konusunda hemfikir. Farklı kültürlerde bunların farklı sıklıklarda görülmesi ile beslenme düzeni ve alışkanlıklarını bilmemiz bize bu konuda ışık tutabilir diye düşünüyorum. İşte bütün bunlar bir kültür, bir bütün, ruh ve beden gibi. Bir iş yapacaksak kültürü artık gözden çıkaramayız. Ben en çok bunu göstermeye çalışıyorum. Bu insan bunu ne için yapıyor ve neden onun için önemli. Mesela, bir kilisedeki minik bir detay, aslında hiç de bütünde önemsiz değil, zamanla hepsi yerine oturuyor, yeter ki o görüşü gençlere verebilelim. Bunun için de zaman-zaman farklı dinlerden dost veya arkadaşları derslere davet edip, onların tanıtımı ile öğrencilerin eğitimine destek oluyorum.”

Göçlerden kaçamayız
Türkiye’de son yıllarda büyük bir göç yaşanıyor. Dünya artık ekonomik olarak da sosyal açıdan da birbirine bağlı hale geldi diye düşünüyor Ahu. İstanbul’da muayenehane açmış olan bir doktorun Fas, Katar, Amerika’dan bile hastası oluyor. Dolayısıyla, o dünyanın mutfağı ne, oruç zamanı mı değil mi ya da yemeklerinde neler tabu, bunları bilmek durumunda ki hastasına beslenme programı yapabilsin. Ya da öğrenciler yurt dışına gidecek, belki de orada kalacak, mesleki açıdan kendilerini tamamlamaları farklı kültürleri tanımaları ile mümkün olacak. Konuya yabancı oldukları için bazı nosyonlar çocuklarda tam oturmuyor.




‘Hâlâ ekmeği’ ile Paskalya çöreğini karıştırıyor öğrenciler. Bir konu benim için önemliyse, onu hem vizede hem finalde soruyorum. İkisinde de yanlış yapmışlarsa bırakmamak için kendimi zor tutuyorum. Mesela, ‘Ortoreksiya Nervoza’, bu hem onların işine yarayacak bir kavram çünkü ondan etkilenecek kişi sayısının artış göstereceğini düşünüyorum. Hem kültürel hem psikolojik bir olgu. Organik ve iyi tarım ürünlerini de kapsayan, aşırı sağlıklı beslenmeyi takıntı haline getiren bir rahatsızlık. 1996 yılında tanımlanmış. Bu bizim kâbus sorumuz oldu. Tam olarak öğrensinler istiyorum. Hevesli öğrencilerden bir tanesi, aromaterapi ve bitkilerle beslenme konuşuyorduk derste, ‘biz hekim değiliz, al şunu sür’ diyemeyiz ama ‘herboloji de bir bilimdir’ diyoruz. Aktarlar değil ama bu işi düzgün yapan firmaların arttığını görüyorum, eczacılar da bu işin içinde, ancak ileride belki bir antropologla bir hekim veya bir eczacı birlikte çalışabilecek. Bir meraklı öğrencim, evde benim dediklerimi araştırırken, Japonya’dan kanser konusuna yoğunlaşmış bir şirketin Türkiye’ye ye gireceğini öğrenmiş, başvurmuş ve kabul edilmiş. Bu beni çok mutlu etti.”

******************ARKASI GELECEK AY