Yukarıdaki başlık tüylerinizi ürpertti mi? Peki ya size Horst Rosenthal adındaki bir genç çizerin Fransa’nın güneybatısında, Auschwitz’e ara durak olan bir toplama kampını, çizgi-romanında eğlenceli bir tatil köyüne benzettiğini, Walt Disney’in sempatik faresinin de bu çizgi-romanın kahramanı olarak, Gurs tatil köyünde yaz tatilini geçiren mutlu bir turist olduğunu söylesem nasıl bir tepki verirsiniz?
Durun, hemen kızmayın. Sözünü ettiğim çizgi-roman Holokost inkârcılarının bir yayını değil. Tam aksine, bu eserin orijinali Paris’teki “Memorial de la Shoah” müzesindeki Holokost konulu çizgi-romanlar sergisinde, korumalı bir camekân içinde teşhir ediliyor. Yazarı ve çizeri Horst Rosenthal ise 1915 doğumlu.
Horst Rosenthal’den günümüze ulaşan sadece üç tane kısa çizgi-roman, birkaç kroki ve bir tane de davetiye çizimi var. Bunların hepsini 1942 yılında, Fransa’daki Gurs toplama kampında zorunlu olarak kaldığı birkaç aylık süre içerisinde gerçekleştirmiş.
Holokost sanatçıları ve eserleri sıkça gündeme gelen bir konudur. Terezin Toplama Kampındaki sanatçıların resimleri yer yer sergilenir, müzikleri (besteleri) icra edilir. Hatta bu kampta Yahudi çocuklarının çizmiş olduğu resimler bile birkaç yıl önce Schneidertempel Sanat Merkezinde sergilenmişti. Ama itiraf etmeliyim ki, böylesi bir çizgi-romanı ilk kez gördüm ve çok şaşırdım.
Zamanında bu sayede Oskar da kazanmış olan Roberto Benigni’nin “Hayat Güzeldir” filmini eleştirmiştim. Bana göre Benigni, altı milyon soydaşımızın canına mal olan dünya tarihinin en büyük soykırımını, mizah yoluyla hafife alarak hoş - ama hüzünlü (!) - bir peri masalına çevirmişti. Nitekim bu film, halen pek çok mecrada, ağlamadan, kan görmeden, gözyaşı dökmeden, hatta yer yer gülerek izlenebilecek bir savaş filmi olarak tanıtılmaktadır.
Horst Rosenthal’in çizgi-romanları ise Roberto Benigni’nin filminden çok büyük bir farklılık gösteriyor. Çizer, bu bantları o dehşetin ta içinden, bizzat yaşayarak hayata geçirmiş. Elbet, bunları çizerken talihsiz sonunun nereye varacağını bilmiyordu. Ama umudunu yitirmemek için o süreçte elindeki tek silahı, defteri ve kalemleri ile doğal olarak sahip olduğu mizah yetisiydi. Benigni ise gerçekleşmiş olan bir trajediyi zaten hafızalarından silmeye çabalayan toplumlara sulandırarak aktarıyor, ferahlamalarını sağlıyordu.
Benigni’yi bir kenara bırakıp Horst Rosenthal’e dönecek olursak, sanatçı 1915 yılında, adı şimdi Wroclaw olan Polonya’nın Breslau kentinde burjuva bir ailenin ilk çocuğu olarak dünyaya geldi. Silezya’nın başkenti olan Breslau o yıllarda Frankfurt ve Berlin’den sonra Almanya’nın en çok Yahudi barındıran sanayi kentiydi. Ne var ki Horst doğduğunda 23.000 civarında olan Yahudi nüfusu, 1945 yılına gelindiğinde 200’ün altına inecekti. Babasını küçük yaşta kaybeden Horst Rosenthal, daha lise yıllarında Genç Sosyalistler hareketinin üyesi olmuştu. Almanya’da hızla tırmanan anti-sosyalizm ile yoğun antisemitizm karşısında kendisine bir gelecek görmeyince, henüz daha 17 yaşındayken ülkesini terk etmişti.
Sığınma limanı olarak da Paris’i seçmişti. Böylelikle Paris Güzel Sanatlar Akademisi’nde eğitimini tamamlarken, Almanya’da kalan annesi ve kendinden küçük iki kardeşine de yakın olabilecekti. Çocukluğundan beri hayranlık duyduğu pek çok ressamın da bir kültür ve sanat başkenti olan Paris’te yaşıyor olmaları bir diğer tercih nedeniydi.
Fakat işler hiç de umduğu gibi gitmedi. Siyasi mülteci olarak Fransa’ya kabul edilmesi yıllar sürdü. Sonunda, 1937 yılında belgelerine kavuştu ama arada Almanya’da sert esen antisemitizm rüzgârı zaten kendisi için uygun bir zemin oluşturan Fransa topraklarına da ulaşmıştı. Bunu fark eden Horst Rosenthal, artık Avrupa’da yaşamaktan umudunu kesmiş, Filistin’e gitmeye niyetlenmişti. Bunun için resim eğitimine ara vererek yeni topraklarda daha geçerli olacak bir meslek edinmek üzere Roman-sur-Isere’de bulunan bir endüstri ve teknik meslek okuluna kaydını yaptırdı. Ne var ki kader ağlarını örmeyi sürdürüyordu. 1936 yılından itibaren bu kez de İngiltere Yahudilerin Filistin’e iltica etmelerini engellemeye başlamıştı.
Bu arada bildiğimiz süreç işledi ve Almanya Fransa’ya savaş ilan etti. Fransızların gözünde o artık bir Alman casusuydu. Bütün yabancılarla birlikte, belgelerinin eksiksiz olmasına rağmen bir toplantı kampına gönderildi. Paris’te yabancı fobisi artık doruktaydı. Horst birkaç kez serbest bırakılmasına karşın, her defasında yeniden yakalanarak farklı kamplara tıkıldı. Sonunda, 28 Ekim 1940 tarihinde, Gurs Toplama Kampına gönderildi.
İşte tam o sıralarda Vichy hükümeti de Fransa’da direksiyonun başına geçti. O artık sığınma hakkı isteyen bir Alman vatandaşı değil, tutuklu bir vatansız Yahudiydi! Gurs Toplama Kampındaki koşullar son derece kötüydü. Aslında bu kamp, İspanya iç savaşından kaçıp Fransa’ya sığınan mülteciler için kurulmuştu. Ama Vichy hükümeti ile birlikte burası Auschwitz’e giden yolda transit bir Yahudi toplama istasyonuna dönüştürülmüştü. Horst Rosenthal, 25 Ağustos 1942’de Fransızlar tarafından Nazilere teslim edilerek önce Drancy’e, oradan da 11 Eylül 1942 günü, 31.no.lu konvoyla Auschwitz’e gönderildi. Kayıtlara göre bu son konvoyun yolcuları Auschwitz’e varır varmaz, hiç bekletilmeden gaz odasına sevk edilmişler. Horst’un annesi ile iki kardeşiyse ondan birkaç ay önce, 19 Ocak 1942’de, sürüldükleri Letonya’da Naziler tarafından kurşunlanarak öldürülmüşlerdi.
Horst Rosenthal’in kısa fakat hazin yaşam öyküsü böylece son bulmuş. Bu üç defterden ve birkaç belgeden başka geriye de birşey kalmamış. Ne var ki bu üç defter, kahramanımızın tüm zor yaşam koşullarına karşın içindeki mizah dürtüsünü nasıl da muhafaza ettiğinin önemli bir kanıtı olarak ortada duruyorlar. Horst esaretini geçirdiği kampta Miki Fare’yi çizerek içinde bulunduğu durumla adeta dalga geçmişti.
Walt Disney’in ünlü Miki Fare’sinin Fransa’da ilk kez kendini göstermesi 1930’ların başında “Mickey” adlı çocuk dergisinin yayın hayatına atılmasıyla başlar. Dergi ve içindeki bütün tiplemeler okurların büyük ilgisiyle karşılanır. Kariyerini çizim dünyasında yapmayı düşleyen 17 yaşındaki Horst Rosenthal’in de bu tılsımlı fareden etkilenmesi kaçınılmazdır. Ne ilginçtir ki, Horst’tan yıllar sonra, bu kez bir Amerikalı çizer, Art Spiegelman, yine fare metaforunu kullanarak toplama kampındaki Yahudileri fare olarak çizdi!
“Çizgi-Romanlarda Holokost” sergisi, Paris’teki “Memorial de la Shoah” müzesinde 30 Ekim 2017 tarihine kadar sürecek. Paris’e yolunuz düşerse kaçırmayın derim. Serginin hemen girişinde, değerli dostumuz Michel Kichka’nın Gözlem Kitabevi tarafından Türkçesi yayınlanan İkinci Kuşak kitabından alınmış kocaman bir pano sizi karşılayacak, sakın şaşırmayın!
Kaynak:
Mickey a Gurs - Joel Kotek & Didier Pasamonik / Calmann-Levy, 2014 / Memorial de la Shoah yayını