“Homo homini lupus” –insan insanın kurdu– cümlesi, bu çağın en çıplak gerçeği değil mi? Birbirini köşeye sıkıştıran, acımasız rekabetin içine atan, yalnızca güçlü olanın ayakta kalmasına izin veren bir düzen kurmadık mı? Bu satırlarımda Lewis Caroll’un yazdığı Alis Harikalar Diyarında adlı romanındaki karakterlerden biri olan eşsiz bir kuştan – Dodo’dan söz etmeyi seçtim:
Güney Afrika ülkesi Mauritius adasının sembolü, bir zamanlar topraklarında yaşamış Dodo kuşu… 15. Yüzyıl sonlarında ada toprakları insanlar tarafından keşfedildiğinde kanatları uçmaya elverişsiz, ağırkanlı Dodo’lar, zorluklarla tanıştı. Onlar hakkında ilk kez 1598’de söz eden, adayı uğrak yapan Hollandalı denizcilerdi. Güvercingiller familyasından, uçamayan bir kuş… insana güvenen, kendini savunmayı bilmeyen bir masumiyetin sembolü! 
Artık soyu tükenmiş, uysal bir kuş türü olan Dodo, daha çok eti için avlanmış. Dodo’lar çok akıllı yaratıklar değildi ve insanlara kolayca yakalandı. Gemilerle adaya taşınan kedi, köpek ve domuzlar Dodo yumurtalarını mahvetti. Okyanustan gelen tehditlere yanıt vermekte yavaş oldukları için, adaya ulaşan insanlardan hiç korkmadıkları için, sahile ulaşan aç Felemenk denizciler tarafından yenebiliyorlardı. 300 yıldan beri tamamen tükenen Dodo soyu, 17. yüzyılın sonunda tükenişin simgesi oldu. Masumiyetinin bedelini varoluşuyla ödeyen Dodo ile birlikte Mauritius’un tüm ekosisteminin de bozulmuş olduğunu tahmin etmek zor değil. Evet, insan onu yok etti! Onu yok eden ise sadece açgözlü avcılar değil, insanın sınırsız arzuları ve sorumsuzluğuydu.
Şimdilerde bilim dünyası, ‘Colossal Bioscience’ şirketi genetik mühendisliğin sınırlarını zorlayarak masumiyet sembolü Dodo kuşunu yeniden yaratabileceğini söylüyor. Ünlülerin bağışlarından oluşan 120 milyon dolarlık bir fonla, insanlık tarihinin en hızlı yok edilen türü Dodo’yu 2030’da belki de yeniden aramızda görebileceğiz.
Son günlerde merakla izlediğim bu haber, kanımca, mucize ile utancı aynı anda içinde barındırıyor. Çünkü bu girişim, insana şu soruyu sorduruyor: Biz yok ettiğimiz şeyi geri getirebilir miyiz, yoksa sadece kendi vicdanımızı avutmaya mı çalışıyoruz? İnsan eliyle tükenen Dodo soyu, asırlar sonra insan emeğiyle tekrar doğabilecek mi, yoksa bilim kurgu konusu olarak mı kalacak, bilemiyorum.
Dodo öyküsünün bana anlattığı: “Güçsüzün barınamadığı yerde güçlünün de varlığı anlamsız...” Bilimin Dodo’yu diriltme çabası, belki de aslında insana ayna tutuyor. Kaybettiğimiz şey sadece bir kuş değil; kaybettiğimiz şey şefkat, denge, ılım, itidal ve birlikte yaşama bilinci…
Evet, günümüzde masumiyetimizi yitirdik ve elbette korkusuz bir masumiyet taşıyan Dodo gibi davranmıyoruz, tam tersine, birbirimizi köşeye sıkıştırıyoruz. “İnsan insanın kurdudur” sözü hiç bu kadar karşılık bulmamıştı. Belki de mesele, Dodo’yu geri getirmek değil; onun yok oluşuyla kaybettiğimiz insanî yanımızı tekrar geri bulmak. Eğer kendi içimizdeki kurdu susturamazsak, yeniden doğan Dodo da bu dünyada yaşayamaz. İnanıyorum ki, gerçek mucize, masumiyetin yeniden nefes alabileceği bir düzen kurmak olacak. Çünkü Dodo yeniden dirildiğinde değil, insan insana dost olduğunda hayata dönecek.





 
