Yazık, diyordu Yevtuşenko. Türkiye’de beni, seçmediğim şiirlerimle ve yirmi yıl önceki düşüncelerimle tanıyorlar yazık... Oysa sanatçı için değişim kaçınılmazdır. Her değişimin sanatçı üzerine yansıması farklıdır. Değişim, toplumsal ve sosyolojik olduğu gibi sanatçının sezgisel dünyasında çıkılan düşsel bir yolculukla bile yaşanabilir.

Tabii ki şair, “Türkiye” derken tüm Türkiye’yi değil; edebiyatı sevenleri, kitap okuyanları ve okuyanlar içinden de şiir sevenleri kastediyor. Yirmi yıl önce, Mayakovski ve Nâzım Hikmet karşılaştırmalarıyla, sadece iki dile çevrilerek, birkaç şiiri hariç gerisi es geçilmiş koca şairi tanımak o kadar kolay olmasa gerek.


Yevgeny Yevtuşenko Moskova Tchaikovsky Konser Salaonunda şiirlerini okurken, Aralık 1962


Yıllar önce tesadüfen keşfettim şairi. Ardından gidip yaşamını, sanatını, ilkelerini, hayata ve yaşadığı döneme başkaldırısını araştırdım. Her biri, sınır tanımayan dizeleri arasındaydı.

* * *

Şostakoviç’in on üç numaralı senfonisi, Babi Yar adını taşır. New York Filarmoni Orkestrası’nın Kurt Masur yönetiminde kaydettiği senfoniyi, 1994 yılında, Yevtuşenko’nun kendi sesinden eşlik ettiği dizeleriyle dinlediğimde tüylerim diken diken olmuştu. Otuz beş bin Ukraynalı Yahudi’nin Nazilerce katledilişini ve Rusların buna kayıtsızlığını konu alan Babi Yar’ı okuyalım:

“Hiç anıt yok Babi Yar’da.

Tek mezar taşı o dik yamaç.

Korkuyorum.

Yahudiler kadar yaşlıyım şimdi.

Şimdi bir Yahudi gibi görüyorum kendimi.

Şimdi Eski Mısır’da dolaşıyorum.

Çarmıha geriliyorum şimdi, ölüyorum,

çivilerin bile izi var üstümde şimdi.

Dreyfus geliyor aklıma. Ben oyum.

Kof adamlar suçluyor, yargılıyor beni.

Parmaklıklar ardındayım ansızın,

kıstırılmışım, tutulmuşum, sövmüşler bana;

Brüksel dantelinden elbiseler giymiş hanımlar

bağırarak şemsiyelerini çarpıyor suratıma.

Belostok’da bir çocuğum şimdi,

yere yayılıyor damlayan kan,

öfkeyle saldırıyor meyhanenin

soğan ve votka kokan fedaileri.

Tekmelenmişim, elimden bir şey gelmiyor,

yalvarıyorum, dinlemiyorlar bile,

“Gebertin Çıfıtları, Rusya’yı kurtarın,” diye

haykırarak bir aktar dövüyor annemi.

Anne Frank olarak görüyorum kendimi,

nisan dalları kadar inceyim,

sevgiyle dolu içim;

boş sözler söylemeyin bana,

birbirimize bakalım istiyorum.

Gülecek, koklayacak ne var ki

yapraklardan, gökyüzünden başka.

Ama çok şey yaparız sen istersen,

usulca sarılırız birbirimize

karanlık bir odada.

Bir gelen mi var? Korkma.

Bu gelen, baharın sesi.

Gel bana, dudaklarını uzat bana.

Biri kapıyı zorluyor.

Yok yok, kırılan buzların sesi.

 

Yaban otları hışırdıyor Babi Yar’da.

Ağaçlar sert sert bakıyor, yargıçlar gibi.

Her şey sessizce çığlık atıyor.

Şapkamı çıkarıyorum,

anlıyorum, gittikçe yaşlanmışım.

Burada gömülü bu binlerce insanın,

bu binlerce insanın ardından koparılmış

sessiz bir çığlıktan başka neyim ki şimdi;

burada vurulmuş her ihtiyarım ben,

burada vurulmuş her çocuğum ben.

Ey Ruslar, vatandaşlarım, bilirim hepinizi.

Kötü eller kirletiyor temiz adınızı sizin.

Ülkem nasıl güzeldir, hep bilirim,

nasıl korkunçtur kendilerine, hiç titremeden,

“Rus Birliği” adını takan Yahudi düşmanları.

Hiçbir yerim unutamaz bütün bunları.

Çınlasın “Enternasyonal”

yeryüzündeki

son Yahudi düşmanı gömüldüğü zaman.

Kanımda Yahudi kanı yok,

ama öyleymişim gibi beni

hor görüyor, aşağılıyor Yahudi düşmanları.

Gerçek bir Rus’um bu yüzden.”

 * * *

Yevtuşenko, 1933 yılında Zima’da doğdu. Stalin sonrası yetişen muhalif şairler kuşağının önde gelen temsilcisiydi. Sanatsal özgürlüklerin genişletilmesi, edebiyatın siyasal ölçütler yerine estetik değerlere dayandırılması için mücadele verenlerin başındaydı. Bu yüzden iktidarla hep başı dertte oldu; engellendi, sansürlendi. Çocukluğu Moskova’da ve Trans Sibirya Demiryolu üzerindeki küçük bir kasabada geçen Yevtuşenko, ilk önemli yapıtı Stantsiya Zima (Zima Kavşağı)’da bu bölgenin gündelik yaşamını anlattı. Moskova’da Gorki Edebiyat Enstitüsü’nde öğrenim gördü. Yayımlanmasına Stalin’in ölümünden sonra izin verilen şiirleriyle kısa sürede halkın sevgisini kazandı. Dönem şairlerinden Yesenin ve Mayakovski’den, ayrıca Nâzım Hikmet’in yalın şiir tarzından ve destansı ifadesinden etkilendi. Şair, 83 yaşında iken 2017 yılında Tulsa, Okla’da yaşama veda etti.



Babi Yar şiiriyle SSCB’deki Yahudi düşmanlığını açık yüreklilikle eleştirdi. Onlara ve yönetime yaptıklarının hesabını sordu, yanıt alamayınca engellemelere karşın sesini ABD ve Avrupa’da duyurmaya çalıştı. Bu gezileri sırasında şiirlerini geniş topluluklara okudu.

1963’te, Paris’te otobiyografik nitelikteki Yaşantım / Erken Yazılmış Bir Yaşam Öyküsü (1968) adlı yapıtını yayımlanmasından sonra ülkesinde baskıya uğradı. ABD üzerine ilk şiirlerinden derlenen Özgürlük Heykelinin Derisinin Altında adlı oyunu 1972’de Moskova’da sahnelendi. 1978’de tiyatro oyunculuğuna başladı, ertesi yıl ilk romanını yayımladı.

İnsanlık tarihi hem ne kısa hem de ne kadar uzun, dedi Yevtuşenko. “Yazılması için yüzyılların geçmesi, nice acıların çekilmesi ve unutulmaması için tarihin sayfalarına kanlı satırlarla işlenmesi gerekiyor sanki. Geçmişi konuşmak ve geçmişle yüzleşmek için yazılan insanlık tarihi, kan, gözyaşı ve katliamlardan bir türlü kurtulamıyor ne yazık...”

* * *

Kırklarda Babi Yar yaşandı, doksanlarda Srebrenitsa... Değişen ne? Her iki yer de Avrupa’nın ortası, insanlığın beşiği. İki toplu öldürüm arasında elli yıl olmasına rağmen hiçbir şey değişmedi, tüm söylemler aynı. Değişmeyen tek şey soykırım sadece.

24 Ocak 2005’de Birleşmiş Milletler’in özel oturumunda Holokost’tan kurtulan, Nobel Barış Ödülü sahibi Elie Wiesel, kendisini şöyle tanıtmıştı: “Önünüzde duran adam çok ayrıcalıklı... Avrupa Hıristiyan uygarlığı ve hükümranlığının göbeğinde, tüm hükümet üyelerinin katkılarıyla mümkün kılınan vahşi bir dikta rejiminin yarattığı, tarihte eşi görülmemiş zulmü yaşamış, yaşadıklarına tanıklık etmiş bir eğitimci, bir yazar var karşınızda. Siyasi fanatizmin zaferini ve değişik ırklara nefreti öğreten ideolojinin yarattığı dehşeti, genç bir yetişkinken yaşadı. Sayısız insanın aşağılanmasına, tecrit edilmesine, işkence görmesine ve katledilmesine tanıklık etti. Kurbanlar çoğunlukla Yahudi’ydi ama başkaları da vardı. Bu cinayetleri gerçekleştirenler alışılagelen katil, cani, eşkıya değil tersine Alman devletinin üst makamlarına ulaşmış, akademik, endüstriyel veya tıpta en üst seviyede kimselerdi (...)”

Tanık Wiesel neden söz ediyordu? “Bu Yahudi tanık sizi uyarmak için milletinin ıstırabından söz ediyor ve bunların tekrarlanmaması için alarmı çalıyor. Yoksa ölüler için çok geç kalındığını biliyor; Tanrı tarafından terk edilen, insanlık tarafından ihanete uğrayan onlar için, zafer çok geç geldi. Fakat sizin ve benim çocuklarımız için daha geç kalınmadı. Onlar için tanıklık ediyoruz. Onların geleceği için antisemitizmi, ırkçılığı, din ve kültür düşmanlığını yeriyoruz. Bugün ölüm vaazları verenlerin, intihar saldırılarını gerçekleştirenlerin insanlığa karşı işledikleri suçlardan dolayı mahkûm edilmeleri gerekiyor. Istırap insana ayrıcalık vermiyor. Ancak onu nasıl kullandığımız önemli. Geçmiş bugün oldu, ancak geleceğimiz hâlâ elimizde.”



Bugün Kiev yakınlarında yeşilliklerle dolu bir parkta yalın bir anıt var, Babi Yar Anıtı.
Nazi işgalinden önce Kiev’de yaşayan 160 bin Yahudi, sessizce vatan bildikleri bu toprakları paylaşıyor, köklerine bağlı geleneklerini sürdürüyorlardı. İşgalden sonra iki gün içinde bu kişilerden on binlercesi katledilip çukurlara doldurularak tek mezara gömüldü. Sadece Yahudiler değil. Çingeneler, Sovyet savaş suçluları, komünistler dahil olmak üzere neredeyse şehrin tamamı... Bu öldürülen Sovyet vatandaşları için devlet 1976 yılında resmi bir anıt dikti. Tam on beş sene sonra katledilen Yahudiler için ancak dikilebilen anıtsa 1991’de Babi Yar parkına yerleştirildi.

1986 yılında Türkiye’ye gelen Yevtuşenko, savaşlar, katliamlar ve dikta rejimlerine karşıt görüşleri hakkında çok konuştuğu için eleştirilmişti. Bu eleştirilere karşın yanıtı şuydu: “Öyle de olsa, bizim için geçmiş hakkında konuşmak, aslında gelecek hakkında konuşmaktır. Çok yanlışımız oldu. Fakat sosyalizmin ülkülerini uygulamaya çalışanlar da ilk biz olduk. Belki de biz o hataları, bizim yolumuzdan gelecek ülkelerin aynılarını tekrarlamasınlar diye işledik. Yaşam örneklemelere dikkatli bakmakla, onlara açık yürekli yaklaşımlarla çözümlenir.”

İnsanlık tarihi eski. Yaşadığımız geçmiş nice uzak. Aslında bugüne ne kadar da yakın duruyor geçmiş yaşantı... İnsanlık tarihi uzun olduğu kadar kısa ve o kadar da yüzyıllar istiyor yazılmak için. Ya bizim tanıklıklarımız? Ya yaşadıklarımız? Hangi dersler? Hangi acılar için ders çıkardık geçmişten? Geçmiş hakkında konuşmak, gelecek hakkında konuşmak mı gerçekten? Tanıklıklarımızı tartışmadan gelecek kurulabilir mi? Geleceğimizi kurmak için her şeyi yeniden mi yaşamalıyız? Aynı acılar, gözyaşları ve katliamlar üzerine kurulu bir dünya mı düşlemiştik? Bizler, geçmişi çok konuşmayı bırakın, konuşmuyoruz bile... Konuşursak ve geçmişimizle korkmadan yüzleşirsek güçlünün gücünden korkmamayı becerebiliriz.

Şairin Kayıp adlı şiiri de bunu söyler aslında:

“... Biz zaten böyle bir sis içinde yürüdük durduk,
Dizlerimiz kanlı ve yıpranmış.

Tanımadık anlamadık yapmak istenenleri,
Tanrı mı yoksa insanlık mı cezalandırdı geleceği.
Bağışla bizi Tanrım ve yazık bize.

Doğru mu ki henüz doğmamış bir gelecek var henüz?
Veya henüz doğmamışız geçmişlerimiz?
Ancak yeniden doğmak için acısız…”

Yevtuşenko her şeye, her olguya, özgürlüğe uzun süre kapalı kalan Sovyetler Birliği’nin sanatçısıydı. Oysa duyarlılığı tüm halkları, dünyayı ve barışı kavramıştı. İnsanlığın kardeşliğini savunmuş, bu yüzden ülkesinin duvarlarını çok önceden kırmış; özgürlük, eşitlik ve halkların kardeşliğine yürekten inanarak muhalif bir aydın olmuştu.