Bu kez destinasyonum Pakistan idi. Direkt uçuşla İslamabad… Asıl hedef, çepeçevre Pakistan kırsalında, dağlarında, doğanın cömert sunularında nefeslenmekti. Kim ne derse desin, Pandemi ertesinde niyetim, “dünya kazan, ben kepçe” diyerek, hiçbir keşif yolculuğunu kaçırmama kararlılığında ilerliyorum. Yorulana dek! Edinimlerimi paylaşırken…

Zorlu bir yolculuk muydu? Bilmem! Zor olduğu için yapmaya cesaret edemediklerimiz, aslında yapmaya cesaret edemediğimiz için zordur.


Pakistan, Türkiye’mizden az büyük, ama 230 milyon nüfusuyla dünyanın en kalabalık beşinci, en büyük Müslüman nüfusa sahip ikinci ülkesi. Tek kelime ile fakir bir halk! Bir yandan nükleer silahlı, dünyanın altıncı büyük ordusu, askeri rejim, siyasi belirsizlikler, etnik iç savaşlar, Hindistan ile bitmek bilmeyen mücadelesi, Taliban rejimin hükümranlığındaki Afganistan ile komşuluğu… Diğer yandan da dünyanın en büyük ve en hızlı büyüyen orta sınıflarından birine sahip olan Pakistan ekonomisi, ivme kazanan ekonomiler arasında addediliyor.

İslamabad…
Modern bir başkent. Eski ile yeniyi harmanlamış, çarşıları rengârenk, modern caddelerinde yükselen AVM’leri geleneksel çarşıları kadar kalabalık ve bolluk içinde. Müzesi, otantik boyamalarla süslü minibüs ve kamyonlarından başka anlatacak çok detay olmasına rağmen mimari tasarımı Vedat Dalokay* tarafından 5000 m2’lik bir alan üzerine yapılmış, 80.000 kişilik kapasitesiyle İslamabad Kral Faysal Camii şimdiye kadar gördüklerimin en büyüğü, en etkileyicisi…


Alışveriş faslını gezimizin son güne erteleyerek şehirdeki turumuzu noktalayıp dağlara doğru yola çıkıyoruz. Çeşitli bölgelerden geçerek Bamburet Nehri yakınındaki Ayun’da konaklıyoruz. Ertesi günkü hedefimiz, Kalaş Vadisi’deki Kafiristan.

Kafiristan
Kafiristan adını, bir zamanlar yerel olarak gelişmiş birikimlerle karışık antik Hinduizm’in farklı bir biçimini takip eden kalıcı kafir (gayrimüslim) Nuristanlılar’dan almıştır; böylece çevredeki Sünni Müslüman nüfusun çoğunluğu tarafından “dinsizler” anlamına gelen kafirler olarak biliniyorlardı. Farklı bir kültüre, dile ve dine sahip, son derece bağımsız bir halk olan Kalaş halkıyla yakından ilişkilidirler.

Afganistan’ın 34 vilayetinden biri olan modern Nuristan’dan Keşmir’e kadar uzanan bölge, uzun bir süre boyunca İslamlaşan ve sonunda Müslüman olmalarına yol açan bir dizi “Kafir” kültürü ve Hint-Avrupa dillerini içeren geniş bir alan olan “Peristan” olarak biliniyordu. Bölge daha önce geçici olarak okuryazarlığı ve devlet yönetimini dağlara getiren Budist devletlerle çevriliydi. Budizm’in düşüşü bölgeyi büyük ölçüde izole etti. 16. yüzyılda tamamen Müslüman devletlerle çevriliydi.


Kafiristan, Farsçada “kafirlerin ülkesi” olarak anılır. Kafir kelimesi, “herhangi bir nitelikteki bir ilkeyi kabul etmeyi reddeden ve mecazi olarak İslam’ı kendi inancı olarak kabul etmeyi reddeden bir kişi” anlamına gelir; İngilizceye genellikle “inançsız” olarak çevrilir. Kafiristan’da, 1895-1896’da İslam’a dönüşmeden önce bir tür antik Hinduizm’i takip eden insanlar yaşıyordu.

Giysi ve gelenekleriyle Pakistanlılardan farklı olan ve Büyük İskender’in kayıp askerlerinin ailelerinden olan Kalaşlar’ın sadece müze ve evlerini, mezarlıklarını gezecek, şaraplarını tadacakken gezimizin büyük sürprizi, onların geleneksel festivallerine rast gelmek oldu. Yediden yetmişe bütün çevre yerleşimlerinden, daha doğrusu yaşam sürdürdükleri üç vadiden gelen Kalaş halkının sergilediği manzara etkileyiciydi. Yerel danslar, öz çekimler, sohbetlerle dopdolu. Çoğu İspanyol, İtalyan, Fransız turistle izlediğimiz bu etkinlikten kopup ayrılmak zor oldu…

Yola çıkmalıydık, çünkü özellikle o bölgede ve daha sonralarında da keşfedeceğimiz gibi, büyük şehirlerin dışında bizim bildiğimiz ölçekte - yol yok! 4X4 cipler ve göz yaşartıcı ustalıktaki şoförler bizim hayat sigortamızdı.


KALAŞLAR
Benzersiz bir kültürü olan Kalaşlar çoktanrıcı çeşitli etnik gruplardan farklıdır. Doğa onların günlük hayatlarında manevi açıdan önemli bir yere sahiptir. Dinî geleneğin bir parçası olarak, üç vadinin sunduğu bolluğa şükretmek için kurbanlar sunulur, festivaller düzenlenir. Kalaş folkloru ile mitolojisi antik Yunan ile ilişkilendirilir. Ancak gelenekleri Hint-İran (Veda ve ön-Zerdüşt) gelenekleriyle benzeşir. Kısaca, bir Helen-Hint-İran karma kültürü olarak açıklanabilir. Bir görüşe göre Kalaşlar Büyük İskender’in askerlerinin torunlarıdırlar. Dilleri, Hint-Avrupa dil ailesinin Hint-Aryan grubundan Kovar dili…
Kalaş kadınları genellikle sık sık deniz kabukları ile işlemeli uzun siyah elbiseler giyerler, bu yüzden de “kara kafir” olarak anılırlar. Erkeklere gelince, onlar Pakistan şalvarını giyerler.
Çevredeki Pakistan kültürünün aksine, erkek ve kadın arasında katı tutum takınılmaz. Adet gören kız ve kadınlar kendi “saflık” durumlarına avdet edene kadar “Başaleni” denen köy içindeki binada kalırlar.
Kalaşlar ölülerin geri döneceğine inandıklarından cenazelerini gömmüyor, yılın soğuk geçtiği iklimlerinde tabutlar içinde toprağın üzerinde bırakıyorlar. Ölenin iyi bir yere gittiğine inandıklarından cenaze törenlerinde dans ediliyor, cenaze sahiplerine para takıyorlar. Takılan paralarla bir gün sonra halka dağıtılacak yemek için alışveriş yapılırken yemeğe gelmemek hakaret addediliyor.


Dünyanın en tehlikeli yolu Karakurum Geçidi
Pakistan ve Çin’i birbirine bağlayan Karakurum Geçidi, dünyanın en tehlikeli yolları arasında gösteriliyor Pakistan ve Çin’i birbirine bağlayan Karakurum Geçidi, dünyanın en tehlikeli yolları arasında gösteriliyor. Pakistan’ın Pencap eyaletindeki Hasan Abdal bölgesinden başlayan yol, sırasıyla Hayber Pahtunhva, Azad Cammu Keşmir ve Gilgit-Baltistan’ı geçerek Çin’in Sincan Uygur Özerk Bölgesi’ne bağlı Kaşgar’a uzanıyor.

Bütün yolculuğu en değerli kılan Pakistan’ın misafirperver, güler yüzlü, güzel gönüllü insanları kadar, doğasıydı. Bazı şeyler vardır, anlatılmaz - sadece yaşanır! İşte böylesineydi dumanlı dağlar; Hindi Kuş Dağları… En yüksek noktası 7708 metrelik Tiric Mir Doruğu ile Hindi Kuşlar, Tibet sınırında Karakum Dağları’ndan ayrılır ve güneşe doğru uzanarak Afganistan’da Kabil’in kuzeybatısına doğru yol alır. Volkanik bir toprağı vardır. Acaba bölgeye yabancıların bu topraklara ilgisi, dağın bünyesinde taşıdığı zümrüt ve yakut gibi değerli taşlar mıdır, dersiniz?

Karakurum, Himalaya, Hindi Kuşlar… Adeta asırlardır hareket halindeler, depremler ve sık sık yaşanan heyelanlar bir yana, devamlı bedenlerinden kopan taşlar, kayalar, hani olmayan yolu tıkayanlar... Bu heybetli dağların aralarından geçen, çoğu kez özellikle muson yağışlarında halkını sellere maruz bırakan debisi yüksek, azgın nehirler... Dağlardan biteviye akan sular…

Kadim kent Peşaver
Hayber Geçidi’nin 15 km güneyinde yer alan Peşaver, stratejik konumu itibarıyla önemli, kadim bir kent. Adı “sınır kenti” anlamında. Geçmişte İpekyolu’nun önemli duraklarından biriydi. Afganistan ile sınırdaş olan Peşaver’e vardığımızda artık o muson yağışının, o selin halkını nasıl bir bedel ödettiğine tanıklık ediyoruz. Evleri yol seviyesinin altında olan neredeyse bütün halk çadırlarını otoyola kurmuş. Çadır denebilirse tabii… Gerçek anlamda doğanın gazabına uğramış bu fakir halkın görüntüsü yürek parçalayıcı oldu.


Tarih kitaplarında okuduğumuz Hayber Geçidi’nin önünde fotoğraf çektirdikten sonra bölgenin silah ve esrar deposu olma niteliği yüzünden acele ederek oradan uzaklaşıyoruz. Çünkü geçidin ardında olan Afganistan ve Taliban…

Taliban’ın izdüşümünü Peşaver’de izlemek, burkalı kadınlara tanık olmak elbette üzücü. Aklıma Malala Yusufzai geliyor… Taliban’ın zulmünden kurtularak kadınların eğitimi konusunda çalışmalarıyla tanınan Pakistanlı aktivist Malala, 2014 yılında Nobel Ödülü’nü kazanan en genç kişi olmuştu.

Satırlara sığmayacak kadar deneyimin ardından başkent İslamabad’a dönüyor, şık bir AVM’deki alışveriş faslından ve nezih bir lokantada yenen akşam yemeğinden sonra havaalanına ve evlerimize dönüyoruz. Grubumuzu maceradan maceraya taşıyan deneyimli rehberimiz Fatih Tolga Babaoğlu ve en zorlu şartlarda çevresine ışık saçan genç yerel grup lideri Ejaz Hussain’e şükranla…

*Dip Not: Vedat Dalokay (1927 – 1991), Türk mimar ve siyasetçi, eski Ankara Belediye Başkanı.