Fotoğraflar: Suzan Nana Tarablus

Pandemi’nin hafiflediği günlerde gezdiğim bir ülkeyi - İzlanda’yı anlatmak istiyorum.
Buzullar arasında gizlenen aktif volkanlar nedeniyle “Ateş ve Buz Ülkesi” olarak bilinen, %100 yenilenebilir enerjinin kullanıldığı dünyanın en yeşil ülkesi, Arktik Okyanus’ta en yakın komşusu Grönland olan İzlanda, Atlantik fayında dev bir tektonik tabakanın ikiye ayırdığı yerde, iki düzineden fazla aktif volkanıyla, dünyadaki sismik olarak en aktif bölgelerden biri.

Üç arkadaş ve bize eşlik eden genç bir şoför/rehber hanımla yolculuğumuz, Mart ayındaydı, her yer beyaz ve buz iken nice ilkleri deneyimledik. Doğa gezilerimizin birinde, hayatımda ilk kez bir buzulu - Skógar’ı görmek nasibimdi, kramponlu ayakkabılarla, elbette. Gençlerden oluşan gruplar ise, özel teçhizatla buzul tırmanışları gerçekleştirirken iklim krizinden erimeye yüz tutmuş buzulun sancılı varoluşuna tanıklık ettik. Haukadalur’da dev bir gayzer olan kesintili bir biçimde sıcak su ya da sıcak buhar fışkırtan, kükürt yayan kaynarca Geysir’i ziyaret, ilginç bir deneyimlerden bir diğeriydi. Geysir, İzlanda dilinde, fışkırmak anlamında. Volkanoloji literatürüne İngilizceden “gayser” olarak geçmiş, kesintili bir biçimde sıcak su ya da sıcak buhar fışkırtan, kükürt yayan kaynarca. Ülkeyi en çok betimleyen bunlar… İzlanda bayrağındaki beyazın buzulları, kırmızının yanardağları ve mavinin gökyüzünü temsil etmesi de böylesi bir doğaseverliğin sembolü.


Reykjavík'in kalbindeki Hallgrimur Kilisesi

Dünyanın en büyük volkan adası
Tabiattaki en keskin ve en çarpıcı çelişkinin ne olduğunu anlamak, sanırım sadece İzlanda’da olası… Çırılçıplak, bitkisiz, ağaçsız bir doğa, karanlık kışlar, yaz güneşi… %10’u buzullarla kaplı bu ülkenin tamamında toplam 130 tane volkan bulunuyor. Dünyada en fazla jeotermal hareketliliğe sahip İzlanda, dünyanın en büyük volkan adası. Merakımı yıllardır tetikleyen, ateş ile buzun yan yana olduğu bu ada ülkesinin toplam nüfusu 350.000, halkının %60’ı başkent Reykjavik’te yaşıyor. Dünyanın en az nüfusa sahip 7. ülkesi. İkinci büyük şehri ise 15.000 kişilik nüfusu ile Akureyri, filmlerden fırlamış, ak pak model bir şehir. Zaten şehir olarak adlandırılan yerleşimler, bizim mahalle kavramlarımızdan bile hayli uzak. Sadece başkent Reykjavik, kendine has evlerinin yanı sıra, bir elin parmakları misali, uluslararası şirketlerin konuşlandığı birkaç yüksek bina, gökkuşağı renklerine boyanmış alışveriş caddesi, kilisesi, turistik otelleri, tarihî idari binalarıyla bizim alışageldiğimiz gibi olmasa da, bir “şehir” kıvamında. İlginçliklerden birine de, 200’den fazla hayvan penisinin sergilendiği İzlanda Phallological Müzesi‘ne başkent Reykjavík ev sahipliği yapıyor.

Otel demişken… Boyut itibariyle Macaristan ve Portekiz’den daha büyük olan İzlanda’da, turizm son 15 yılda ekonomik açıdan önemli ölçüde büyüdü. 2016’da yapılan araştırmaya göre, turizm endüstrisinin, İzlanda GSYİH’sına yaklaşık yüzde 10 katkı sağladığı tahmin ediliyor. Servis sektöründe çalışan Orta Avrupalı - Polonyalı ve Macar çalışanlarla sohbetlerimizde anlatılana göre, milyonlarca turistin ziyaret ettiği İzlanda turizmi, Pamdemi’yle sekteye uğradı. Bu arada, hava limanı Keflavik’ten itibaren Türk turistlere rastlamak bizi hiç şaşırtmadı. Zaten genç grupların dışında, İzlanda’yı ziyaret edenler çoğunlukla kendi başlarına ya da bizim gibi kiralık bir otomobilde rehberle dolaşan kısıtlı sayıda gezginciler…


Kuzey Işıkları

Öğrendiklerim…
Yalnızlık…. Biraz da kasvet… Âdeta dünyadan yalıtılmış bu masal diyarı zengin ve canlı bir kültürle yoğrulmuş. İzlandalı kâşif Leif Erikson Kuzey Amerika’yı Christopher Columbus’tan yaklaşık beş yüz yıl önce keşfetmiş, bu bilgiyi ilk kez duydum…
Ülkeye ilk yerleşenler, MS 870 yılında İskandinav kâşifler.
İzlandalı Vikingler, cesur kâşifler ve savaşçılardı, İngiltere ve Fransa’daki kıyı köylerine saldırdılar ve Grönland’ın bazı bölgelerine de yerleştiler.
930 yılında kurulan İzlanda Parlamentosu Althing, dünyanın en eski parlamentosu.
İzlandalı Vigdís Finnbogadóttir dünyada demokratik olarak devlet başkanı seçilen ilk kadın. Finnbogadóttir 1980-1996 yılları arasında İzlanda cumhurbaşkanı olarak görev yaptı. NATO’da sürekli ordusu olmayan yegâne ülke olan İzlanda’nın dili, son bin yılda çok az değişmiş. Bu nedenle, okul çocukları bile MS 12. yüzyılın başlarında yazılmış İzlandaca metinleri okuyabiliyorlar.
İzlanda, yeni doğan çocukların isim seçimlerini geleneksel İzlanda isimleri listesiyle sınırlayan katı adlandırma yasalarına sahip. Listede olmayan isimleri seçen ebeveynler, bu isimleri İzlanda Adlandırma Komitesi’ne onaylatmalı.

Asırlardır en önemli geçim kaynağı: Balıkçılık
İzlanda’nın çevresini saran Kuzey Atlantik suları, tarihten bu yana bu ülkede yaşayanlara balıkla geçinme imkânı sunmasıyla biliniyor. Vikingler İzlanda kıyılarına ayak bastıklarında düşük kaliteye sahip toprağı ve uzun süren karanlık kış mevsimi nedeniyle, uyum sağlamak adına güvenebilecekleri ve geçimlerini sağlayacakları tek şeyin balık olduğuna karar vermişler. İzlanda’yı dolaşırken tüm kıyı kesimlerinde kiliselere rastlıyoruz. Minik kiliseler resim gibi, şaşırtıcı şekilde yapayalnız ücra tepelerde. Bunlar balıkçıların balığa çıkmadan önce işlerinin rast gitmesi için dua ettikleri son yerler. İzlandalıların yaklaşık %5’i geleneksel İskandinav dini Ásatrú’ya inanmakta… İzlanda MS 1000 yıllarında Hristiyanlığı kabul etmiş. Bu ani kültürel değişim, Vikinglerin keşif ve yağma döneminin sonu olmuş.


…Ve rengârenk yılkı atları
Game Of Thrones dizisinin büyük bir bölümü İzlanda’da çekilmiş. Doğasında yolculuk yaparken, beyaz örtünün altında sadece kendine has bir yosunla kaplı bir kırsal düşünün: Stepler… gibi… Boşluğun, insansızlığın verdiği engin bir sonsuzluk duygusu içinde yol alırken, doğada görünür olan tek canlılar, insanın en kadim dostu İzlanda’nın rengârenk atları. Çok özel bir binek Pony atı olan İzlanda atı, dünyanın en eski safkan at ırklarından biri. Bu ata yaklaşık 1.000 yıldır başka bir at melezlemesi karışmamış. Beş yürüyüşlü at olarak da tanımlanan atın izleri Vikinglere kadar dayanır. Önceleri hiç at popülasyonu bulunmayan adaya, MS 860-935 yılları arasında İskandinav ülkelerinden, Batı İskoçya adalarından, Faroe adalarından gelen yerleşimciler beraberlerinde Shetland, Connemara, Asturian, Highland, Norveç Fijord ve Faroe Pony atlarından getirmişler. MS 982 yılında İzlanda Parlamentosu tarafından çıkarılan bir yasa ile dışarıdan at ithal edilmesi yasaklanmış ve bu atların doğal ortamlarındaki üremelerinden oluşan yeni at ırkının saflığı korunmaya çalışılmış. Bu safkan atlar yalın İzlanda doğasının en büyük armağanı….

Hayaletler, elfler, troller
Bizim de kültürümüzdeki gibi, İzlandalılar da kötü şansı önlemek için tahtaya vuruyorlar, ancak bunu 7, 9 veya 13 kere yapmak âdetmiş. Aslında inanç demişken yadsınamayacak bir konu da mitolojilerinden günümüze ulaşmış efsanelerden söz etmeden geçemem. İzlanda mitolojisi genellikle elfler, hayaletler ve troller gibi büyülü yaratıklarla iç içe. Günümüze kadar süren, elflere olan yaygın bir inanç nedeniyle, yol inşaatları zaman zaman ertelenmekte ve hatta geleneksel elf topraklarını korumak için yeniden yönlendirilmekte. İzlanda’nın eşsiz kaya oluşumlarının, genellikle taşa dönmüş troller olduğuna inanılıyor. Troller bir zamanlar Nordik efsanelerinin en korkutucu yaratıklarıymış… Nordik mitolojisinde dünyanın sonunu anlatan efsanevi Ragnarök Savaşı’nda* devler gibi tüm dünya dışı yaratıklar ile birlik olup tanrılara karşı şeytani bir şekilde savaşmışlar.

Troller diğer yandaşlarından farklı olarak daha yavaş hareket eden fakat vahşice diğerlerinden daha fazla kan isteyen bir şekilde gelişmişler. Antik Nordik masallarında troller çok akıllı olmayan, yavaş ama anında sinirlenebilen dev yaratıklar olarak tasvir edilmiş. Eğer dikkat etmezseniz sizi ve tüm büyükbaş hayvanlarınızı kolayca havaya kaldırabilecek güçte olan troller hem zevk hem de yemek için kadın, çocuk ve hayvan kaçırmayı çok severlermiş fakat daha sonra yazılan masallarda ise troller uzak dağlarda mutlu, sessiz bir hayata sahip, işleri güçleri çiftlik hayvanları ile uğraşmak olan yaratıklar olarak betimlenmiş. Hatta bazı masallarda dişi troller sıklıkla erkekleri cezbederek mağaralara götürürlermiş. Daha sonra da rivayete göre yarı insan yarı trol yavrularını şehirlerde normal insanlar gibi yaşatmaya çalışırlarmış. İzlanda nüfusunun hani neredeyse tamamı, efsanelerdeki elflerin, trollerin, devlerin ve cücelerin varlığına inanıyorlar. Bu nedenle de bu yaratıkların yaşadıklarını düşündükleri doğaya, doğal güzelliklere, onları rahatsız etmemek için çok fazla saygı ve özen gösteriyorlar. Ayrıca bugün ülkede inşaat yapmak istendiğinde önce eski masallara bakılarak orada efsanevi yaratıkların yaşayıp yaşamadığı kontrol edilmeden inşaata başlayamıyorlar. Hatta bu sebeple durdurulan inşaatlar bile var!



İzlanda’nın polisiyeleri
Bana kalırsa polisiye kurguların yazarları için müthiş bir atmosferdir, İzlanda. Türk okurun da tanış olduğu “Hipotermi”nin yazarı Arnaldur Indridason romanları Kuzey polisiyelerinin kendine özgü bütün özelliklerini barındırıyor: Kuzeyli yapıtların pek çoğunda görmeye alışık olduğumuz şiddet dolu sahneler barındırmayan ama sürükleyicilik ve gizem çizgisinden asla ödün vermeyen… Gizem dolu cinayetler, derinlikli karakter betimlemeleri, toplumsal sorunlar karşısında takınılan gerçekçi duruş ve kasvetli, soğuk mekânlar… Ölümden sonra yaşam…

* Ragnarök, tanrılar ile devler arasında çıkan savaş sonucu dünyanın sonunun gelmesi ve kıyametin kopması anlamına geliyor.