KİTAP / SÖYLEŞİ - Elif Aydoğdu


Fotoğraflar: Özlem Tuna

Hangimiz daha deliyiz bilmiyorum. Pandemide eve kapanmış, izlenecek tüm filmleri izleyip, bol bol kitap okudukça yazma isteği duyup kendisiyle söyleşen İzel Rozental mi, yoksa önüne konan yüzlerce sayfayı okuyup anlatılan hemen her konuyu merak edip, meraklısı olduğu çizgi dünyasına dalarken dağılmamaya gayret eden kitabın editörü ben mi?

İzel Rozental’in yeni kitabı Benim Karikatürlü Evrenim, Kırmızı Kedi Yayınları’ndan çıktı. Kendisi bir koltukta hayatı boyunca çok karpuz taşımaya çalışanlardan, ama taa çocukluğundan beri bırakmadığı tek şey ‘çizgi’ denebilir.


Öyle ki, çizgi sevdası onu 1991’de Şalom’da haftalık çizmeye, dergilere, albümlere, sergilere, ülkenin usta çizerleriyle dostluğa, ardından dünyanın dört bir yanından karikatüristlerle ortak projeler üretmeye, hatta Açık Radyo’da her pazartesi Haftanın Karikatürleri adlı programı yaklaşık beş yıl boyunca hazırlayıp sunmaya kadar getirdi. Sadece Türkiye’de değil, dünyanın dört bir yanında çizilen karikatürleri inceleyip her hafta seçtiklerini anlatmak da az deli işi değil… Kitabın önsözlerinden birini kaleme alan Semih Poroy, “Karikatürde dünya ölçeğinde neler olup bittiğini, kimlerin neler çizdiğini öğrenmek isteyen bir meraklı, bence ülkemizde bunun en yetkin bilgisini İzel Rozental’den edinebilir” diyerek tam da bu konuya işaret ediyor.

"Benim Karikatürlü Evrenim", İzel Rozental’in hem kendi çizim serüvenine bakıyor, hem de Türkiye karikatürünün iz bırakmış ustalarıyla olan dostlukları aracılığıyla çizgi dünyamızın son 40 yılına da tanıklık ediyor. Dünya çizerleri ile kurduğu yakın ilişkiler, Cartooning for Peace çatısı altında Ortadoğu’da barış için, kültürlerarası diyaloğun önemini vurgulayan sergiler, söyleşiler sırasında başına gelenlere adeta bir film izler gibi sizi de ortak ediyor. Bunda Rozental’in esprili, kendiyle dalga geçen, karşısındakine takılan, hayatı hafifleten anlatımının büyük payı var. Önsözlerden birini yazan Tan Oral, kitabın bu yönünü özellikle vurguluyor: “Karikatür toplum vicdanının sesidir derler. Çizer duygu ve düşüncelerini paylaştığı kadar içinde bulunduğu toplumun sorunlarını, eğilimlerini, giderek kaderini de mizah yoluyla kâğıda geçirir, tartışmaya açar. Kitap boyunca kendini sorguya çeken çizerin samimi yanıtları, kitabın adından da anlaşılacağı gibi onun çizgisel evreninin gerçekçi envanterini oluşturur. Kitap belgesel bir film tadında renkli, ayrıntılı, neşeli bir akışla İzel’i yakından izliyor.”

“Karikatürcü hem şifacıdır hem de gazeteci.
Çizgileri ruh sağlığına iyi gelir.”

Burada İzel Rozental ile konuşup kitabın içinde küçük bir gezinti yapalım...

İzel önce hayırlı olsun 19. kitabın... Pandemide ekmek yapmak, çalışma odasını düzenlemek, arşivi elden geçirmek dururken sen oturup kendinle söyleşmişsin. Nasıl bir kitap fikrine dönüştü bu süreç?
Teşekkür ederim. Aslında fikir tamamıyla annemden geldi. Fransa’da sanal ortamda yayınlanan France-Cartoons dergisine arada Fransızca Türk ve dünya karikatürü hakkında makaleler yazıyorum. Annemin Fransızcası, özellikle de vokabüleri, benimkinden iyidir. Yazdıklarımı gözden geçirmesi için ona gönderiyordum. Pandeminin ilk aylarında bu işe biraz daha hız verdim. Annem de bu sayede karikatür dünyasıyla haşır neşir oluverdi. Sonra, günün birinde, “Bu yazdıkların çok ilginç, neden herkesin okuması için kitap haline getirmiyorsun?” diye beynime nüfuz etti. Hemen o anda fikri benimseyip işe koyuldum, oysa sandıkta bu kadar çok yazı biriktiğini fark etmemişim. Bunların hepsini bir kitap içinde toparlayıp bir araya getirmek mümkündü, fakat sonuç kötü olacaktı. Kitap, eklektik ve ‘ben bunu da yazdım, şunu da yazdım’ diye bağıran sıradan bir makaleler dizini olacaktı. Halbuki her birini kaleme alırken o anki duygularımı da olabildiğince yansıtmıştım. O zaman aklıma, bu yazıların bir bölümünü kurgulamak, bazılarını da aralara uyarlamak gibi bir fikir geldi. Bunun üzerine kendi kendimle söyleşmeye başladım. Bir kere başlayınca insan duramıyormuş! Sonunda o yazıların çoğu -o da senin sayende tabii ki!- kitabın dışında kaldı. Bazılarına kitabın içinde, söz edildikleri yerlerde QR kodlar vererek okurun sanal olarak ulaşmasını sağladık. Fakat kitabın tamamı iki buçuk yılda sıfırdan yazıldı diyebilirim. Bunda senin de payın büyük tabii.


Elif Aydoğdu ve İzel Rozental

Karikatür dünyasında hızlı değişimler yaşandı. İlk sayfasında karikatüre yer veren gazete geleneği neredeyse son buldu. Editoryal karikatür bitiyor mu tartışmaları yapılıyor. En son Uykusuz dergisi kapandı. Neler oluyor?
Uykusuz dergisinin kapanması mizah dünyamıza inen son darbe. Fakat bence gazete karikatürüyle, yani editoryal karikatürle dergi karikatürünü birbirine karıştırmamak gerek. İkisi çok farklı şeyler. Mizah dergileri ihtiyaçtan doğdu. İhtiyaç kalmayınca, internet kanalıyla sosyal medya onların yerini alınca yayın dünyasından bir bir çekildiler. Bu yalnız ülkemizde değil, dünyada da böyle oldu. Gazete karikatürüne gelince, o bambaşka bir sorun. Şüphesiz kâğıda basılan gazeteler de dergiler gibi aynı ekonomik ve finansal sorunları yaşıyor. Fakat orada çok önemli bir faktör daha var: Okur tepkisi. Editoryal karikatür, okurun genellikle ilk baktığı yerdir. Eskiden karikatürden hoşlanmadığında, kızdığında -ki karikatür kızdırır- söylenir geçer, üzerinde pek durulmazdı. Editöre mektup yazanlar nadirdi. Şimdilerde öyle mi? Akıllı cep telefonu elden düşmüyor, klavye parmağın ucunda. Editörler anında mail bombardımanına tabi tutuluyor! Yetmiyor, sosyal medyada organize linçler başlatılıyor! Bir karikatür için bunca sıkıntıya katlanılır mı? Kaldırırsın karikatür köşesini olur biter…


Çizgi serüvenini anlatırken bazı çizerler, gazete ve dergiler tarafından, kimi zaman “öteki” olarak tanımlanmışsın. “Peki ama ben kimlerdenim” diye sormak zorunda kaldığın anlar olmuş. Bunlarla nasıl başa çıkıyorsun?
Üzülüyorum tabii. Ama ‘ben kimlerdenim’ sorusunun cevabını bilmek bana teselli oluyor. Ya bilmeseydim? Elimden geldiğince ‘sen bizden değilsin’ anlayışıyla mücadele etmeye çalışıyorum. Adımı değiştirmedim, gizlenmedim. Çizdiğim ve yazdığım gazetenin adını -Şalom tabii- her ortamda dile getirmeye çalışıyorum. Amacım “öteki” kavramının anlamını sıradanlaştırarak her ferdin başkalarına göre biraz “öteki” olduğunu hatırlatmak.

“Karikatürcü hem şifacıdır hem de gazeteci. Çizgileri ruh sağlığına iyi gelir” deyip ‘sınır tanımayan karikatürcüler’den söz ediyorsun? Bir örgüt mü? 😊
Aman dikkat, bunlar bir örgüt değil tabii ki! Karikatür çizmek bu kişilerin ruhlarına işlemiştir. Çizemeyince huzursuz olurlar. Gece bir anda uykudan uyanır, çizim masasının başına geçiverirler. Rüyada tasarladıkları karikatürü zihinlerinde silinmeden kâğıda geçirmek isterler. Masada yemek yerken bile önlerindeki beyaz örtülere, peçetelere, hatta tabaklara dahi karikatür çizerler. Durmazlar, durduramazsın onları, sınırları yoktur! Gözlemlemeyi bildikleri, gördüklerini yansıttıkları için iyi birer gazetecidirler. Haliyle de çizdikleri ruh sağlığına iyi gelir, bir izleyici olarak ‘adam tam da düşündüğümü çizmiş’ deyip rahatlarsın. Yani şifa bulursun.


Kitaptaki etkileyici anekdotlardan birini okurlarla paylaşalım mı? Cartooning for Peace tarafından İsrail ve Filistin’de tekrarlanan sergi sırasında Cezayirli çizer Ali Dilem’in sizi kurtardığı anları gerilim filmi gibi okudum.
Senin gerilim filmi gibi okuduğunu ben birebir yaşadım! Cartooning for Peace oluşumuna bağlı on beş çizerle bir dizi etkinlik için İsrail ve Batı Şeria’daki bazı kentleri kapsayan bir turnedeydik. Betlehem (Beytüllahim) Filistin özerk bölgesindedir, Hıristiyan dünyası için İsa’nın doğduğu kent olarak bilinir. Kentte bir sergi açmış, panele katılmıştık. Çıktığımızda hava kararmıştı. Bizi Kudüs’e götürecek olan otobüse binmeden, aramızdan biri “Buraya kadar gelmişken İsa’nın doğduğu yeri görelim” dedi. Dört kişi -aralarında ben de vardım- sürüden ayrıldık. Küçük kiliseyi hemen bulduk, dar bir çıkmaz sokağın ucundaydı. Hızlıca bir göz attıktan sonra otobüse binmek için yürümeye başladık. Ancak bir tuhaflık vardı. Çevremizde gençler birikmeye başlamıştı. Sessizce bizimle birlikte yürüyor fakat giderek saflarını sıklaştırıyorlardı. Biz adımlarımızı hızlandırdıkça onlar da hızlanıyordu. Resmen kuşatılıyorduk! İşte o anda Cezayirli çizer Ali Dilem’in -oldukça iri bir arkadaştır- bir hışım otobüsten inerek bize doğru koştuğunu fark ettik. Ali, Arapça birtakım şeyler haykırarak bizi kuşatan insan çemberini yardı ve aramızda bulunan Shay Charka adındaki ufak tefek İsrailli arkadaşımızı kucakladığı gibi otobüse taşıdı. Bunu yaparken sürekli Arapça bağırıyordu. Bizi kuşatan gençler şaşkındı, Ali’ye ve bize yol verdiler. Otobüse biner binmez Ali sürücüye seslendi: “Gazla çabuk!” Olayı sonradan çözdük. Meğer İsrailli dostumuzun başında firketeyle tutturulmuş minik bir kipa varmış. Filistinli gençler her ne kadar Hıristiyan turistlere toleranslı davranmayı alışkanlık haline getirmişlerse de, Yahudiler için henüz aynı duygulara sahip değillermiş. Meğer Ali sayesinde küçük bir linçten kurtulmuşuz! Sakinleştikten sonra Ali’ye gençlere ne söylediğini sordum. “Arapça bildiğim bütün ağır küfürleri sıraladım. Başka türlü onlara kendilerinden olduğumu kanıtlayamazdım! Beni dinlemezlerdi” dedi! Verilmiş sadakamız varmış…