Fotoğraflar: Teri Erbeş

Uzunca bir süre önce idi. İlk röportajımı yapmış, Şalom’un kapısından giriyorum. Beni “kıdemli” iki kişi karşılıyor. Nana Tarablus ve Lizi Behmoaras. Her ikisi de hayatımda ne denli önemli bir rol oynayacaklarının farkında değil. Ben bile her ikisi ile bugüne kadar uzanacak dostluğun kapısından girdiğimi düşünemiyorum. Zaman akıyor ve bugün yazdığı her kitabı okuduğum Lizi ile yeni kitabı hakkında bir röportaj gerçekleştiriyorum. Kitabın adı “Köpük”. Kapağında bir köpek resmi var. İçeriğini anlatmak istemiyorum ama ilginç tespitlerle dolu olduğunu söyleyebilirim.

Yazdığın tüm kitaplar yankı uyandırdı. Hepsi ayrı ayrı araştırma gerektiren eserler. Konularını hangi kritere göre seçiyorsun?
Bu soruna çok net bir yanıtım olacak: Bir konuyu seçerken en önemli kriterim, onu yazma amacıyla içine dalınca bundan mutluluk duymamdır. Toplumu ilgilendirir mi, çok okunur mu sorularını kendime sormam daha sonra gelir; zaten ben sormasam bu işi yayın yönetmenim fazlasıyla üstlenir, zira doğal olarak mutluluğumdan çok kitabın satışıyla ilgilenir.


Bir gazeteci, araştırmacı yazarı, biyografilerin vazgeçilmez kalemi, dönem romanlarının beğenilen kalemi Lizi Behmoaras bu kez bir köpeğin dilinden insan olmayı sorguluyor. Neden köpek?
Bu güzel sözlerin için teşekkürler. Hangi yazar onları duymaktan mutluluk duymaz ki! Umberto Eco’nun, çok doğru bulduğum için hep alıntıladığım bir sözü vardır: Yazarın okura eseriyle sunduğu, mutlaka cevap isteyen bir aşk mektubudur. Gelelim sorunun yanıtına: Birkaç yıl önce kaybettiğim “goldenretriever” cinsi köpeğim Köpük’ün anısına, bizleri ve son günlerini anlatacağı bir kitap yazmak istiyor, başka işler araya girince projeyi hep askıya alıyordum. Aslında hayvanları konuşturmak, 17. yüzyılda La Fontaine’in Masallarından bu yana çok kullanılan bir yazım tekniği. Bu yöntemi birkaç katmanda incelersek, öncelikle hem yazması hem okuması bence çok keyiflidir; ayrıca bu duyguları bizden farklı ifade etseler de bizim gibi seven, sevinen, üzülen, öfkelenen, acı çeken, mutlu olan hayvanları daha iyi anlama için bir çaba gibi görülebilir. Son olarak hayvanları konuşturarak (ya da yazdırarak) etrafa pek çok mesaj verilebilir. Dahası, konuşan hayvan, konuşmaları ve duruşuyla simgesel bir rol oynayabilir. Köpük’ü roman yazarı yapmamdan önce, kitabın ikinci kahramanı kedi Mesut da Habertürk’te benim vasıtamla köşe yazarı olmuştu. O zaman da şimdi de ders verir bir tavır takınmadan, onların aracılığıyla hayvanlarla ilgili farkındalık yaratmaya çalıştım. Mesut’a Köpük’ten daha dobra dobra bir yazı tarzı vermiştim, Köpük’e ise çok daha romantik satırlar yazdırdım.

Bu kitabın yazılış sürecini anlatman mümkün mü?
Kolayca ve hızlı yazdım, ki bu bende pek vaki değildir. Sona doğru biraz da hüzünlendim ama çok değil, zira köpeklerin bize göre kısacık bir yaşam süresi olduğuna hepimiz baştan hazırlıklıyız.

Köpeklerin madde aramada kullanılmaları hakkında ne düşünüyorsun? Aynı zamanda diğer hayvanların da denek olarak kullanılmaları seni rahatsız ediyor mu?
İnsan yaşamı ve sağlığı ile hayvan yaşamı ve sağlığı arasında ilki tabii ki tercihimdir. Kaldı ki, köpeğin madde araması için onun bağımlı hale getirilmesi artık kullanılmayan bir yöntem. Haliyle karşı olmam için bir neden yok. Laboratuvarda denek olarak kullanılmalarına gelince, bu sadece yeni bir köpek maması ya da ilacı denemek içindir ve bu deneyler belli kurallara göre yapılır... İnsanı ilgilendiren deneylerde ise günümüzde, duygusal değil de teknik nedenlerden dolayı kedi köpek gibi evcil hayvanlar yerine en çok kobay denen büyük fareler kullanılır ve bu da onların acı çekmelerini önleyen çok sıkı kurallar çerçevesinde yapılır. Bildiğim kadarıyla söz konusu kurallara uyulup uyulmadığını kontrol etmek için Hayvanları Koruma Derneği üyelerinin laboratuvarlara zaman zaman baskınlar düzenledikleri olur.


Feride Petilon ve Lizi Behmoaras

Köpekler son depremde gene başrolü oynayarak arama kurtarma çalışmalarında görev aldılar. Bu konuda ne düşünüyorsun? Köpeklerin sezgileri bu denli kuvvetli mi?
Doğrudur, ülkece yaşamakta olduğumuz bu felakette, köpekler vazgeçilmez unsurlar. Sezgilerinden dolayı mı yoksa aldıkları eğitimden mi, tartışılabilir. Zira madde olsun, bomba olsun veya canlı ya da cansız insan bedeni olsun, onları bulmaları için eğitim hep aynıdır. Koku alma duyuları bizimkinden kat kat güçlü olduğunu hatırlatayım. Köpek öyle yöntemlerle eğitilir ki, koklayarak aradığı her neyse onun oyuncağıdır ya da bulursa ödül alacağı bir nesnedir ve her şeyden önemli, bulması sahibini mutlu edecektir. Yani bilimsel olarak sezgi pek söz konusu değil.

Ancak ben köpeklerde ve çoğu hayvanda, iyiyi kötüden, zararlıyı zararsızdan ayırabilen ve bilimin açıklayamadığı bir “duyu” ya da “sezgi” olduğuna inananlardanım. Buna bir örnek de verebilirim. Köpeğim Köpük’ün, on dört yıllık hayatının son beş yılında çok sevdiği oğullarım yurt dışında yaşıyorlardı; tatil için geldiklerinde onları müthiş bir coşkuyla karşılardı. Bu gayet doğaldı. Ancak çözemediğimiz ve her gelişlerinde tekrarlanan şöyle bir davranışı vardı: Biz Paşalimanı’nda oturuyoruz. Birini ya da ikisini getiren araba, Beylerbeyine (3 km mesafeye) vardığında Köpük kuyruğu havada kapıya koşar, burnu sürekli hareket halinde önünde nöbet tutar, sevinçten nerdeyse titreyerek ve kesik kesik havlayarak onları karşılamaya hazırlanırdı. O mesafeden koku almasına imkân yoktu. Bizler de özellikle sabırsız ya da aşırı sevinçli görünmemeye özen gösterirdik. Dahası onun önünde “Aman gelmelerine az kaldı” gibi sözler söylememeye de... O halde, yaklaşık on dakika içinde geleceklerini nasıl anladığı bir muammaydı.

Cevabı, belki de Michel Deon adlı köpek sever bir yazarın, köpeğiyle ilgili yazdığı şu satırlarda:
Burnu, soğuk havada ufak titreşimlerle kendisini sarhoş eden duyguları koklamakta... Her şey orada, burnunda, kendi duyularının dışındakilere gizli tuttuğu... O, siyah beyaz dünyasıyla sahibinin dünyası arasında zarafetle bağlantı kuran, aracı olan yaratıktır.”



Romanda ders alınması gereken birçok olay anlatılıyor. Bu olaylar insanların gözünden anlatılsaydı aynı etkiyi vermez miydi?
Bilmem. Belki daha didaktik olarak algılanırdı ve can sıkardı. Hem başta dediğim gibi, hayvanları konuşturmak ya da yazdırtmak mesaj iletmek için her daim kullanılan ve işe yarayan bir yöntem olmuştur.

Çağımızın önemli tartışmalarından biri de türcülük ve “türcülüğe karşıtlık”. Bu konuda neler söylemek istersin?
“Türcülüğe karşıtlık”, İngilizcesi “anti-speciesism”, yani insan türünün üstünlüğü varsayımına dayanarak belli hayvan türlerinin sömürülmesini ya da ayrımcılığa uğratılmasını kabul etmeme akımı, bence emekleme safhasında olduğundan henüz abartılar ve çelişkiler içerebilir. Fakat temelde mantıklı olduğundan, belki bir geri, iki ileri gide gide sonunda geniş çapta insan zihinlerine yerleşip davranışlarına yansıyacağına inanıyorum. Gelecekte yepyeni bir yaşam tarzına adım attırtacağına da... Elbette bu akımı benimsemek insan türü için sırasında isyan ettirici maddi manevi pek çok özveri anlamına gelmekte; örneğin kaçınılmaz olarak veganlığa zorlayacak, yukarıda sözünü ettiğimiz hayvanlar üzerindeki deneyler de yeterince etik bulunmayacak vs. Ancak tarihin akışı durdurulamaz

Yazar olmak, ülkemizde yazar olmak, kadın yazar olmak hakkında birkaç kelime söylemen mümkün mü?
Günümüzde kadın yazar olmanın herhangi bir sorun yarattığını sanmıyorum, ne ülkemizde ne de dünyanın herhangi bir yöresinde; ancak ülkemizde kadın ya da erkek yazar olmak, bazı nazik diyeceğimiz konularda sansürlenmeyi gerektiriyor. Nazik konularla sadece siyasi konuları kastetmiyorum. Biz genel olarak pek çok tabudan kurtulamamış bir milletiz ve bu durum üslupta ve seçilen konularda, özellikle de biyografiler kaleme alındığında yazara belli bir kısıtlama getirir. Bu her daim öyleydi, öyle olmaya da devam ediyor. Umarım bir gün bu tabular yıkılır.

Bir sonraki proje gene bizi şaşırtacak mı?
Okuru şaşırtır mıyım, yazdığımı beğendirir miyim? Bu sorunun yanıtı, onu okurlar ve rating verene kadar sanırım her yazar için olduğu gibi benim için de hafiften kaygılı bir bilinmezdir. Tek söyleyebileceğim yeni bir kitap yazılışının içinde olduğumdur. Anlayacağın, Köpük’ün bir bölümde haince anlattığı gibiyim, yani zaman zaman çekilmez.