Deborah Levy’nin 2019’da Booker Ödülleri uzun listesine giren Her Şeyi Gören Adam isimli kitabı Everest Yayınları’ndan çıktı. Roman, ilginç karakterleri, politik ve duygusal zenginliği, çetrefilli kurgusuyla okurda müthiş bir edebi bir tat bırakıyor.

Kahramanımız Saul Adler, simsiyah saçlar, aşırı mavi gözler, çıkık elmacık kemikleri ve mükemmel bir vücutla aşırı yakışıklı, 23 yaşında narsist bir tarihçi. Ne kendi ne başkalarının hayatını umursayan melek-heykel karışımı Saul’ün mühim bir kusuru var; kayıtsızlık.

Roman, 1988’de, fotoğrafçı kız arkadaşı Jennifer Moreau’ya poz vermek üzere Abbey Yolu’na giren Adler’e bir arabanın çarpmasıyla başlıyor. İkinci bölüm aynı caddede yine bir kazayla açılıyor, yıllardan 2016 ama Saul bu kez hafif kurtulamayacak. İki olayın etrafına örülmüş kurguda, zaman geçişken, hafıza güvenilmez. İlk kazadan sonra, “1930’ların Almanya’sında Nazizm’e karşı kültürel direniş” konulu araştırması için “komünist” Berlin’e seyahat eden Saul, burada doğu-batı, sosyalizm-kapitalizm, tarih yazımı gibi roman boyu aklımızı kurcalayacak temalarla tanıştırıyor bizi; bir de oradaki çevirmeni, zoraki muhbiri ve ikinci aşkı olacak Walter ile.


Deborah Levy

Bu etkileyici kitap, 1959 Güney Afrika doğumlu, roman ve oyun yazarı Levy’nin yedinci romanı. Eve Yüzerken 2012’de, Sıcak Süt 2016’da Booker Ödülleri kısa listesine; Her Şeyi Gören Adam ise 2019’da aynı ödülün uzun listesine girmişti.

Birtakım objeler, kişiler, kavramlar Londra-Berlin hattında sıklıkla karşımıza çıkıyor: Ananas, batıda el atında olup Doğu Almanya’da bulunamayan “keyifler” adına; simsiyah saçlar “Ari ırkın” sapsarı saçlarına karşılık; ölmüş annenin Saul’ün boynundan çıkmayan incisi, farklılığın, çok yönlü cinsel kimliğin alameti farikası; erkek diktatörlerin psikolojisi hakkında yazılan makalenin ilk öznesi Stalin ise eril gücün, otoritenin ve zorbalığın simgesi olarak. Saul’ün Walter’dan bahsederken dediği gibi:

O da ben de, Doğu Berlin ve Doğu Londra’daki gençliğimizde çok yalnızdık. Ben, otoriter babamın himayesinde acı çekmiştim, o da otoriter anavatanının himayesinde acı çekmişti.” (s. 110)

Baş karakterin araştırma konusu Nazi Almanya’sına dayanınca mutlak bir iktidarın yarattığı kâbus Holokost’la yüzleşmemek de imkânsız oluyor:

Soykırım, zenginlik elde etmek için fırsatlar sunuyordu: Terk edilmiş fabrikalar, dükkânlar, aile mülkleri ve mobilyalar. Auschwitz’ten Berlin’e yetmiş̧ iki tren yükü̈ altın gönderilmişti. (…) Milliyetçilikle el ele veren faşizm, sanayileşmiş̧ kitlesel cinayetler gerçekleştirdi, ucuz zehirli gazların taşınmasını organize etti ve ötanazi teknisyenlerine iş verdi.” (s. 64)

Her Şeyi Gören Adam, özgürlüğe, içsel ve dışsal sınırlara, kişisel ve toplumsal hafızaya, otorite kavramına, gençliğe ve yaşlanmaya, bağlılığa ve kayıtsızlığa dair politik bir roman. Ve aşka! Saul’ü “çıplak gözle gören, içinde görülecek her şeyi gören” Walter olur ama Saul şöyle der Jennifer’a son diyaloglarında:

İşte böyle, Jennifer Moreau: Genç̧, cahil ve düşüncesizdik ama seni sevmekten hiç̧ vazgeçmedim.” (s. 220)