“Mevsimlerden yazdı, kıştı, ilkbahardı, bir de sonbahar. Saatlerden meçhul.”
Bu romanın kahramanları, İzmir Karataş Yahudi Mahallesinin sokaklarında, çatılarında, sahilinde sınırsız bir zaman diliminde gezinen ve çok özel bir dostluk bağları olan iki küçük kadın Makbule ve Zimbul. Okuyucu kitabın sayfalarını art arda çevirirken, bu ikilinin gözünden İsrail’e hüzün dolu göçleri, sürgünleri, ölümleri, sevdaları ve ayrılıkları okuyor. Gidenlerin ardından yarım kalan güzel komşulukları, o tuhaf boşluğu hissediyor… Dario Moreno ise satır aralarında saklı. Kitabın kapak resmi Raşel Meseri’nin kendi çalışmalarından bir resim.

Raşel MESERİ 550 yıldır İzmir’de yaşıyor. Ege Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Sinema Televizyon bölümünü bitirdi. Uzun yıllar reklamcılık yaptı. Ardından, çeşitli belgesel, çocuk edebiyatı, roman ve resim çalışmaları başladı. 11 çocuk kitabı var. 2021’de “Şekiller Oyunu” adlı kitabıyla Meseri, geometriyi çocuklar için eğlenceli bir hale getirmişti. Yine usta kalemini konuşturdu. Pen’in Gezi Parkı maceralarını konu ettiği “Pen Parkta” adlı direniş masalının ardından, 2022’de basılan “Pen Ormanda” adlı kitabında ise Pen ekolojik bir mücadelenin kahramanıydı. Bu masal kitapları Hollanda’da 2, Türkiye’de 3 dilde yayımlandı. Alfa Yayınları tarafından Ekim 2022’de basılan “Meskûn Zaman” Raşel Meseri’nin 4. romanı. Her biri sürprizlerle dolu bu kitapların yazarı ile Şalom DERGİ için söyleştik.



“Meskûn Zaman”da hikâyenin geçtiği yer ve 19. yüzyılın başlarına dek uzanan tarihiyle Karataş, sizin için ne anlam taşıyor?
Karataş, çocukluğumun geçtiği semt. Sanıyorum ki, Meskûn Zaman’ı yazma kararımda hafıza aktarımı gayreti öncelikliydi ve bunu çocukluğumun mekânı olan Karataş üzerinden yapmak istedim.

Zimbul ve Makbule, arafta yaşayan diye yorumlayabileceğimiz biri Müslüman diğeri Yahudi 10 yaşında iki küçük kız/kadın… Bu karakterleri yaşatmak(!) için esin kaynağınız neydi?
Kitabımla hafıza aktarımı yaparken nostaljik bir güzelleme yapmak istemiyordum. Nostalji filtresinin tarihi tahrif ettiğini düşünürüm. Yaşanmışlıkları gerçeklerden, bağlamlarından koparma riski taşır. Toplumsal gerçeklerin üstüne bir sis perdesi döşer; eski olan doğrudan daha güzelmiş gibi olur. Bu nedenle hem Karataş’ı hem de onun içinde süzülen iki kahraman olan Zimbul ve Makbule’yi anlatırken, bir yandan geçmişi bugüne taşıyan diğer yandan da geçmişi bugünden bakarak yeniden yorumlayan bir anlatı kurmak istedim. Hatta bugün ve geçmişin birbirine karışmasını, birbirlerine dolanmasını mümkün kılan bir üslup aradım. Zaman benim için bir metnin sol anahtarı gibi; metnin müziğini, ritmini belirliyor. Bu yüzden de zamanın içinde süzülebilen iki karakter yaratmalıydım ve onları takip etmeliydim.

Bu yüzden mi şimdiye dek yazdığınız tüm romanlarda zaman eğilip bükülüyor?
Aynen öyle. Hikâye hem bir günde geçiyor hem de çok uzun bir süreçte. Bu yüzden de Zimbul ve Makbule, dediğin gibi arafta yaşıyor, bir geçmişe gidiyor, bir bugüne geliyorlar. Özellikle de hikâyenin ana omurgası hafızanın aktarımıysa, zaman dediğimiz dipsizlikte dün, bugün ve yarın her an iç içe. Bellek merkezinin çarkları farklı zaman katmanlarında aynı anda çalışıyor. Tek bir gün hem dar hem de çok geniş bir zaman birimi. Geçmiş bugüne sızarken, geleceği de kuruyor. Osmanlı’dan Cumhuriyet’e gelen yüzyıllara dayalı bir Sefarad tarihi ve kültüründen parçalar sunan, bir yandan da ülke politikaları, İsrail’in kurulması, göçler gibi dönüşümlerin duygusal izlerini takip eden ve tüm bunların İzmir’in Karataş semtinde nasıl vuku bulduğunun izini sürmeye çalışan Meskûn Zaman’da da ancak böyle iki karakter üzerinden gidebilirim diye düşündüm. Biri Yahudi, biri Müslüman, yaşsız, oyunbaz ve zamanlar arası salınan iki karakter. Zaten yazmaya devam ettikçe onlar bana yön vermeye başladı.

Hikâyenin içinde, sözcük ve cümlelerini hassasiyetle seçtiğiniz, Türkiye’de tarihte yaşanmış üzücü olaylar hatırlatılıyor. 1934 Trakya Olayları, Varlık Vergisi ve 6-7 Eylül Olayları gibi. Yahudilerin bahsi geçen zamanlarda yaşadığı korku ve zorlukları kaleminizle gözlerimizin önüne sererken siz neler yaşadınız?
Sözünü ettiğin, kitabın önemli damarlarından olan bu olayları aslında bir çoğumuz ancak kitaplardan okuyor, filmlerde izliyoruz. Nasılsa aile içlerinde, dost meclislerinde çok konuşulmuyor, konuşulmadı bunlar. Ne var ki, bunların iz bırakmamış olması, dönüşümlere yol açmamış olması düşünülemez. Herhalde ben de bu izlerden payımı aldım. O izleri, başka suretlerde nasıl karşımıza çıktıklarını yakalamak, deşmek ihtiyacı duydum. Tarih tekerrürden ibaret denilir; oysa sözü edilen tarihin tekerrürü aslen belli başlı politikaların tekrarından mürekkep. Ayrımcı politikalar, şiddet biçimleri farklı şekillerde olsa da devam ediyor. Failler aynı, bazen özneler değişiyor, ya da çoğalıyor. İster Meskûn Zaman’da ister bir önceki kitabım Küt Oynayan Kadınlar’da, bu topraklarda unutulmaya ramak kalmış, unutturulmaya çalışılmış, solmaya yüz tutmuş Yahudi kültürünün, deneyimlerinin hafızasını canlı tutma çabası var. Gündelik yaşam alışkanlıkları, bayramlar, üretim biçimleri, Müslümanlarla birlikte yaşam pratikleri hikâyenin ana izleği içinde yer buluyor. Birkaç yıl önce Aylin Kuryel ile birlikte derlediğimiz, çok yazarlı, İletişim Yayınlarından çıkan “Türkiye’de Yahudi Olmak: Bir Deneyim Sözlüğü” kitabı da benzer bir amaca hizmet ediyordu, bazı hikâyeleri unutulmaktan kurtarmak. Parçası olduğum iki belgesel, “İzmir Deniz Çocukları” ve “Kortejolar: Sadece Adı Kaldı Elimizde”, yine bu gayretin ürünleri.

İzmir’de endişe içinde yaşamaktansa her şeyi bırakıp İsrail’e göç eden aileler için “Küçücük bavullara tüm ömürlerini ve birikimlerini sığdırmaya çalışıyorlardı” demişsiniz. Sizce sığmış mıdır?
Yaşadığı topraklardan istemsiz göç eden kimsenin tümüyle mutlu olabileceğini sanmıyorum. En azından gideceği yerde kök salma çabasının tümüyle biteceğini düşünmüyorum. Hâl böyle olunca insanın kişisel tarihini, deneyimlerini koyabileceği, sığdırabileceği herhangi bir bavul var mıdır bu dünyada, bilmiyorum. Hafıza dediğimiz karmakarışık bir yapı, pek bir bavula sığmaz herhalde. Yıllar önce Kortejolar üstüne çekmekte olduğum belgesel için İsrail’e gittiğimde, (ailemin bir kısmı hala orada yaşadığı ve ben de bu göç yollarını iyi bildiğim için) tanık olduğum bir olay son derece şaşırtıcı gelmişti bu minvalde. Bir lokalde düzenli olarak bir araya gelen Türkiyeli Yahudiler, ben oraya gittiğimde Kurtuluş Savaşı videoları izliyor, hatıralarını birbirlerine aktarıyorlardı. Türkiye’deki yıllarını yad ediyorlardı. Bedenleri Tel Aviv’deydi fakat zihin ve duygu dünyaları Türkiye’de yaşadıkları şehirde, mahallelerde dolaşıyordu. Gidenlerin aslında kendilerini tümüyle kucaklamayan bir tarihi de yanlarında götürmeleri ve gittikleri yerlerde ellerinde sürekli o tarih bavulları ile dolaşmaları anlamında da ilginçti.

Çoğu bir bölümün sonunda görülen bitişik yazılmış sözcükler göze çarpıyor. “Korkurahatlamasığınakduygukarmaşasıkarmaşasıkarmaşası” gibi. Bunlar sonsuzluğa yayılan yankılar olabilir mi?
Tastamam öyle. Meskûn Zaman, akışta olan şimdiki zamanla, kahramanlarımızın henüz çocuk olduğu 1960 ile 1970 yılları arasında gidip geliyor. Ama tam olarak bir flashback yöntemiyle değil, zamanın katmanlarını birbirinin içine girerek. Geçmişin aynı zamanda bugünde yaşanmakta olduğu ve belki de gelecekte de yaşanacağının bir uyarısını yaparak örüyor bu geçişkenliği. Bunu yapmanın yolu da elbette dilden, dille oynamaktan geçiyor. Boşluksuz kelimeler bir yandan zamanın devamlılığına, bir yandan duygu durumlarının karmaşıklığına, içiçe geçmişliğine denk düşüyor benim için. Belki de verili dil kalıplarının yetersizliği, onlarla uğraşma ihtiyacı da var işin içinde.

Bu kitabınızı da farklı dillerde bastırarak daha büyük kitlelere ulaştırmayı düşünüyor musunuz? “Meskûn Zaman”ı en çok hangi kitlenin okumasını arzularsınız?
Elbette isterim. Bir kediye ciğeri sevip sevmediğini sormak gibi bu. Yazar dediğimiz insanın, kitabının okunması konusunda tok gözlü olduğu söylenemez. Sadece onaylayan değil tartışan bir okuyucu kitlesi de yazarı ziyadesiyle heyecanlandırır bence.

Bir sonraki kitabınızın projesi var mı? Tüyo vermek ister misiniz?
Evet yeni bir roman çalışması içindeyim, ancak tüyo vermek için biraz erken. Şu an için en iyi bildiğim, hikâyenin yine bir gün içinde geçecek olması. Bir yandan da burada değindiklerimizden çok da uzak olmayan temalar üzerine bir belgesel çalışması içindeyim.