Fotoğraflar: Ramazan Tunç


Rozita Kasuto ile yollarımız birkaç yıl önce, Polonezköy gezimizdeki durağımız Cam Ocağı’nda kesişti. Etrafı gezdikten sonra kendisi bize mine ve cam sanatı ile ilgili bilgiler aktardı. Rozita Kasuto, mimarlık projelerini bir kenara koyup mine sanatını seçmiş, yıllardır büyük bir tutku ve sevgiyle keyifli işler çıkartıyor. Geçtiğimiz Aralık ayında, Atatürk Kültür Merkezi’nde, Cam Ocağı’nın yirmi yıl boyunca dünyadan ve Türk sanatçılardan topladığı, farklı tekniklerle yapılmış cam ve mine eser koleksiyonunun sergilendiği “Uyum ve Denge - Cam Işıkla Yaşar” isimli karma sergide, 59 parçadan oluşan “Palamut Yaprakları” adlı mine eseri ile katılan Rozita Kasuto ile yeniden bir araya geldik.


Palamut Yaprakları

ROZİTA KASUTO İstanbul’da doğdu. Evli ve bir evlat sahibi. 1987’de Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi, İç Mimarlık’tan mezun olduktan sonra çeşitli proje ve üretim firmalarında çalıştı. 1994 yılında Bağdat Caddesi’nde kendi firmasını kurup mobilya tasarım ve projelendirme işlerine başladı. Ayrıca, Kadıköy’de, ofis mobilyaları temsilcilikleri de yaptığı ek bir mağaza açtı. Türkiye’de birçok üniversite için konferans salonları, anfiler, seminer salonları projelendirme ve uygulamalarını gerçekleştirdi. 2009 yılından itibaren, hayatında köklü bir değişim yaşadı. Mevcut işlerini tamamen kapatıp önceden çok isteyip de zaman bulamadığı cam sanatına yöneldi. Arzusu mine sanatını öğrenmekti. Mine ile ilgili kulaktan dolma bilgilere sahipken, Öğümce Köyündeki Cam Ocağı’nın mine dersleri verdiğini öğrendi…

Her şey, 2010 yılında bir cam ocağında aldığınız eğitimle başladı diyebilir miyiz?
Kesinlikle öyle oldu. Cam Ocağı aslında, Türkiye’de birkaç üniversite dışında cam sanatının tüm kollarının olduğu tek yerdir. Sıcak cam, kalıpla cam yapımı, alevle şekillendirme, boncuk yapımı, füzyon, vitray, camda süsleme ve mine… Hepsiyle ilgili günlük, haftalık eğitimler verilir. Riva yakınlarında, Öğümce Köyünde, dere kenarında kurulmuş harika bir okul düşünün, huzur dolu keyifli bir ortam. İlk günden, gerçekten istediğimin Metal İşleme ve Mine olduğuna karar verdim.

Bu teknikleri bir bir öğrenmek için Cam Ocağı’nda yerli ve yabancı hocaların verdiği workshoplara katıldım. Sonra bu iş için kendime fırın ve gerekli aletleri alarak evimde küçük bir atölye kurdum. Cam Ocağı’ndaki ilk Cam Sanatı şenliğine katıldığımda ilginin düşündüğümden daha fazla olduğunu gördüm. Başka şenlikler ve birkaç yurtdışı satışı derken, yıllar içinde ürettiğim ürünler belli bir tarza dönüştü; bu da özel siparişlere kapı açtı.


Şeker altlığı
 
Mine sanatı pek bilinmez; seramik ile karıştırılır. Okurlarımızı mine hakkında bilgilendirir misiniz?
Mine, diğer adıyla Emay aslında çok eski bir cam sanatı. Günümüze kadar gelmiş en eski mine örneği M.Ö 13. yüzyılda Miken uygarlığındandır. Daha sonra Mısırlılar, eski Yunanlılar ve Bizanslılar kullanmış. Oradan Asya ve Uzakdoğu’ya gitmiş. Rus ve Gürcü sanatlarında, Osmanlı’da ve Çin’de uygulanmaya başlamış.

Mine, saf metaller üzerine cam tozları, başka kimyasallar ile farklı elementlerle ve onların oksitleriyle karıştırılıp ön ve arka yüzlerine serpilerek 800-850 derecelik fırınlarda pişirilmesiyle oluşan camsal yüzeyin adıdır. Opak, şeffaf ve opal olarak üç çeşidi vardır. Yaklaşık 14-15 çeşit mine tekniği mevcuttur.

Bense, bakır üzerine farklı teknikler kullanarak mine yapıyorum. Ayrıca altın ve gümüş varak ile sizlerin bildiği Venedik’te çok kullanılan millefioreler benim eğlenerek yaptığım işler arasında. Bakır keyifli bir malzemedir; onu fırında ısıtıp, hızla soğutarak (tavlama) istediğiniz gibi şekillendirebiliyorsunuz. Sonrasında gelsin harika renkler, görüntüler. Minede tesadüfi şeylerle çok karşılaşırsınız ve ben tesadüfleri çok severim.


Miryam Şulam ve Rozita Kasuto

Katıldığınız ilk ve sonraki sergilerde neler deneyimlediniz?
İlk olarak 2018’de, So-Art’ın “Mucizevi Yansımalar” sergisine katıldım. Sanatın farklı dallarından eserleri kapsayan karma bir sergiydi. Minenin olması da sergiye renk kattı. Pek çok sanatçıyla tanıştım. Aslında bu bir farkındalık sergisiydi ve mesajlar veriyordu. İleriye dönük işlerimde değişik etkileşimler yarattı. Aynı yıl, Sefarad gurubu yurtdışı sergisi “Göke”ye davet edildim; ilk yurtdışı sergi deneyimim olduğundan çok kıymetliydi. Benim için harika bir araştırma ortamı sağladı. Bu sergide 30 parçalık bir eserimle katılmıştım. Parça adedini söylememdeki sebep, her bir parçanın hazırlanmasında harcanan enerji, tüm işlerin bitimine kadar verilen emek çok. Aynı eserim başka bir sergide sergilenip satıldı. Bu da tuhaf bir duygu, çünkü insan önce ayrılmak istemiyor. Neredeyse vazgeçiyordum ki, aklıma hocamın bir lafı geldi “Sat ki, daha güzellerini yapabilesin.”

2021’de, Pandemide çalıştığım “Çok Kültürlü Mirasın İzleri” adlı sergi, önce Amsterdam’a oradan Sevilla’ya, şimdi de Frankfurt’a gitmeye hazırlanıyor. Bu defa 48 parçadan oluşan bir mine eserle katıldım. Burada dört teknik bir arada kullandım.

Yaratım aşamasında en çok nelerden ilham alırsınız?
Atölyeme gelen giden çok olur; bu da ayrı bir keyif. Herkesten etkileşim alıyorsunuz. Benim için en önemli yola çıkış noktası doğa. Ben gerçek bir doğa hayranıyım.



Sergi öncesi nasıl bir hazırlığınız oluyor?
Önce yapmayı düşündüğüm işle ilgili araştırma safham var. Sonrasında hangi platform üzerine çalışacaksam onunla ilgili çizim ve ürettirme işleri var. Kiminde metal bir yüzey, kiminde dövülmüş bakır, kiminde ise direkt çerçeve malzemesi oluyor. Sonrasında; parçalı olacak ise bakırı kesip hazırlama işleri, yapacağım teknik ve renklerle denemeler. Bu bölümden çok keyif alırım... ve gelsin uygulamalar.

İç mimarlıktan mezun olmanız, cam sanatı ile uğraşırken size bir şekilde fayda sağladı mı?
Elbette. İç mimarlık eğitimim bana işlevsel bir yaklaşım verdiği için günlük kullanıma uygun objeler üretirken de, sergilerdeki çalışmalarımda da hep aklımda oldu. Hâlâ tasarım yaparken önce çizim yapıyor, sonra üretime geçiyorum. Bizler işimizi atölyelerimizde uygulama yaparak öğrendik. Bu çok önemli. Şimdiki eğitimlerde bu eksik maalesef. Sadece çizim yaparak ya da bilgisayar ekranında doğru tasarım yapamazsınız. Uygulamayı iyi biliyor olmanız gerekiyor. Mimarlık, bu konuda özellikle yol haritam oldu.

2023 için yeni proje ve plânlarınız var mı?
Bu yıl Kapadokya Güray Müzesi’nde karma bir sergide ve Denizli Cam bienalinde katılımcıyım. Ayrıca, Eskişehir Anadolu Üniversitesi’ne mine sanatı çalıştayı için davet edildim. Orada, öğrencilerle birlikte mine nasıl bir sanattır, nasıl uygulanır, neler yapılabilir gibi hem görsel hem de pratik olarak çalışmalarımız olacak. Ayrıca Umut Demirgüç Thurman ile birlikte bir süredir düşündüğümüz bir mine sanatı sergi projemiz “Cam Tozlarıyla Dans” var. Bu sergide minenin değişik tekniklerle nasıl uygulandığını, hayal gücümüzü zorlayarak neler yapabildiğimizi göstermek istiyoruz.

Gelecekte kişisel bir sergi açmayı hayal ettiniz mi?
Evet. Kişisel sergi açma hayalim en kısa zamanda gerçekleşmeyi bekliyor. Bunun için malzeme araştırma çalışmalarımı hızlandırdım. Eskiz defterlerimde karalamalar çoktan başladı bile. Neler mi olacak, sürpriz kalsın.

Günlük kullanım eşyalarını sanat olarak yaşamımıza sokmayı seviyorum. Hem üretirken hem türlü şekilde insanların kullandığını görürken mutlu oluyorum. Mesela bir hamam tasları serim var ki, herkes farklı bir şekilde kullanmaya başlamış; çok seviniyorum. Kişisel sergimde de bu tür işler olabilir. Hep birlikte göreceğiz.