İzzet Erş’in yeni çıkan kitabı “Kutsalın Temeli”
İnsanın varoluşuna zemin arayışıdır…

“Kutsalın Yorumu” kitabından sonra şimdi de “Kutsalın Temeli” adlı kitabıyla yeniden meraklı okuyucusuyla buluşmayı hedefleyen sevgili İzzet Erş ile kitabı hakkında konuşmak için buluştuk. Bir baktım, hayatı felsefeliyoruz. İlgi alanı olan farklı dinlerden, yaşamdan, ölümden, cennetin manasından tutun, insan olmak, aile bireyleriyle dost olmak, gerçek sevgiden, farkındalıktan, hafıza, akıl ve zihin konularına kadar dolu dolu irdeledik hayatı. Doya doya diyemem, çünkü İzzet Erş’i dinlemeye doyamıyor insan.

Tevrat, Kuran ve İncil’den seçtiği ayetlere, Freud’dan, Hegel’den Sokrates’ten seçip kitabına taşıdığı düşüncelere katkı amaçlı ilginç açıklamalarına tanık olurken, bu genç adamın ne kadar yaşlı yani bilge bir ruh olduğunu keşfedeceksiniz. Kitabın arka kapağında “Kutsalın dokunulmazlığında ona dokunmak, onu kendimize ait kılmaktır” diyen Erş, Tanrı’yı kutsal kılanın düşüncemiz olduğunu söyler ve yine der ki, “Tek gerçek arayış, insanın kendini kendi olarak bulma isteğidir.” Bu kitapta, ‘kutsalın temeline’ dair yanıtları arayan İzzet Erş’i pek çok kaynak ve referans destekliyor.


Yeni kitabınız Kutsalın Temeli hayırlı olsun. Sizi tanımayan okurlarımız için bize kendinizden bahsedebilir misiniz?
Tabii, ama keşke bu konuda yardımcı olabilsem. En kolay soru bu sanılır, halbuki bana sorabileceğiniz en zor soru bu. Bir konuda fikrimi sorsanız, şöyle veya böyle bir yanıt verebilirim. Ama “sen kimsin” çok zor bir soru. Kimsin’in yanıtını herkes bilir, ben bilmiyorum. “Tamam, ben buyum galiba” diyorum, sonra hep sandığım kişi olmadığımı görüyorum. Aslında bu, hepimiz için geçerli. Bitmiş bir şey değiliz ki, bir şey gibi bilelim kendimizi. Kendi adıma konuşayım, ben kendimle tanışmayı arıyorum.

Ama eğer sorunuz, “Bu hayatta ne yaparsın?” minvalindeyse, Yeditepe Güzel Sanatlar’dan mezunum. Meslek olarak grafik tasarımcıyım. Anadolu Aydınlanma Vakfı’nın Yönetim Kurulu üyesiyim. Aynı zamanda bu vakfın yayın kurulu sorumlusuyum. İstanbulluyum. Şahane bir eşim, dünya tatlısı bir kızım, eşsiz dostlarım var, benim için benden değerliler. Annem, babam kardeşim... hepsi dostum olmuş artık. Dostlarla dopdolu koca bir dünyadayım. Sanıldığının aksine okumaya bayılmam, ama aradığım soruların yanıtları kitaplarda varsa okurum. Kitap okumayı değil, yanıt bulmayı severim. Yeni fikirlerle tanışmayı, hiç aklıma gelmemiş fikirleri dinlemeyi severim. Bunlar kitaplardaysa okurum, filmdeyse seyrederim, sokaktaysa gezerim. Ama en çok içimde bulduğum yanıtları severim. Çünkü “Kimsin sen?” sorusuna en yakın yanıtları ancak bunlar veriyor bana.

Yazar olmaya nasıl karar verdiniz ve bu kitabı yazmaya sizi motive eden neydi?
Şunu söyleyerek başlayalım, ben yazar değilim. Yazarlık kurgu hakimiyeti gerektirir. Disiplinli ve sürekli çalışmayı gerektirir. Yazarlık bir meslektir ve “Ben bir yazarım” demek bu mesleğin, bu sıfatın gereklerini yerine getirmeyi gerektirir. Ben niye yazıyorum? Çünkü yazmak, insanın aklını kendi önüne koyabilmesi demektir. Bir konuda bilgi sahibi olduğunda “Ben biliyorum” dersin. Bildiğinin ispatı nedir? Biliyorum işte, bir ispata gerek yok gibi düşünürsün. Halbuki yazı reflektiftir. Yazarken için dışına çıkar, dönüp yazdıklarını yeniden okuduğunda kendi aklını, kavrayışını görürsün. Yazmak benim yürüdüğüm yolda bir tercih değildir. Yazmak gelişmenin zorunluluğudur. Yazıyorum çünkü yazmazsam aradığımı bulamam.

Tuhaf geliyor tabi kulağa. Aradığını yazarak bulmak sanki bir çelişki gibi. Çünkü insan bilmediğini edinir, bildiğini yazar. Yazarak bilmek nasıl olabilir? Hani deriz ya bazen, “Anlıyorum ama anlatamıyorum”. Eğer anlıyorsan anlatabilirsin. Anlatamıyorsan, anlayış henüz oturmamış demektir. Anlatabilmenin en nitelikli yolu yazmaktır. Yazarken neyi anlayıp neyi anlamadığını görürsün. Düzeltirsin, bir daha düzeltirsin, her okuyuşunda tekrar düzeltirsin. Düzelen düşüncendir. Anlamadığını, anlar durumu gelirsin. Bunun için yazıyorum. Anlamak için. Bu çabamın ürüne dönüşmesidir kitap. Çıkan sonucun benden başkasına da faydası oluyorsa ne mutlu.


Miryam Şulam ve İzzet Erş

“Kutsalın Temeli”, içerdiği konular itibariyle kavraması zor bir kitap sanılabilir. Okurlar için bir ön bilgi verebilir misiniz?
Kolay olma iddiası taşımıyor, haklısınız. Ama karmaşık konuları basitçe çözümlemeye çalıştım. Karmaşık sanılan birçok konu, insanların karmaşık ve anlaşılmaz olmasını istemesinden kaynaklanıyor. Söylemek istediğim aslında Kabala veya Tasavvufun basit olduğu değil. Tabii ki bunlar girift, karmaşık ve derin alanlar ama ana fikirleri öyle değil. Bunlar temelde insanın mahiyetini anlama çabasıdır. İnsanın doğada hazır olarak bulunmadığını, insan olmanın bir süreç olduğunu ve insanın kendini, olmadığı şeylerin zannından arındırarak gerçek kimliğine ulaşmasının macerası olduğunu söylüyorlar. İbranice, Arapça kelimelerle süslenen, anlaşılmaz hale gelen tüm anlatımlar, birilerinin bir zamanlar bu karmaşık yapıları basitçe anlatabilmek için seçtikleri kelimeler. Biz bugün bunları hakikat sanıyoruz. Kutsal olanın kelimeler olduğunu sanıyoruz. Halbuki hakikat basittir. Hillel, Yunus Emre, Lao Tze basittir. Çok basit. Karmaşık kılan, karmaşıklaştıran zihinlerimiz. Belki de basit olması işimize gelmiyor. Basit olandan kaçmak zordur. Zorluklar karşısında haklı bahaneler üretmek kolaydır. Basit olan bize bahane bırakmaz. Basiti kabullenmek en zorudur.

“Batıni öğretiler diyor ki: “Kutsal kitapların merkezinde insan vardır.” Peki insan hangi temel üzerinde durur?”

“Kutsalın Temeli” kutsal kitaplar üzerine yapılan yorumların ortak sorunundan, yorumlara zemin bulma kaygısından hareketle bir araya getirilen makalelerden oluşuyor. Batıni öğretiler diyor ki, kutsal kitapların merkezinde insan vardır. Peki insan hangi temel üzerinde durur? Akıl üzerinde mi, zihinde mi, duygu, düşüncelerinde mi? Sevgide, korkuda, tutkuda mı? Bilgide, sezgide, zekâda mı? Şunu fark ettim ki, hangisinin temel olduğunu düşünürsek düşünelim, diğerlerini yok sayamıyoruz. Ve daha ilginci kutsal metinlerde tüm bunlar için deliller bulabiliyoruz.

Yusuf peygamber, Yosef yani, kendi öyküsünde temiz vicdanda temellenir. Temiz vicdana Tanrı vahyeder. Babası Yakub’un hayat macerası Yusuf’a hiç benzemez. Yakup öyküsü, akıl ve zekâda temellenir. Kral Süleyman hikmette, babası Davud, David HaMeleh yani, aşkta temellenir. Tora’ya göre Moşe, Musa yasada temelleniyor gibi görünür, halbuki yüreğin sünnetinde temellenir. Musa’nın efendisi ona Tora’yı vermiş, onun diliyle ebedi yasayı duyurmuştur. Ama Musa’yı yasa koyucu sıfatıyla övmez, alçak gönüllülüğünü yüceltir. Ona anav der; “Haiş Moşe anav. - Tüm insanların en alçakgönüllüsü.”


Bu nitelikler “Kutsalın Temeli” kitabının konusunu oluşturuyor diyebilir miyiz?
Bir yönüyle diyebiliriz tabi. Kutsal metinler insanın öyküsünü anlatır. Bu kitapları kutsal kılan budur; bizi bize anlatıyor olması. Çünkü kim olduğumuzu bilmiyoruz. Bana sordunuz ya, kimsin sen diye. Kim olduğumuz muamma. Kitaplar bize bunu anlatıyor. Kulağımız duymaya alıştı, o yüzden işitemiyoruz. Diyor ki, “İnsana ruhumu üfledim.” Yani, sen aldığın her nefeste bu ruh ile soluyorsun, diyor. Öyleyse insan nedir? Hillel bunu soruyor mesela. Çok yalın ve çok basit olarak. Seni, senin kendi kurtuluş arzun dışında kim kurtarabilir? Kimse! O zaman sen kimsin? Dikkat ettiyseniz, bunları söylerken hep başka birinden konuşuyoruz sanki. Düşüncemizin öznesi olamıyoruz. Kitaplara “kutsal” diyoruz mesela. Şehirlere, kişilere kutsallık yüklüyoruz. Onlara kutsiyet yükleyen kim? Yücelten veya aşağılayan kim? Biziz, kendi düşüncemiz. Buna itiraz edilebilir. Diyebilirsiniz ki, bunu ben söylemiyorum, bana öğretileni tekrarlıyorum. O zaman yokuz demektir. Düşüncemizle, fikrimizle duygumuzla katılamıyorsak hayatta değiliz demektir. Kendimizi bu muhteşem hayat hediyesi içinde “kopyala + yapıştır” olarak konumlandırdık demektir. Burada insan yok.

Başlıkların içinde “yetmiş iki” diye bir yazı var. Bu, sayıların gizemiyle mi ilgili?
Sayılar gizemli değildir. Sayılar sadece sayıdır. Ama sembolik metinlerde her kelime, her gösterge gizemli olanı anlatmak için kullanılır. Jeolojik unsurlar, sayılar, renkler, sesler, hayvanlar, bitkiler her şey. Gizemli olanı kendi dışında bir şeyle göstermek onu gizlemektir. “Kimsin?” sorusu da bununla ilgili. “Sana kendimle ilgili ne söylersem asıl benliğimi bununla örtüyorum” demektir. Grafikerim dediğimde kendimi bir meslekle örtmüş olurum. Ariflere soruyorlar “İnsan nedir?”, aslında “Sen kimsin?” diye soruyorlar yani; “Allah’ın sureti, varlığın anlamı” diyor. Bana soruyorlar sen kimsin, ben grafikerim diyorum. Komik değil mi? Çok komik. Ben grafiker değilim. Grafikerlik benim mesleğim. Daha fazlası olamaz. Musa tam bu sorgulama sırasında diyor ki, “Ben, Ben Olanım” çünkü ben başka bir şey olamam, başka bir şeye indirgenemem. O ayıkma anını düşünün. Kamp ateşi gibi bir ateşin önünde. Hava hafif serin. Ateşin önünde tefekküre dalmış. Kendi iç alemine dalmış, varlığını duyumsuyor. Orada duyuyor bu sesi: “Ben, Ben Olanım.”

“Yok öyle değil” diyecektir mutlaka birileri. Öyle olmadı. Tanrı ona ateşten söyledi. Olur, kabul ederim. Ateş senin için insan vicdanından daha maneviyse sana ateşten konuşsun. Nereden konuştuğu önemli değil. Onların hepsi sembol. Sembol olmayan, yüreğine doğrudan söylenen o söz: “Ben Olan Ben”. “Ben ancak kendimim, hiçbir şeyin uzantısı, başı, sonu, teferruatı değilim! Ben, neysem oyum!” Bunu Musa söylüyor! Allah’ın adıyla söylüyor. Yalansız, riyasız, şüphesiz, apaçık söylüyor. “Kutsalın Temeli” bunu anlatıyor.

72 sayısı da bununla mı ilgili?
Yetmiş iki sayısı Yahudilikte Tanrı’nın adıyla özdeşleştirilir. Bilirsiniz, İbranicede harfler aynı zamanda sayısal değere de sahiptir. Alef harfinin değeri 1’dir, Yod’unki 10. Birçok hesaplama yöntemi vardır. Biriyle 72 sayısı buluyorlar. İlginç olan bu yöntemden bağımsız olarak İslam’da ‘72 millet’ düşüncesi vardır. Yunus Emre, 72 milleti bir bilmeyen insan değil diyor. Bu bir aşağılama değil. İnsan olmak, ayrılık zannından kurtulmaktır diyor. Bu sayıyı Konfüçyüs’ten Hermes’e Alevilikten Budizm’e birçok gelenekte anılmış. Ama yazının ana fikri bu değil. O yazının konusu, kutsalın yetmiş iki sayısında veya başka bir sayıda olmadığı, çokluk ifade eden tüm gösterenlerin ardında, ‘insanın ancak çokluğu bir etmekte huzur bulacağı’nı anlatıyor.

Kitapta yer alan makalelerin başlıklarını vererek tamamlayalım o halde.
“Kendiyle Kaim Olmak”, “Toprak ve Kaburga”, “Kutsal Metinlerde Jeolojik Semboller”, “Allah’ın Vahyi Üzerine”, “Mesih ve Yılanın Birliği Olarak Allah’ın Asâsı”, “Şüphe ve Özgürlük”, “Kral Davud’un Mezmuru”, “Leyleti’l Kadr ve Ein Sof”, “Yetmiş İki”, “Totem ve Tabu”, “Prometheus, İsa ve Sokrates”, “Ütopya ve Eskatoloji”, “Umut ve İyimserlik”.

Sevgili Şalom okurları, son olarak, YouTube’da İzzet Erş’in farklı kavramlara dair konuşmaları ve değişik kanallarda kendisi ile yapılan söyleşileri bulup izleyebileceğiniz notunu da buraya düşelim.