Haber Fotoğrafı: Serginin koordinatörü Nilgün Sabar ve İstanbul sergisinin eş küratörü sanatçı Şanel Şan Sevinç

Geçtiğimiz yılın Nisan ayında, “What is Gender?” isimli bir sergi fikri ile tohumları atılan, küratör ve sanatçı Gilles Grassioulet tarafından Centre Del Arts Cenevre’de izleyiciye sunulan ve sonrasında dünyayı dolaşacak bir sanat hareketi haline dönüştürülmesi plânlanan, cinsiyet, dil, ırk, cinsiyet gözetmeksizin birlikteliğin altını çizen “What is Gender?” adlı sergi projesi, 24 Ekim - 7 Kasım 2023 tarihleri arasında, 8 Türk, 6 İsviçreli multidisipliner sanatçının eserleri ile Zülfaris Karaköy’de sanatseverlerin ziyaretine sunuluyor.
Serginin, İstanbul’dan sonra Küba, Fransa ve Senegal Dakar Bienali gibi önemli sanat merkezlerinde tüm dünyayı dolaşması hedefleniyor. Gittiği şehirde oranın çok yönlü ve multidisipliner yerli sanatçılarının da katılımıyla genişleyecek bir sanat hareketi olması hedeflenen sergi ötekilerden uzak, biraradalığı alkışlıyor.



Serginin küratörü, sanatçı Gilles Grassioulet ile beraber İstanbul ayağının eş küratörlüğünü üstlenen sanat profesyoneli Şanel Şan Sevinç, Türk ve İsviçreli 14 sanatçının katıldığı, “What is Gender?” adlı sergiyi Cenevre’den Türkiye İstanbul edisyonuna taşıyan, sergi koordinatörü ve sanatçı Nilgün Sabar, Şalom okurları için sorularımızı yanıtladılar.


Sergiyi İstanbul’a taşıma ve dünyaya yayma fikri nasıl oluştu?
Nilgün Sabar: Nisan 2022’de Cenevre Centre Del Arts’ta düzenlenen sergiden davet aldım, sergi bitiminde altı harika sanatçı ile bu rüyayı gerçekleştirmek üzere yola çıktık, serginin ikinci ayağını ve sanat hareketi olabilmesi için ilk adımımız olacak sergiyi Doğu ile Batının birleştiği İstanbul’da yapmaktan daha iyi bir fikir olamazdı. Ben projeyi Cenevre’den İstanbul’a getirmek üzere sergi koordinatörlüğünü üstlenip profesyonel bir ekibi gönüllü çalışması için örgütledim.
İstanbul’da yaşayan ve çalışan sanat profesyoneli küratör sevgili Şanel Şan Sevinç ve Cenevre’de yaşayan, ilk serginin küratörü sanatçı, sevgili Gilles Grassioulet bu ikinci serginin eş küratörleri olarak Türk sanatçıları da gruba ekledi ve sergi mekânını 400 senelik bir geçmişi olan Zülfaris Karaköy olarak belirledik. Bu İstanbul sergisi, sanat hareketi olmasına karar verdiğimiz projenin ilk çıkış sergisi olarak belirlendi.



Düşünce sınırlarımızı zorlayan, iddialı bir ismi var serginizin. “What is Gender?” bize ne anlatmak istiyor?
Nilgün Sabar: Uluslararası ve yerel sanatçıları bu fikirle toplayıp birleştirme, çeşitliliğe açılan daha hoşgörülü bir dünyaya doğru, küresel bir hareket, bir sanat akımı yaratmayı amaçlıyor. Bu başlık altında sanatçılara bu soruyu sorarak her türlü çeşitlilikten ne anlarız ve nasıl bir oluruz sorusunu irdeleyeceğiz.
Hayalimiz, projenin barış ve birliktelikle tüm türlere, çeşitliliklere hoşgörülü bir vizyonun hayata geçirilmesini sanat yoluyla duyurmak ve her gittiğimiz ülkeden daha çok yerel artistin projeye katılıp bu soruya yanıt vermesiyle bu çeşitliliği güçlendirerek bu projeyi büyütüp birlik ve bütünlüğü dünyada desteklemeye çözüm olacak bir sanat akımı haline getirmek.
Ondan sonra daha neler olur bilinmez; bir müze bile kurabiliriz.



Sergi mekânına dönüşen Zülfaris Karaköy, 1823’de kurulmuş ihtişamlı bir yapı olan Kal Kadoş Galata (Galata Kutsal Sinagogu), nam’ı diğer Zülfaris Sinagogu, adını sokağının eski adı Osmanlıca ‘gelin perçemi’ anlamına gelen Zülf-ü Arus sözcüğünden almıştır. “What is Gender?” için bu mekânı seçmenizin özel bir anlamı var mı?
Nilgün Sabar: Çok eski bir tarihi olan katmanlı bir yapı olan Zülfaris, tarihte ayrımcılığa uğramış bir topluluğun eski mabedi ve İstanbul’un göbeğinde kadim bir yapı; felsefemize uygun olduğunu ve ilk edisyonu özellikle burada yapmanın bize uğurlu geleceğine inandık.

“What is Gender?” ilk sergi ismi nasıl oluştu?
Gilles Grassioulet: Bu soru, Cenevre Uluslararası Okulu’nda (LGB) farklı disiplinlerden öğretmenler arasında pedagojik bir çerçevede, yeni neslin toplumsal cinsiyet algısını daha iyi anlamak amacıyla ortaya çıktı. Ve sonrasında, pandemi gibi belirli koşullar nedeniyle, Cenevre’deki Centre Des Arts’ta bir çağdaş sanat sergisi ve bölümümde görsel sanat aracılığıyla pedagojik ve sanatsal bir program gerçekleştirerek bu sorgulamayı kendi başıma büyük bir hevesle sürdürdüm.

Peki, İstanbul’da bir sergi düzenlemekle ilgili duygularınız nelerdir?
Gilles Grassioulet: İstanbul’da bu büyüklükte bir sergi açmak, bir hayalin gerçekleşmesi demek çünkü bu şehir çok güçlü bir yaratıcı enerjiye sahip ve Doğu ile Batı arasında çok canlı bir kavşak noktası. Bu sergi, açık fikirliliği, başkalarına karşı tam hoşgörüyü ve her türlü ayrımcılık karşıtı tutumu vurgulayan bir dünya algısı açısından çok sembolik ve anlamlı.

Bu sergide ve bundan sonra dünyayı dolaşacak ve eklenecek farklı disiplinlerden eserleri yer alan sanatçılar hangi kriterlere göre seçiliyorlar?
Şanel Şan Sevinç: Sergide yer alacak sanatçıların seçim sürecinde öncelikle, sanatçıların eserlerinde kullandıkları dile, manifestolarına ve geçmiş dönem çalışmalarına baktık. Hali hazırda toplumsal birliktelik - kadın/erkek ilişkileri, feminizm, mültecilik, birey olma meselesi, cinsiyet, hümanizm gibi konulara eserlerinde yer veren sanatçılarla bir araya geldik. Sadece ürettikleri eserlerle değil, kişi olarak dünyaya bakış açılarının örtüştüğü, serginin temsil ettiği birlikteliğe inanan isimlerle bir araya gelmeye çalıştık. Farklı disiplinlere ve seslere özellikle yer vermeye çalıştık. Heykel, resim, video, enstalasyon gibi sergiye dinamizm getirecek bir çeşitliliğe sahibiz.


Chiara de Rocchi 

“What is Gender?” sergisine katılacak sanatçılardan ve onların eserlerinden kısaca bahseder misiniz?
Nilgün Sabar: İstanbul’daki edisyona katılan sanatçılar Gülay Semercioğlu, Burcu Aksoy, Banu Birecikligil, Yonca Saraçoğlu, Ali İbrahim Öcal, Emre Yıldır, Chiara de Rocchi ve ben Nilgün Sabar.
Şanel Şan Sevinç: Emre Yıldır’ın atölye ortamından bir kesiti Zülfaris’e taşırken, Gülay Semercioğlu’nun kadın-erkek figürleri halı formunda tek tek elde dokuduğu eserini özel bir sergileme ile teşhir edeceğiz. Ali İbrahim Öcal’ın orman içinde figürünün büründüğü ve yok olduğu fotoğraf ile mültecilik meselesine değinirken, Burcu Aksoy’un sergiye özel düzenlediği fotografik eseri Chiara mekâna özgü yine kadın ve erkek formundan yola çıkarak ilişkilere gönderme yapan bir geçit kuracak, Yonca Saraçoğlu ve Banu Birecikligil’in heykelleri sergiye boyut kazandıracak. Nilgün Sabar’ın serginin ilk edisyonunda yer alan 2 tuval eserine bir video çalışması eşlik edecek.
Tüm dünyayı dolaşmak hedefine sahip bu sergi aynı zamanda tüm dünyadan sanatseverler tarafından Artcrowdistanbul Online Galeri’de izlenebilecek. Zülfaris sergisi ile eş zamanlı olarak açılacak online sergide, fiziki mekândaki tüm sanatçıları ve eserleri görebileceksiniz.
Artcrowdistanbul’un, sanatı erişilebilir kılmak misyonu ile örtüşen yapısı dolayısıyla bu birlikteliğe önem verdik.

İsviçreli sanatçıların eserleri hakkında küratör Gilles şöyle söylüyor:
Cecillia Campeas kadın sezgisi hakkında bir çalışma yaptı; Kendi sezgileri ve özellikle kadın sezgisine bağlanmakla alakalı. Adrien Savigny’nin dergi sayfaları ile yarattığı eserlerinde gümüş ve siyah renkleri kullanarak cinsiyetleri yok etti, ipuçlarını genel normları bıraktı. Alix Martin ise bir arkeolog gibi kitapları kazıdı, yepyeni ve boyutlu dünyalar yarattı, farklı cinsiyetler, figürler bir arada. Amina Belkasmi insanoğlunun eşsiz ve biricik oluşuna gönderme yapan ve cinsiyet çeşitliliğini keşfeden imgelerini kullandığı videoları sergiliyor. Christine Berchadsky batıda olan feminist hareket üzerine özellikle kadınların, erkekler tarafından uğradığı ayrımcılık ve şiddet üzerine çalışıyor.
Ben ise kendi eserlerimde; Kendin olmanın zorluğunun altını çiziyorum. Biliyorsunuz; çoğu insan kendinden saklanıyor ve kendilerini görmek istemiyor. Yargı ve toplum üzerine çalışıyorum.


Nilgün Sabar

Sergide yer alan sizin eserinizden ve onunla birlikte aktarmayı amaçladığınız duygu ve düşünceden bahsedebilir misiniz?
Nilgün Sabar: Benim sergideki eserlerim çoğunlukla kadının toplumdaki ve dünyadaki rolü ile ilgili. Kadının günah keçisi ilan edilmesi, susturulması, ezilmesi, dünyada özellikle de Doğu toplumlarında kadın olmanın zorluklarıyla ilgili, bunu psikolojik bir perspektiften bakarak anlatmaya özen gösteririm.
Tüm insanlığın bilinçaltında kolektif bir karşılık bulma umuduyla çağrışımların peşine düşen çalışmalarım, kendi bilinçaltımın zamansız, masalsı, durağan ve romantik izdüşümünün hikâyesidir. Karmaşık ve içimizde bizi üzen çözemediğimiz her duygunun analizini sembollerle yapıyorum, yorum izleyene kalmış.

Umarız bu proje çeşitliliklere hoşgörüyle bakmayı sağlar ve dünyaya bu konuda barış ve aydınlanma getirir.