Holokost bağlamlı sanat eseri davaları denilince, muhtemelen akla ilk gelen resim, ünlü Avusturyalı ressam Gustav Klimt tarafından yapılmış ve “The Woman in Gold” (Altınlı Kadın) adıyla ölümsüzleşmiş “Adele Bloch-Bauer I” adlı portredir. Bloch-Bauer’in yeğeni Maria Altmann, ailesine ait Klimt tablolarını geri almak için esaslı bir hukuk savaşına girişmiş ve başarılı olmuştu. Acaba Altmann’la benzer mücadeleler vermiş hak sahipleri, ne ölçüde sonuç alabilmişlerdi? Araştırmalarım karşıma, Alman işgali öncesi Amsterdam sanat eseri piyasasının kralı olarak tanımlayabileceğimiz Jacques Goudstikker’ı ve varisleri von Saher ailesini çıkardı. İşgalin akabinde, bir kaza sonucu vefat etmiş olan Goudstikker’ın geride bıraktığı 1.400 sanat eseri, Naziler ve yerel işbirlikçileri tarafından yağmalanmıştı. Varisler, 2006 yılında - yani Altmann’la aynı yıl - Hollanda Devleti’nden 200 tabloyu geri almayı başardılar. Acaba avukatları kimdi? Sorularımı yanıtlar mıydı? Karşıma “Lawrence (Larry) Kaye” adı çıktı.

Larry Kaye (Key), yalnızca vatandaşı olduğu ABD’de değil, dünya çapında tanınmış bir avukat… New York merkezli bir hukuk bürosunun, sanat hukuku bölümü eş başkanı olan Kaye, Holokost’la bağlantılı sanat eseri davalarında varisleri savunmasının yanı sıra, gasp edilmiş kültür varlıklarını geri almaya çalışan devletleri de temsil ediyor. Türkiye’den kaçırılan “Karun Hazinesi” ve “Elmalı Definesi”, uzun dava süreçleri sonunda, sergilenmekte oldukları New York Metropolitan Müzesi’nden alınarak ülkemize iade edildi. Her iki davada Türkiye’yi savunan hukukçu Larry Kaye’di. Hemen hukuk bürosunun sitesine girip baktım. Acaba Avukat Kaye’in e-posta adresine ulaşabilir miydim? Evet, kendi sayfasında e-posta adresi vardı. Ama “upcoming events” (yaklaşan etkinlikler) kısmında bir bilgi daha vardı: Kaye, Eylül ayında, “Contemporary Istanbul” nedeniyle İstanbul’da olacaktı! Ağustos ayındaydık. Bu olağanüstü tesadüf karşısında ne kadar heyecanlandığımı anlatamam! Larry Kaye’e bir e-posta attım. Acaba İstanbul’a geldiğinde, gerek Şalom Dergi, gerek Limmud Kültür Festivali için, Holokost kurbanlarının varislerinin hukuk mücadelelerine ilişkin sorularımı yanıtlar mıydı? Avukat Kaye, verdiği nazik ve detaylı yanıtta, sorularımı memnuniyetle cevaplayacağını, Holokost bağlamlı sanat eseri davaları ve sürdürülen hukuk mücadelelerinin, mümkün olduğu kadar çok kişinin bilgilenmesini istediği bir konu olduğunu belirtti. Böylelikle, geride bıraktığımız Eylül ayında, Larry Kaye’le keyifli ve bilgilendirici bir sohbet gerçekleştirdik.

Neden bu kadar geç? Neden ancak şimdi?...”

Neden bu kadar geç? Neden ancak şimdi? Çalınmış para ve varlıklara bu ani ilgi neden? Çalıntı malın sahibine iade edilmesini emreden dinî hükmün gereğini yerine getirmek, niçin bu kadar uzun sürdü? 1998 yılında, 44 ülkeden temsilcinin katılımı ile gerçekleştirilen ve Nazi döneminde gasp edilmiş sanat eserlerine yönelik iade davaları açısından bir milat niteliği taşıyan Washington Konferansı açılış seremonisinde, katılımcılara bu isabetli soruları yönelten kişi, Nobel Barış Ödüllü yazar Elie Wiesel’di.

Sanat eserleri gaspı, maddi boyutunun yanında, Holokost’un, Yahudi kimliği ve kültürünün tüm izlerini ortadan kaldırma hedefinin bir parçasıydı. Yahudilerden yağmalanan milyonlarca kültürel varlık arasında, sayıları 600.000’in üzerinde tahmin edilen tablo bulunmaktaydı – bunlardan 100.000 tanesinin, kimi tahminlere göre daha da fazlasının, bugün hâlâ nerede olduğu bilinmemekte…

Savaş sırasında Avrupa’ya giren müttefikler, Naziler tarafından gasp edilmiş çok büyük miktarlarda sanat eseri buldular. Savaşın sonunda, bu milyonlarca sanat eseri ile kültürel objeyi tasnif etmek gibi devasa bir işi üstlenmek zorunda kaldılar. “Monuments Men” filmine de konu olmuş olan sanat eseri uzmanları, Amerikan ordusuna dâhil edilmişlerdi. Buldukları eserleri, çalınmış oldukları ülkelere teslim ettiler – hedefleri, söz konusu eserlerin esas hak sahiplerine veya varislerine teslim edilmesiydi. Bu beklenti, ne yazık ki boşa çıktı: Çoğu eser ya satıldı ya da devlet müzelerinin envanterlerine veya özel koleksiyonlara dâhil edildi – hak sahiplerine değil.

Onlarca yıl sonra, Aralık 1998’de bu durum yavaş yavaş değişmeye başladı. Naziler tarafından yağmalanmış sanat eserlerinin belirlenmesini, yayınlanmasını ve hak sahiplerine tevdi edilmesini öngören Washington Prensipleri, konferansa katılmış olan 44 ülkenin temsilcileri tarafından onaylandı. Bir uzlaşma sağlanabilmesi amacıyla, ülkelerin kendi yasalarına uygun şekilde hareket etmelerine izin verildi; yeter ki çabalar “adil ve makul çözümler” üretmeye yönelik olsun… O zaman birçok kişi bu bağlayıcı olmayan prensiplerin etkili olamayacağını düşünmüştü. Zaman bu görüşün tam olarak gerçeği yansıtmadığını göstermiş olsa da, yasal bağlayıcılık olmaması, bugün hala aşılması gereken önemli engeller yaratmış durumda…

Larry Kaye kimdir?

Larry Kaye, New York merkezli, önde gelen bir hukuk bürosunun sanat hukuku grubu eş başkanıdır. Kaye, özellikle yabancı devletleri, Holokost kurbanlarının varislerini ve ünlü ressamların ailelerini temsil ettiği davalarla tanındı. Kaçak kazılarda bulunarak yurt dışına kaçırılmış ve New York Metropolitan Müzesi’nde sergilenmekte olan “Karun Hazinesi” ile “Elmalı Definesi”, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni Larry Kaye ve ekibinin temsil ettiği davalar sonucu, ülkemize iade edildi. Ayrıca Kaye, II. Dünya Savaşı öncesi Hollanda’nın önde gelen sanat simsarı Jacques Goudstikker’ın varislerini; ünlü Rus ressam Kazimir Malevich’in mirasçılarını; ve yine II. Dünya Savaşı öncesi Avusturya’da bir sanat galerisi sahibi olan Lea Bondi Jaray’ın varislerini savundu. Kaye, kültürel varlıkların geri kazanılması, uluslararası sanat davaları ve karmaşık sanat eseri alım-satım işlemleri üzerine yazılar yazmakta, konferanslar vermektedir.

Larry Kaye, Naziler ve işbirlikçileri tarafından Yahudilerden gasp edilmiş sanat eserlerinin iadesi için, varisler tarafından sürdürülen hukuk mücadelelerine ilişkin sorularımızı yanıtladı.

Yahudi sahiplerinden yağmalanan sanat eserleri, 20. yüzyılda ağırlıklı olarak göz ardı edildi. Acaba günümüzde, sanat eseri geri kazanma çabaları açısından genel görünüm nasıl?

Elli yıl önce olduğundan çok daha iyi… Washington Prensipleri’nin ve Terezin Deklarasyonu’nun, yağmalanmış sanat eserleri konusunun saptanması ve çalıntı sanat eserleri hususunda geçmişteki sorunların mümkün olduğu kadar giderilmesi konusunda çok büyük katkıları oldu. 44 ülkenin bir araya gelerek, yalnızca sanat eseri konusunu değil, savaşta vuku bulmuş birçok haksızlığı görüştüğü Washington Konferansı’nın Prensipleri, savaştan bu yana ilk defa sorunun vahametini, boyutunu teslim etti. Konferans öncesinde düzenlenen, çalıntı sanat eseri konusunun uzmanlar tarafından görüşüldüğü bir yuvarlak masa toplantısına katılma ayrıcalığına sahip oldum. Washington Prensipleri, savaşta çalınmış ve gerçek sahiplerine iade edilmemiş büyük bir sanat eseri sorunu olduğu gerçeğini yansıtmaktaydı. Ve temel olarak, bağlayıcılığı bulunmamakla birlikte, anlaşmanın altına imza atmış olan ülke temsilcilerinin, geri döndüklerinde bu konuların gereğini yapmaya çalışacaklarını öngörüyordu.

Terezin Konferansı’nda (2009), Washington Konferansı’ndan bu yana geçen on yılın bir değerlendirmesi yapıldı - ve bu süreçte yapılabilecek olan pek çok şeyin yapılmamış olduğu da görüldü. Terezin Deklarasyonu da bağlayıcı değildi, ancak tonu biraz daha güçlüydü: Ülkelerin, Holokost bağlamlı iade başvurularında, zaman aşımı benzeri usule ilişkin savunmalarla, davaların esasa ilişkin görüşülmesini engellemeye çalışmamaları gerektiği vurgulandı. Bu, umut vericiydi. Ayrıca, ilk defa, baskı nedeniyle eser kaybı veya satışının, aynen hırsızlık gibi değerlendirileceği belirtildi. Yani, eğer varlığınızı Yahudi olmayan bir sanat simsarı aracılığıyla ve çok düşük bir fiyattan sattıysanız - zira Nazilerin gelmekte olduğunu ve kaçmanız gerektiğini biliyordunuz - bu durum yine iade başvuru gerekçesi olabiliyordu. 1990’lı yılların ortalarından - biliyorsunuz Dünya’nın Holokost’u keşfettiği yıllar! - bu yana Holokost bağlamlı iade davaları açmaktayız.

Olası bir hak sahibi Holokost bağlamında bir sanat eseri iade davası açmak üzere sizinle bağlantıya geçtiğinde, iddiasının meşru olup olmadığını nasıl belirliyorsunuz?

Tahmin edersiniz ki, son derece kaotik bir dönem olan Holokost’un ardından, Nazi kayıtları dışında, malınızın mülkünüzün kaydını bulmak çok zordu. Bu nedenle, bazen geçmiş son derece karışık olabiliyor. İşte bu sebeple, bence Washington Prensipleri ile birlikte yeni bir araştırma alanı ortaya çıktı: provenans [mülkiyet geçmişi] araştırması. Dünyanın dört bir yanında, özellikle Avrupa’da, arşivlerin de açılması ile birlikte - bunlar savaştan sonra çok uzun yıllar kapalıydı - bazı kişiler bu alanda uzman oldular. Bir dava başvurusunun sağlam bir dayanağı olup olmadığını belirlemek, tarihin karmaşıklığını çözmek için, muhakkak araştırmacılarla çalışıyoruz.

Diyelim bir araştırmacı sizi, bir müzede/galeride sergilenmekte olan, müvekkilinize ait çalıntı bir eserden haberdar etti. Bundan sonra ne şekilde hareket ediyorsunuz?

Süreç genellikle ilgili müzeye bir mektup yazmamızla başlıyor. Bu mektupta, mülkiyetlerinde olan bir eserin, savaş esnasında - veya farklı bir zamanda - belli bir kişiden gasp edildiğine inandığımızı belirtiyor, bu kişinin varislerinin bu eserin gerçek sahipleri olduklarını ve eseri geri istediğimizi belirtiyoruz. Davalar çoğu zaman böyle başlıyor. Yıllar içinde en elverişli zaman aşımı yasaları New York’taydı. Bir eser ne zaman çalınmış olursa olsun, zaman aşımı başvuruyu müteakip alınan ret cevabından sonra başlardı. Örneğin bir müze şu yanıtı verirdi: “Biz iyi niyetle alım yaptık; bu eserin çalıntı olduğundan haberdar değildik.” Diğer eyaletlerde bu durum daha problemliydi: Dava konusu olan eserin varlığından haberdar olmuş olmanız gereken zaman gibi. Bu durum, geride bıraktığımız yılların olumlu gelişmelerinden biriyle düzeltildi: 2016 yılında, federal seviyede, HEAR (Holokost Kamulaştırılmış Eser İade Yasası) adı verilen bir düzenlemeyle ilk defa ulusal seviyede bir zaman aşımı süresi belirlendi. Bu, Ronald Lauder başkanlığındaki, sanat eseri geri kazanımı ile ilgili bir komisyonun çalışmasıydı. Şu anda ABD genelinde geçerli olan bu yasa, kısaca şunu diyor: Size ait bir resim veya objenin bir başkasının mülkiyetinde olduğundan haberdar olmanızdan - veya bu yasanın yürürlüğe girmesinden - itibaren 6 yıl içinde dava açmanız halinde, davanız vakitli kabul ediliyor.

Gözlemlerinize göre, sanat eseri iadelerinde hangi ülkeler çabalarıyla öne çıkıyor?

Avrupa’da beş ülke, diğer ülkelere kıyasla daha girişken bir tutum sergilediler: Hollanda, İngiltere, Fransa, Almanya ve Avusturya. Bu gibi ülkelerde müzelerin çoğunun devlete ait olması, devletin daha fazla işin içinde olmasına, iade başvurusu yapabileceğiniz bir rejim oluşturmasına ve bir olasılık iade alabilmenize olanak tanıyor. Biz Hollanda’da Goudstikker varislerinin başvurusunu bu çerçevede yaptık ve bizzat Goering tarafından çalınmış 200 eseri 2006 yılında geri almayı başardık. Yukarıda saydığım ülkeler, daha iyi tasarlanmış rejimler uygulayan ülkeler olarak öne çıkıyorlar. Ancak, son yılların seyri olumsuz yönde… Özellikle çok başarılı olduğumuz Hollanda’da. Ve belki de bizim başarımıza bir tepki olarak… Şimdi de bir “dengeleme testi”* ortaya koydular. Bir eseri müzede tutmakla, başvuru sahibine vermenin yararını kıyaslayacaklarını belirttiler. Bu durum büyük endişe nedeni... Bazılarının Hollanda’da bu konuyu tartışmak üzere yeni bir konferans düzenlemeye çalıştığını biliyorum.

*Hollanda “dengeleme testi” yaklaşımını ilk kez, von Saher ailesine 200 tablosunu iade etmesinden 7 yıl sonra uyguladı. Komite 2013 yılında, Yahudi koleksiyoner Richard Semmel’e ait tabloların yağmalandığını kabul etti. Ancak üç tablosundan yalnızca birini varislerine iade etmeyi kabul etti. Gerekçesi, bu resimlerin müzelerde halka sergilenmesinde gördüğü yarardı.

ABD’deki bir müzeden ailesine ait bir eseri geri almaya çalışan bir hak sahibinin ABD’de başvurabileceği, bu saymış olduğunuz beş Avrupa ülkesindeki gibi yetkili bir panel mevcut mu?

Hayır, ABD’de böyle bir rejim yok… Olamaz da - biz denedik. ABD’de Dışişleri Bakanlığı birkaç toplantı düzenledi. Ancak müzeler, özel olmaları nedeniyle, bu hakkı adli olmayan bir panele vermek istemediler. ABD’de Dışişleri Bakanlığı şöyle diyor: Eğer Holokost bağlamında bir hak talebiniz varsa, tek çareniz yasal yollara başvurmak veya anlaşma yoluna gitmek. Ayrıca, kimisi başarılı, kimisi başarısız olmuş birkaç önemli dava var; ancak ABD’nin başarı karnesi, Avrupa komisyonları ile kıyaslandığında oldukça karışık. Bazı “A”lar ve “B”lere karşılık, çok sayıda “D”ler ve “F”ler var.

II. Dünya Savaşı’nda yağmalanmış sanat eserlerinin, şüphesiz hepsi birer şaheser değildi. Mütevazı maddi olanaklara sahip olup, ailelerinden gasp edilmiş bir eseri geri almaya çalışan hak sahipleri, şu ana kadar çabalarında ne ölçüde başarılı oldular?

Bu çok zor bir durum… Washington’daki toplantıda konuştuğumuz öncelikli konulardan biriydi. Komisyonlar kurmaya çalıştık, özellikle daha düşük değerli başvurular için. Zira bu kişiler dava sürecinin masraflarını karşılayamıyorlar. Bazen müzeler, yalnızca müzakere yoluyla, özellikle değeri daha düşük olan bazı eserleri geri vermeyi kabul edebiliyorlar. ABD’de şu anda daha düşük değerli başvurular için başka bir çözüm olanağı yok. Müzelerin bunları çıkarıp vermelerini sağlamak çok zor… Zira emsal oluşturmak istemiyorlar. Şöyle düşünüyorlar: “Eğer bir eseri geri verirsen, bütün vitrinlerin boşalır.”

Bir varisin hukuk mücadelesini kazanmasına yardımcı olduğunuzda, Hitler ve Goering gibilerin silmeye çalıştıkları bir geçmişin - kısmen de olsa - yeniden oluşturulmasına katkıda bulunuyorsunuz. Uzun soluklu bir mücadele sonucu kazandığınız bir davada, ortama hâkim olan havayı nasıl tasvir edersiniz?

Bu tür davalara derin bir duygusallık hâkim olur. Savaş sonrasında, kurtulanların birçoğu bu konuları zihninin dışında tuttu. Sanat eserlerinin yağmalanması, Avrupa’daki kitle katliamlarıyla çok ilintili olduğu için, bu konuda konuşmak onlara acı veriyordu. Böylelikle, dava açma konusu çocuklara ve torunlara kaldı. Basının bir kısmında, bu konuda çok eleştiri oldu - “konu yalnızca para” diye. Özellikle İngiltere’de bir yorumcu, “Konu paradan ibaret” dedi. “Bu konuyu kurcalamayın; bu olaylar 60-70 yıl önce oldu. Sorun nedir?” Sorun şu ki, Nazilerin çaldıkları, bu kişilerin ailelerinin malıydı. Katledilmiş akrabaları geri getiremezsiniz, ama gasp edilmiş varlıklarını varislerine iade edebilirsiniz. Ve bu, az da olsa adalettir…

Kaynakça:

Then and Now: The 20th Anniversary of the Washington Conference on Holocaust-Era Assets, An IFAR (International Foundation for Art Research) Evening, 10 Aralık 2018. Lawrence Kaye ve Stuart Eizenstat Konuşma Metinleri.

Eizenstat, Stuart E. “Art stolen by the Nazis is still missing. Here’s how we can recover it.” Washington Post. 3 Ocak 2019. Web 28 Eylül 2019. Makale.

Fisher Wesley, Webber Anne. “It is shameful that looted art can remain in the museums.” Lootedart.com. 8 Aralık 2018. Web 25 Eylül 2019. Makale.

Reclaimed: Paintings from the Collection of Jacques Goudstikker. The Contemporary Jewish Museum. 29 Ekim 2010. Web 23 Eylül 2019. Makale.

Kline, Thomas R. Portrait of Notoriety. The Wall Street Journal. 27 Temmuz 2010. Web 4 Kasım 2019. Makale.

Chung, Timothy. Case Review: Cassirer v. Thyssen-Bornemisza Collection Foundation. Center for Art Law. 12 Haziran 2019. Web 10 Eylül 2019. Makale.

Enlace Judío. La Fundación Thyssen se arriesgó a comprar un Pissarro robado que supuestamente había sido expoliado por los nazis. 21 Ekim 2019. Web 5 Kasım 2019. Makale.