Pürtelaş evden çıkmıştım. Gecikmek istemiyordum...

Kim bilir nereye yetişecektim...

Dinlemekte olduğum, ama üzülerek yarım bıraktığım “J’aime, J’aime la vie” şarkısını bir yandan mırıldanırken, gördüğüm taksiyi durdurup, yaşımı unutup-fırlayıp arabanın kapısını açtım ve koltuğa atladım...

Ak saçlı şoför radyo dinliyordu; hem de yarım kalan müzik parçasını…

-Harikasınız, siz de mi 107.4’ü dinliyorsunuz?

-Radyo Voyage’ı tabii. Dünyanın müziğini dinletiyor bu kanal, sabah açıp akşam kapatırım...

-Sevindim. Neslihan Hanım yeğenimdir.

Arabayı durdurdu. Başını çevirip bana baktı ve şöyle dedi:

-Efendim, sunucunun sesine de aşığım. Kendisini tebrik ettiğimi söylemenizi rica edeceğim lütfen.

-Baş üstüne Şoför Bey; aktaracağım. Teşekkür ederim…

 

Sevgili Neslihan, seninle geçen sene Dergi’de, fotoğraf sergin vesilesiyle Hz. Mevlana ve onun anısına düzenlenen Şeb-i Arus üzerine sohbet etmiştik. Ve o sohbette bilahare müziği de konuşalım diye sözleşmiştik. O zaman ‘fotoğrafçı’ kimliğinle burada idin, şimdi de seni ‘radyocu’ kimliğinle ağırlıyorum. Nasıl gidiyor Radyo Voyage? Biz her gün keyifle dinliyoruz.

Davet ettiğin için teşekkür ederim; ben de heyecanla bu sohbetimizi bekliyordum. Radyo Voyage bu sene 10 yaşına bastı ve 10 senedir büyük bir heyecan ve Aşk ile hazırladığımız “dünyanın müziğine yolculuk” ilk günkü gibi keyifle devam ediyor. Dinleyenlerimizin kalbine, anlarına bir tatlı huzur taşıyor, onlarla birlikte bizler de hayatı, kendimizi, müziği keşfediyoruz. Dinleyenlerimizin sayısı sadece Türkiye’de değil dünyada gün ve gün artmaya devam ediyor.

Siz İstanbul kanalısınız, dünyadan nasıl dinliyorlar sizi?

Evet, karasal yayınımız 107.4 frekansı ile sadece İstanbul ve yakın çevresinde. Bunun yanında Turksat uydu üzerinden tüm Türkiye’de ve websitemiz, cep telefonu uygulamalarımız ile tüm dünyadayız. Her ne kadar haritalar üzerinde sınırlar olsa da, internet bu sınırları kaldırdı ve dünyanın bin bir köşesinde hepimizi kucaklaştırdı.

Çok sevdiğim bir hikâye var: Uzay mekiği, içinde dünyanın değişik ülkelerinden astronotlarla uzay yolculuğuna başlar. Mekik, bir miktar yükselir ve astronotlardan bir tanesi heyecanla; “Bakın bakın, aşağısı benim çalıştığım yer,” der. Uzay mekiği hızla yükselmeye devam eder ve bir başkası “Ah bakın, aşağıdaki yer benim şehrim,” der. Uzay mekiği artık atmosfere yaklaşmıştır ve yine bir astronot aşağı göstererek “İşte benim ülkem, ben buradan katıldım aranıza,” diye sevinçle bağırır. Mekik artık atmosferi geçip uzaya çıkmıştır, astronotlar heyecan ve hayret içinde dışarı bakarlar. Karşılarında masmavi dünya hepsini adeta büyüler ve o mest hali ile hep bir ağızdan şunu söylerler; “Biz hepimiz buradan geldik, işte hepimizin tek, gerçek ve güzel evi!”

İşte internet de, halen bazı yerlerde şartları kısmi olsa dahi, hepimizi bir evde topladı. Radyo Voyage da bu ev içinde huzur ve keyif arayanların buluştuğu çok özel bir oda oldu.

Teknoloji sayesinde Radyo Voyage’ı, Amerika’dan, Hindistan’dan, Almanya’dan, Frransa’dan, Uganda’dan, Bali’den, Singapur’dan, Avusturalya’dan, Japonya’dan ve daha nice ülkeden dinleyen binlerce dinleyicimiz var. Dünyanın müziğini en seçkin ve özel hali ile seçip, yayınladığımız için de dinlerken kendilerinden bir melodi muhakkak bulabiliyorlar.

Biz de dinlerken hep merak ediyoruz; bunca çeşit güzel müziği nasıl buluyorsunuz? Başka hiç bir yerde duymadığımız öyle güzel müzikler çalıyorsunuz ki, telefonuma müzik tanıma programı indirmek durumunda kaldım…

İşin sırrı orada zaten. Yoksa yayın yapan onca radyo ve müzik platformu varken neden milyonlarca insan her gün ısrarla Radyo Voyage’ı dinliyor. Ve biliyor musun, yapılan dinlenme araştırmalarında ‘Türkiye’nin en uzun süre dinlenen radyosu’ olarak da çıktık. Teknolojinin ilerlemesi ile pek çok alanda artık seçeneklerimiz çoğaldı; eskiden bir avuç radyo, TV varken şimdi müzik siteleri, YouTube gibi video platformları sayesinde hem çeşitlilik arttı, hem de mesleği, konusu ne olursa olsun insanlar içinde yatan yaratıcılıkları, fikirleri paylaşabilecek mecralar buldu. Ama tabii bunca çeşitlilik, içinde bir çöplüğü de birlikte getiriyor ve dolayısıyla ‘oncanın içinde gonca olmak’ asıl başarı oluyor. Bu da sadece bilgi ve beceri işi değil. İnsanı, toplumu anlayabilmek, okuyabilmek, yaptığın işe Aşk ile bağlanmak, ahlak ve dürüstlüğü düstur edinmek ve en önemlisi kendine, yaptığın işe saygı duymak ancak seni ‘gonca’lar arasına katıyor. Her gün yeni neler var diye internet sayesinde dünyayı dolaşıyor, müzik sesi olan her yere ağ atıyor ve ağa gelenlerden seçtiklerimizi sizlerle paylaşıyoruz.

İşini ne kadar çok severek yaptığını hissetmemek mümkün değil, tebrik ediyorum çok özel ve güzel bir şey armağan ettin biz müzikseverlere.

Fedakârlık isteyen, zor bir iş radyo. Düşünsenize 7 gün 24 saat hiç durmayan bir mekanizmanız var ve her daim canlı olmak zorunda. İşte senin bu görüşlerin gibi beğeniler, yorumlar geldiğinde ne yorgunluk, ne zorluk kalıyor, dünya bizim oluyor. Öyle güzel geri dönüşler oluyor ki, bazen gözlerim doluyor, “İşte,” diyorum, “şu gökkubede bizden de bir hoş sada daha kalacak galiba…”

Çok hoş sadalar kalıyor sayenizde emin ol. Peki, biraz da senin yıllar önce dinlediğim müzik ile ilgili sunumundaki dediğin gibi; ‘Müziğin sihirli ve büyülü dünyasını’ da konuşalım mı? Sunumunda hem müziği hem de insan üzerindeki etkilerini çok güzel, anlaşılır bir dilde ve rengârenk görseller eşliğinde anlatmıştın, hayran olmuştuk.

Aslında o sunumum radyo maceramdan çok daha önce başladı. Önce müziğin etkisini kendimde yaşayıp, inceleyip, sonra da paylaşmak istedim. Birçok şehirde kültür merkezlerinde, festivallerde ve şirketlerin eğitim toplantılarında paylaştım ‘Müzik ile Hayatın Keşfi’ sunumumu. Eğlenmek, hoş vakit geçirmek için müziği dinlemenin ötesinde, onu bilmek ve doğru şekilde hayatımıza geçirmek çok önemli bir konu, çünkü müzik her gün her yerde bizimle. Bazen farkında olmuyoruz ama üzerimizde müzik ile öyle etkiler yaratılıyor ki. Sadece bireysel değil, toplumlar üzerinde bile müzik ile etkiler yaratılıyor, yönlendirme yapılabiliyor.

Müziğin anlamında tatlı bir hikâye anlatmıştın, onu yine anlatır mısın?

Aslı Yunanca olan müzik kelimesi dilimize ‘musica’ sözcüğünden geçmiş. Birçok araştırmacıya göre Musica’nın etimolojisi muse; şifa dağıtan peri veya melek anlamına geliyor. Muse peri ise, ‘Musica’nın sonundaki ‘-ica’ nedir derseniz; kullanılan dil anlamında bir ek. Yani müzik kelimesini ‘perilerin kullandığı dil’ olarak çevirebiliriz. Periler var mıydı, aralarında müzik ile mi konuşuyorlardı bunu bilemiyoruz ama bugün bildiğimiz bir şey var ki; Müzik, evrensel bir dil ve sadece bireyler arasında değil toplumlar arasında dahi barışı, bütünleşmeyi, sevgi, saygı, empatiyi kuran çok değerli bir araç. Tabii kötü amaçla kullanılırsa da tüm bunların tersini yine müzik ile yapabilmeniz mümkün!

Müzik ilaç gibi. Bazen öyle etkileyebiliyor ki, kendine bile şaşırıyor insan. Nasıl etkiler yaratıyor müzik?

Müzik, seslerden oluşur. Ses ise dalga hareketi yapan bir enerji biçimidir ve titreşimlerle yayılır. Müzik dinlerken bize ulaşan bu titreşimler bizim kendi titreşimimiz ile bir etkileşime geçer ve bizde bazı etkiler, değişimler, ruh halleri yaratır. Etki, hem müziğin hem de bizim titreşimimize bağlı olarak oluştuğu için de tek ve değişmez değildir. Bir örnek ile izah edeyim: Bütün gün güzel haberlerin geldiği, işlerimizin rahatça aktığı, keyifli bir günün ardından akşam eve dönerken arabamızda radyoyu açtık ve diyelim tarzımız olmayan yüksek tempolu bir müzik denk geldi. İşte o ruh hali içinde, çok da tarzımız olmasa da, o müzik bizi rahatsız etmeyebilir ve hatta onun hareketli ritmine eşlik edebiliriz. Ama ertesi gün aynı keyifte değiliz! Ardı ardına gelen aksi haberler, biriken işler, tartışmalar... kısacası sinir ve stres tavan, keyfîmiz kaçık. İşte böyle bir ruh hali ile yine arabamıza bindik ve radyoyu açtık. Tesadüf bu ya, dün çalan yüksek tempolu müziğin aynısı çalıyor. İşte dün, tarzımız olmasa dahi, keyfimize eşlik edebilen o müzikten bugün aynı keyfi ve tadı alamayabiliriz ve hatta o sinir ve stres hali ile radyoyu hemen kapatabiliriz. Peki, ne oldu da sahne bu kadar değişti! Müzik aynı, araba aynı, yol aynı... Değişen önemli bir şey var; o da biz yani ruh halimiz ve onun müziğin titreşimleri ile yaptığı farklı valsı!

Müzik seçimi önemli bu durumda.

Tabii, hem de çok önemli. Depresif bir halde iken, aşırı duygu yüklü müzikler bizi daha aşağı çekmekten başka bir işe yaramaz. Elbet depresif halde iken eğlenceli şeyler cazip gelmez insana ama daha nötr veya içinde huzur, pozitif sözler ve tınılar dolu müzikler seçilebilir. Ya da çok kızgın, öfkeli olduğumuzda, yüksek ritimde, agresif tonda ve sözlerle dolu bir müzik dinlemek adeta ateşe körükle gitmek gibi olabilir. Yani sözün özü: Nabza göre şerbet vermeyi bilmek lazım!

Sunumunda bazı araştırmalardan bahsetmiştin, bunlardan da örnek verir misin?

Müziğin insan üzerinde etkisi, bilimin inceleme listesinde en ön sıralarda yer alıyor. Zira biraz evvel de bahsetmiştim, müzikle toplumları bile harekete geçirebilir, akışı değiştirebilirsin. Örnek; eski çağlardan bu yana savaşmaya giderken veya rekabet dolu ortamlara - mesela futbol maçlarına neden davul ile gidilir? Davulun tonu ve titreşiminin insanlarda cesaret veren, duyguları yükselten bir etkisi vardır. Enerji verir, ani harekete geçirebilir, düşünmek, tartmak ihtiyacı duymadan!

Müziğin etkisi üzerine yapılan araştırmaların çıkardığı bazı ortak sonuçlar var: nabız atışımıza, kalp ritmimize, kas gerginliğimize, cilt sıcaklığımıza, içsel huzurumuza, merkezi sinir sistemi ve beyin dalgalarımıza etki edebiliyor. Üstelik sadece insanlarda değil, tüm canlılarda etkisi var müziğin. Mesela, bitkiler üzerine yapılan bir araştırmada çevrede çalan müziğe göre bitkilerin gelişme gösterdiği, daha fazla çiçek verebildiği, daha canlı ve parlak olduğu tespit edilmiş. İneklere yumuşak hafif müzik dinletilerek daha fazla süt vermesi sağlanıyormuş. Bir başka araştırmada ise müzik dinletilen tavukların daha fazla yumurta verdiği tespit edilmiş.

Geçen gün bir haber okudum; Amerika’da kalp ameliyatı geçiren hastalar yoğun bakımda uyanırken başuçlarında bir arp sanatçısı müzik yapıyormuş.

Evet, çok doğru. Müziğin insan sağlığında kullanımı çok eskilere dayanıyor. Müziğin tedavi amacıyla kullanıldığı en eski medeniyetlerin başında Sümerler, Babiller, Asurlar, Şamanlar, Çinliler, Eski Mısır ve Yunanlılar geliyor. Tıbbın babası sayılan Hipokrat’ın, hastaları iyileştirmek için ilahiler eşliğinde tapınağa götürdüğü biliniyor. Kendi coğrafyamıza baktığımızda da müziğin özellikle de Türk musikisi makamlarının Osmanlı döneminde ve hatta günümüzde de ruhsal ve zihinsel sorun yaşayan hastaların tedavisinde kullanıldığını ve bu amaçla şifahaneler olduğunu biliyoruz. Mesela bir tanesi, yolunuz Edirne’ye düşerse, Sultan II. Beyazıt Külliyesindeki müzede yer alıyor, gezmenizi tavsiye ederim.

Dikkat ediyorum ‘doğru’ müzik diyorsun, iyi veya kötü demiyorsun?

Çünkü ben müzikolog değilim ve ayrıca müzik insanın duygularının yansımasıdır. Yani kaynak; insan ve onun sonsuz, sınırsız varlığı. Dolayısıyla iyi veya kötü demek yerine ‘doğru’yu kullanmayı tercih ediyorum. ‘Doğru’ ise herkese göre değişebilir, tıpkı biraz evvel müziğin etkisinde anlattığım değişim gibi. Bu nedenle benim kullandığım ‘doğru’, tek sonucu olan bir değer değil, insanın sonsuzluğu kadar sonucu olan değişken bir değer. İnsan, zaman içinde değişen kendisine göre ve her şeyde ‘doğru’sunu bulup, hayatına davet etmeli. Tabii bu noktada çağımız insanın en büyük eksikliği ve sorunu karşımıza çıkıyor; ‘kendini bilmek’!

“Kendini bilmek, tüm bilgeliğin başlangıcıdır” diyor Aristoteles.

İşte tam bu noktada da başka derin bir konu kapılarını aralıyor! Onu da bir başka sohbetimizde konuşuruz. Müzik dedik, insanın kendine kadar geldik. Bu güzel, bilgi dolu sohbet için çok teşekkürler...