Dua evi, öğrenim yeri… Temel din eğitimi burada alınıyor. Kutsal metinlerin saklandığı kütüphanesi, sosyal etkinlikler için bir salonu olabiliyor… Bazen münazaralar yapılıyor ya da cemaatte ihtiyaç sahiplerinin gereksinimleri tespit ediliyor; o yüzden burası aynı zamanda bir sosyal yardım kuruluşu vazifesi de görüyor…

Benzeri işler bütün dinsel mekânlarda ifa edilebilir, ancak burasının farkı, iç ve dış mimarisiyle mütevazı olması. Bu mekân Anadolu’ya giren ilk tek tanrılı dinin mensuplarının toplanma yeri; sinagog. Kelimenin kökeni eski Yunanca, beraber olmak anlamına geliyor.

 

İzzet Keribar ve Naim A. Güleryüz, 2015 yılına kadar Zülfaris Sinagogu'nda faaliyet gösteren
500. Yıl Vakfı Türk Musevileri Müzesi merdivenlerinde (Foto: Aydın Erel, 2008)


Bu kısa açıklamayı, -konuya yabancı olan bendeniz-, fotoğraflarını İZZET KERİBAR’ın çektiği, metnini NAİM A. GÜLERYÜZ’ün kaleme aldığı TÜRKİYE SİNAGOGLARI kitabını okuyarak öğrendim. Bir kutu içinde sunulan kitabın birinci cildi İstanbul, ikinci cildi Trakya ve Anadolu sinagoglarına ayrılmış.

2008 yılında ilk baskısı yapılan Türkiye Sinagogları, gördüğü büyük ilgiden dolayı tükenince ve ayrıca bu süreçte sinagogların durumlarında değişiklikler de olunca ‘Genişletilmiş 2. Baskı’nın yapılma gereği olmuş. Eylül ayı sonunda lansmanı gerçekleşen kitapta Gila Erbeş ve Silvyo Ovadya’nın emekleri geçmiş. Kitap birinci baskıda olduğu gibi İngilizceye de çevrilmiş.

İki ciltlik bu titiz çalışmadan kısacık -ilginç bulduğum- birkaç tarihsel bilgi paylaşıyorum: İkinci Mabet’ten evvel sinagog olmadığı görüşü, Kudüs İbrani Üniversitesi arkeologlarından Ehud Netzer’in çalışmasıyla çürütülmüş. M.Ö 75-50 yıllarında inşa edildiği düşünülen bu kalıntı Jericho civarındaymış. Anadolu’daki Yahudi varlığı M.Ö 4. yüzyıla kadar gidiyormuş. Roma İmparatorluğu’nun doğu eyaletlerinde nüfusa oranı yüzde 20 olan Yahudiler, Bizans zulmünden yıldıkları için, 1326’da Bursa’yı fetheden Orhan Bey’i kurtarıcı gibi karşılamış. 16. yüzyılda İstanbul, 30.000 kişiyi aşan cemaatiyle Avrupa’nın en önemli Yahudi kenti haline gelmiş ve 18. yüzyıl sonuna kadar İbranice Matbaacılığın merkezi olmuş.

Türkiye Sinagogları kitabında, kaybolup giden veya hâlâ kullanılan sinagogların tarihî geçmişine ve mimari özelliklerine paralel olarak, yerel cemaatin geçmiş ve güncel durumu da kayıt altına alınıyor. Sözü uzatmadan İstanbul semtlerindeki ve Anadolu illerindeki sinagogların izlerini takip eden İzzet Keribar ve Naim A. Güleryüz’e başvuralım. Deneyimli bir göz ve deneyimli bir kalemin bizlerle paylaşacağı bilgilerle kitaba bir girizgâh yapalım.


Bergama Yabets Sinagogu

İZZET KERİBAR
Doğayı, insana dair anları yakalarken birçok duygu ve görüntü biriktirmiş olmalısınız. Birikimlerinizi arkanıza alarak, kutsal mekânlarda bir çerçeveleme yaparken aklınızdan neler geçti? Kitap için seçim yaparken neye dikkat ettiniz?
Bu mekânların kutsallığını daha iyi ifade edebilmek için, fotoğrafları inceleyecek olanların duygularını harekete geçirecek sembolleri, ışığı, kadrajları, netlikleri, gölgeleri dikkatle tespit etmemiz gerekiyordu. Tarihte bir yer açacak önemli bir eser yaratmalıydık; dua edenlerin yüz ifadelerini ve hareketlerini iyi düşünerek seçmeliydik.
Beni en çok uğraştıran fotoğraf, değiştirilen kutu yani kapak fotoğrafları oldu. Özellikle kapak fotoğrafı için bilinçli bir şekilde önceden araştırarak ve planlayarak çekimler yaptım. Seçime gelince, önce tarafımdan yapıldı, daha sonra hem Şalom elemanlarının hem Naim Bey’in hem de benim bulunduğum bir seçici kurul düzenledik. Fotoğrafları geniş bir ekranda inceledik. Seçim bir iki günümüzü aldı. Projenin ikinci baskısında hem elimizdeki fotoğrafları kullandık hem de eklenen sinagogların yeni çekilen fotoğraflarını aynı yöntemle seçtik.

Proje iki kez elden geçti. Harabe haline gelen, restorasyon gören ve artık başka amaçlarla kullanılan sinagogları fotoğrafladınız. Bu uzun soluklu projede kaybolan ve yenilenen sinagogları izlemek sizde nasıl düşünceler, duygular uyandırdı? Bu çalışma fotoğrafçı ve birey olarak size ne kattı?
Birinci baskı için yaptığımız çekimler dört-beş yıl sürmüştü. Bu baskıda yeni eklenenlerin çekimleri sadece bir-iki yıl sürdü, bazı restorasyonların bitmesi gerekiyordu. Gaziantep, Kilis, Bergama ve İstanbul’da restore edilen bazı sinagogların günümüzde kütüphane, sergi salonu gibi başka amaçlarla kullanılacağını biliyorum. Restorasyonlar ilgili belediyeler, Vakıflar tarafından kısmen ya da tamamen karşılandı. Ayrıca o yerlerde artık Yahudi toplumu kalmadı. Nedeni çok açık… Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından restore ettirilen Edirne Sinagogu’nun statüsü biraz farklı, çünkü zaman zaman özel durumlarda orası sinagog olarak kullanılabiliyor. Belki Gaziantep, Kilis ve Bergama’da da gün gelir benzer dini törenler yapılır. Öyle olmasını çok normal karşılarım.
Türkiye Sinagogları projesi, sadece Naim Bey ile benim değil, uzun bir çalışmanın ve oldukça bilinçli büyük bir grubun eseri oldu. Türkiye Yahudilerinin ibadet ettiği sinagogların yurt dışına tanıtılmasında, kitabın iki dilde basılmasının katkısı oldu; bunun için mutlu ve gururluyum. Diyebilirim ki, bu kitap, fotoğraf yaşamımdaki projeler arasında beni en çok mutlu edenlerin başında geldi.


Kilis Sinagogu


NAİM A. GÜLERYÜZ
Kitapta sinagogların kesin şeklini 1. yüzyılda aldığı yazıyor. Uzun bir geçmişe dayanan sinagog mimarisinde temel bir plandan ve iç mekân düzenlemesinden söz edilebilir mi? Bilinen en eski örnekle günümüzün sinagogu arasındaki benzerlikler veya özellikle korunan mimari elemanlar nelerdir?
Sinagog, maddi binasıyla değil de vurgulamak istediği manevi mesajlarla önemlidir. Bu bakımdan işlevini doğrulayacak hususlar Alaha’da (kaynağını Tevrat’tan alan kanunlar) belirtilmişse de mimarisi ve dış görünümüyle ilgili bir düzenlemeye yer verilmemiştir.
Mimarisi, yaşanan yörenin toplumsal dokusuna uygun olarak planlanır. Dış cephesinde dikkati çekecek veya diğer din mensuplarını rahatsız edecek dekorasyondan kaçınılır. Bina duvarla çevrili bir avlu veya bahçe içindedir. Avluda çoğunlukla ibadet öncesi el yıkamaya mahsus bir çeşme ve yalak bulunur. Bahçe, Sukot Bayramı’nda suka kurulmasına da elverişlidir. Genellikle ahşap veya yığma taş olarak inşa edilen eski sinagogların hemen hemen tümünün çatısının ahşap olması dikkat çekicidir. Talmud’a göre, sinagogun 12 kavmi anımsatan 12 penceresi bulunması söz konusu ise de pratik nedenlerle bu kurala uymak her zaman mümkün değildir.
İç yapısına gelince, genelde boyuna veya enine dikdörtgen şeklinde olurlar. Bir sinagogun iki ana ögesi, Ehal (Tevrat rulolarının muhafaza edildiği dolap) ve Teva’dır (dua okuma kürsüsü). Ehal’in, ilk Mabet’in bulunduğu Kudüs’e dönük olması, mimari imkânsızlıklara bağlı birkaç istisna dışında, bir sinagogun değişmez temel kuralıdır. Saray anlamına gelen Ehal, Sinay Dağı’nda verildiğine inanılan “On Emir” levhalarını barındıran Ahit Sandığı’nın simgesidir. Önünde, Tanrı’nın ebedi varlığını simgeleyen “hiç sönmeyen ışık” (Ner Tamid) yer alır. Maddi dünyadan kutsal alana geçişi simgelemekte olan Ehal kapıları sadece Tevrat okunan günlerde ve çok özel durumlarda açılır. Ehal’in önünde değerli bir kumaştan dikilen ve sırma veya dival işiyle işlenen, Parohet adı verilen büyük bir örtü asılıdır.
Teva olarak anılan okuma kürsüsü ise Mabet’teki (Bet Amikdaş) sunak’ı anımsatır. Geleneksel Sefarad sinagoglarının belirgin özelliği, Teva’nın salonun ortasına yerleştirilmesi ve cemaatin onun çevresine dizilen sıralarda yer almasıdır. Caddebostan, Ahrida, Yanbol, eski Zülfaris sinagogları bu uygulamaya örnek olarak gösterilebilir. İstisnai olarak bazı sinagoglarda Teva, konumuna göre karşı duvara bitişik düzende (Haydarpaşa Hemdat İsrael Sinagogu) veya yer kazanmak amacıyla Ehal’in hemen yanı başında (Neve Şalom, Şişli ve genelde Aşkenaz sinagogları) düzenlenmektedir.
Sinagogların bir özelliği de “azara” adı verilen ve kadınların erkeklerden ayrı olarak oturdukları balkonlu özel galeridir. Mimari yönden ayrı bir balkon inşası mümkün olamadığı sinagoglarda kadınlar salonun arka kısmında yüksekçe bir yerdeki sıralarda oturur. On Emir’in ikincisine uygun olarak da sinagogda putları anımsatacak herhangi bir insan tasviri veya heykeli bulunmaz.

Anadolu’daki Yahudi izlerinin M.Ö 4. yüzyıla kadar uzandığı bilgisine rağmen, Yahudiler denince akla İspanya’dan göç eden grup geliyor, ancak kitabınızda çok farklı topraklardan (Halep, Mayorka, Gürcistan…) gelenler, Anadolu içinde göç edenler var. Dönem itibariyle iletişimin yavaşlığını düşünürsek, bu hareketli ortamda, topluluk ruhunu korumada sinagoglar nasıl bir işlev görüyordu?
Doğrudur. Türk Yahudi Toplumu, tarih boyunca 25’i aşkın yüzyıl içinde, farklı yörelerden gelmiş veya birbirlerini izleyen egemenlikler dönemlerinde değişik sosyal ve çevresel etkiler altında kalmış, dinî temeli aynı olmakla beraber, uygulamada çeşitli farklar gösteren âdet ve geleneklere sahip gruplardan oluşmuştur.
Genelde her grup geçmişine saygı ve sadakat göstermiş, zamanla bazıları birbirlerini asimile etmişse de kendi ananelerini sürdürdüğü ayrı bir sinagog inşa etmiştir. 1492 sonrası Sefarad göçmenlerin Bizans Romaniot kökenli İstanbul Hahambaşısı Kapsali ve halefi Eliyahu Mizrahi ile ihtilafları sonucu, Sefaradlarla Romaniotlar Balat’ta ayrı ayrı sinagoglar kurdular. 1905 Büyük Edirne Yangını öncesi kentte mevcut yerli İstanbul ve Romaniot grupları ile İspanya - Portekiz ve İtalya’nın farklı yörelerinden gelen bölgesel grupların 13 ayrı sinagogu vardı. İstanbul’da mukim Gürcülerin ve Edirnelilerin ayrı ayrı ibadethaneleri, değişik Aşkenaz Sinagogları gibi sayısız örnek mevcuttur.
Göç alan tüm kentlerde, örneğin Londra, Paris, Amsterdam, Seattle, New York, Santiago, Havana ve hatta İsrail’de durum aynıdır. Sinagoglar “topluluk ruhu”nun inanç birliği bazında sürdürülmesini sağlarken, Alaha’ya aykırı olmayan farklı uygulamalar yöresel renklerin devamını sağlamaktadır.