Fotoğraflar: Bilge Serdar Samanlı


Avrupa’nın birçok ülkesini gezmiş biri olarak Balkanlar’ı görmemiş olmayı kendimde bir eksiklik olarak görüyordum. Bu yüzden dört gece, beş günlük bir Sırbistan ve Bosna-Hersek turuna katıldım. Schengen vizemin süresi dolmuş olduğundan gezebileceğim yegâne Avrupa ülkeleri, vize gerektirmeyen Balkan ülkeleri idi.

Sabah epey erken bir saatte, İstanbul Havalimanı’ndan tarifeli uçakla Belgrad’a uçtuk. Rehberimiz bizi ‘Belgrad Nikola Tesla Havalimanı’nda karşıladı ve otobüsümüze binerek panoramik bir Belgrad turu attık. Bu turda, Sırbistan Parlamento Binası, Eski Kraliyet Sarayı ve Opera Binası gibi anıtsal yapıları gördük. Bu sırada, 1999’daki NATO bombardımanında yıkılmış bir bina gözümüze çarptı. Yugoslav Savunma Bakanlığı binası olarak yapılmış olan bina, savaşın korkunçluğunu yeni nesillere aktarabilmek amacıyla bombalanmış halde bırakılmış. Bu arada rehberimiz bize Belgrad hakkında bilgiler vermeye başladı.




Belgrad şehri
Tuna nehrinin Sava kolu ile birleştiği yerde kurulmuş olan Belgrad, Balkanlar’ın kalabalık şehirlerinden biridir. Osmanlı açısından da önemli bir şehir olan Belgrad, 15. yüzyılda II. Murat ve Fatih Sultan Mehmet tarafından kuşatılmış olsa da alınamamıştır. 1521’de ise Kanuni Sultan Süleyman, Belgrad’ı Osmanlı topraklarına katmıştır. Belgrad, 19. yüzyıl başlarındaki Sırp ayaklanmalarına kadar Osmanlı egemenliği altında kalmıştır. Bu ayaklanmalar, Belgrad’ı Osmanlı egemenliğinden kurtarmakta başarılı olamasa da Osmanlı askerleri Belgrad Kalesi’ne çekilmek zorunda kalmıştır. 19. Yüzyıl sonlarındaki Berlin Antlaşması ile Sırbistan bağımsızlığını ilan etmiştir. Belgrad’ın Osmanlı döneminden önceki önemi de şuydu: Belgrad, Batı Roma ile Doğu Roma’yı ayıran sınırın üzerindeydi.

Kale Meydanı’na doğru yürürken Bayraklı Camii’ni ziyaret ettik. 18. Yüzyıl’da, Evliya Çelebi’nin Şeyahatname’sinde Belgrad’da 217 tane cami olduğundan bahsedilmektedir. Daha sonraki yıllarda bu cami sayısının 250’ye çıktığı belirtilse de son 100 yılda camilerin çoğu yok olmuş, günümüze sadece Bayraklı Camii ulaşabilmiştir. Bayraklı Camii, ismini ezan saatini belirlemek için bayrak asılmasından almıştır.



Buradan sonra Belgrad’ın en önemli tarihî ve turistik mekânı olan Belgrad Kalesi’ne gittik. Kale, Sava nehrinin Tuna ile buluştuğu noktaya hâkim bir konumda. Kaleye İstanbul Kapı’dan girdik. Bu kapı, İstanbul’a kadar uzanan bir ticaret yolunun başlangıç noktası olduğundan bu ismi almıştır. İstanbul surlarındaki kapılardan birinin adının Belgrad Kapı olduğunu belirtmekte fayda var. İstanbul Kapı’ya doğru yürürken Fransız parklarını andıran bir parktan geçtik. Bu parkın ortasındaki Fransa’ya Şükran Anıtı, Birinci Dünya Savaşı’nda Sırbistan’ın yanında yer alan Fransa’ya Sırp milletinin minnettarlığını simgelemek amacıyla Yugoslav heykeltıraş İvan Metroviç tarafından tasarlanmış ve Fransız okullarında okumuş olan eski öğrenciler tarafından inşa edilmiş ve 1930 yılında tamamlanmıştır.

İstanbul Kapı, Belgrad Kalesi’nin en etkileyici kapısıdır. Günümüzdeki hali 1717-1739 yılları arasında inşa edilmiştir. Kapının yakınında bulunan saat kulesi, 18. yüzyılda, Barok mimarisi ile inşa edilmiştir. Saat kuleleri tarihî Türk şehirlerinin tipik bir özelliği olmasına rağmen kalelerde çok ender görülmektedir. Bu yüzden Belgrad Kalesi’ndeki saat kulesi ilginç bir özelliktir. Kapının içindeki tonozun duvarında bir Yeniçeri kılıcı sembolü dikkat çekmektedir.

Kale yerleşkesi içindeki bir başka önemli Osmanlı yapısı, Damat Ali Paşa Türbesi’dir. 1784 yılında, Belgrad Komutanı İzzet Mehmet Paşa’nın mezarı üzerine inşa edilen türbe, ilk Sırp ayaklanması sırasında zarar görmüş ancak 1818-1819 yılları arasında Belgrad Valisi Maraşlı Ali Paşa tarafından Damat Ali Paşa anısına restore edilmiştir. Damat Ali Paşa, 1716 yılında Petrovaradin’deki savaşta şehit düşmüş bir Türk paşasıdır ve cenazesi Sultan Süleyman Camii yanına defnedilmiştir. Bu cami ve Damat Ali Paşa’nın mezarı, birkaç yıl sonraki Avusturya işgali sırasında yıkılmıştır. 19. Yüzyıl ortalarında Damat Ali Paşa Türbesi’ne bir başka Belgrad Valisi’nin cenazesi defnedilmiştir. İkinci Dünya Savaşı öncesinde Damat Ali Paşa Türbesi restore edilirken Damat Ali Paşa’nın mezar taşı bulunmuş ve türbeye konmuştur.

Gene kalenin içinde, Osmanlı’nın Yükselme Dönemi’nin son sadrazamı Sokullu Mehmet Paşa (1505-1579) adına yapılmış bir çeşme bulunmaktadır. 1576-77 yılları arasında yapılmış olan çeşme, Belgrad’da günümüze ulaşabilmiş az sayıda olan Osmanlı eserinden biridir. Yakınında da 1456 yılında Fatih Sultan Mehmet’in Belgrad’ı kuşatması anısına bir kitabe bulunmaktadır.

Kalenin burçlarından, Tuna nehrinin Sava kolu ile buluştuğu yerin güzel bir manzarası seyredilebilir.

Kaleden çıktıktan sonra yayalaştırılmış Knez Mihailova Caddesi’inde öğle yemeği ve serbest zaman molası verdik. Adını Sırp Prensi III. Mihailova’dan caddenin iki yanı 1870’li yıllarda yapılmış Avrupai binalarla çevrilidir ayrıca caddede çok sayıda nezih restoran ve kafe bulunmaktadır.

Tekrar otobüsümüze döndük ve otelimize yerleştik. Odamda birkaç saat dinlendikten sonra otelimizin yakınında olan Kral Aleksandra Bulvarı’nda bir akşam yürüyüşüne çıktım. Belgrad’da 20 adet bulvar olmasına rağmen Belgradlılar “Bulvar” sözcüğünü sık sık Kral Aleksandra Bulvarı için kullanmaktadır. Bulvar üzerindeki Taşmeydan Parkı’ndaki Aziz Mark Kilisesi dikkatimi çekti. Bir sürü küçük kubbesi bulunan bu Ortodoks kilisesinin mimarisi İstanbul’da eski bir Ortodoks Kilisesinden dönüştürülmüş olan Zeyrek Camii’ni anımsatıyor. Katolik kiliselerde kuleler bulunurken Ortodoks kiliselerinde ise kubbeler bulunmaktadır. 1931-1940 yılları arasında inşa edilmiş olan kilisenin yerinde 1836 tarihli daha küçük ve ahşap bir kilise vardı.



Yürüyüşüme devam ettim ve Parlamento Binası ve Eski Kraliyet Sarayı’nın bulunduğu bölgeye geldim. Daha sonra bulvara paralel bir cadde boyunca aksi yönde yürüdüm ve Belgrad’ın en önemli simgelerinden biri olan Aziz Sava Katedrali’ne ulaştım. Büyük yeşil kubbesi ile, minaresiz bir camiyi andıran bu katedralin yapımına 1935 yılında başlanmış olup, tamamlanışı 2004’ü bulmuştur. 3000 metre kareyi aşan bir alana sahip olan ve tepesindeki haç ile yüksekliği 79 metreyi bulan Aziz Sava Katedrali, dünyanın en büyük Ortodoks kiliselerinden biridir. Katedral adını Sırbistan’ın en önemli papazlarından biri olan Aziz Sava’dan (1174-1235) almıştır.



Novi Sad
şehri
Ertesi gün, Tuna nehri üzerinde bulunan ve Voyvodina özerk bölgesinin başkenti olan Novi Sad şehrine yaptığımız günübirlik gezi sırasında Karlofça’ya uğradık. Karlofça’nın tarihi önemi, Osmanlı’nın Duraklama Dönemi’ni bitirip Gerileme Dönemi’ni başlatan 1699 tarihli Karlofça Antlaşması’na ev sahibi yapmasıdır. Tuna nehrinin yakınında bulunan Karlofça kasabası ayrıca şaraplarıyla ünlüdür. Bir Avusturya kasabası havasındaki Karlofça’nın en etkileyici yapısı Patrikhane Sarayı’dır. 1713 yılından beri Karlofça Metropoliti’nin konutu, Tuna nehrine bakan ve “Paşa’nın konutu” olarak bilinen bir Türk evi iken 1892-1894 yılları arasında İtalyan sarayları stilinde şimdiki etkileyici saray inşa edilmiştir. “Sırpların Voyvodina’daki en gösterişli evi” olarak bilinen sarayın etrafındaki parka 1895 yılında çimenler ve kestane ağaçları ekilmiştir.

Sarayın hemen yanında iki kuleli Kutsal Baba Nikolay Kilisesi yer almaktadır. 1758-1762 yılları arasında yapılmış olan kilisesin tasarımı Viyana’da yapılmıştır.

Karlofça Antlaşması, 26 Ocak 1699 tarihinde, Avusturya, Venedik ve Lehistan’dan oluşan Kutsal İttifak devletleri ile Osmanlı İmparatorluğu arasında imzalanmıştır. Antlaşmanın imzalanmış olduğu çadırın bulunduğu tepe üstünde bugün Meryem Ana Şapeli bulunmaktadır. 1814 yılında inşa edilmiş olan şapelin dört temsili kapısından Türk tarafını temsil eden kapı, uzun süre kapalı tutulmuş ana daha sonra girişimler sayesinde tekrar açılmıştır.

Karlofça’dan sonraki durağımız Petrovaradin Kalesi idi. Bu kalenin Osmanlı tarihi açısından önemi, 9 Eylül 1694 tarihinde Veziriazam Sürmeli Ali Paşa’nın komutasındaki Osmanlı ordusunun kaleyi kuşatması ancak olumsuz hava koşulları nedeniyle kuşatmanın başarısız olmasıdır. Karlofça Antlaşması sonrası Mora topraklarını Venediklilere veren Osmanlı, 1714 yılında geri almaya başlamıştır. Venedik ile ittifak halindeki Avusturya, Osmanlı’ya Mora’yı yeniden Venedik’e vermesi için baskı yapınca, Osmanlı da bu baskıya cevap için Avusturya’ya savaş ilan etmiş ve böylece 1716 yılında Osmanlı ile Avusturya arasında Petrovaradin Savaşı başlamış ve sonuç Avusturya zaferi olmuştur.

Kaleden Voyvodina’nın başkenti Novi Sad’ı ve Tuna nehrini seyrettikten sonra otobüsümüze binip Novi Sad’ın içine girdik. Burada öğle yemeği ve serbest zaman molası sonrası Belgrad’daki otelimize döndük…