Fotoğraflar: Şahin Önder


Hindistan, binlerce yıldır pek çok dine ev sahipliği yapmış, köklü tarihi, yaşam felsefesi, renkli giysileri, coşkulu dans ve müzikleri ile gezginlerin en çok seyahat ettikleri ülkelerden biridir. En popüler şehri; Dünya’nın yedi harikasından biri burada olduğu için Agra şehri olarak bilinse de, altın üçgen denilen Jaipur-Agra-Varanasi en çok tercih edilen rotadır. Bana göre Hindistan seyahatinin en etkileyici noktası, Hinduların hac merkezi olan ve ölüm şehri olarak anılan Varanasi’dir. Her ne kadar pislik çok zorlayacak olsa da, kendine ait mistik havası ile buraya uğrayan herkesi derinden etkiler.

Ateş seremonisi Aarti
Hindistan seyahatimizin son durağı olan Varanasi’ye bir akşamüzeri ulaştık. Varanasi’de mutlaka yapılması gereken şeylerin başında gelen, Ganj Nehri’nin kenarında her akşam gerçekleştirilen “Aarti” akşam seremonisi için, hiç vakit kaybetmeden hazırlanıp dışarı çıkıyoruz. Bizleri nehrin kenarına götürmesi için ikişer kişilik oldukça renkli, ama bir o kadar da eski çek-çekler hazır bekliyordu. Dişleri dökülmüş güler yüzlü sürücümüz ile eğlenceli bir yolculuk yapıyoruz; yanımızdan akıp giden insan seli, inanılmaz bir gürültü ve renk cümbüşü içinde Hindistan’ı iliklerimize kadar hissediyoruz. Hava şartları her nasıl olursa olsun her akşam mutlaka yapıldığı söylenen ateş seremonisi (Aarti), Hindu rahiplerin Ganj Nehri kenarında uyguladıkları, birkaç saat süren bir ritüel.



Hinduizm’de tanrılara adanan ateş seremonilerinden Aarti, kelime anlamı olarak “karanlığı aydınlatan” anlamına geliyor. Ganj’ın kıyısında her gün batımı ve gün doğumunda dualar eşliğinde tekrarlanıyor. Yerli halk kadar turistlerin de ilgi odağı olan gösteriyi kimileri tekne kiralayıp Ganj Nehri’nin üzerinden izliyor. Bizim için ayrılan yerlere oturduktan hemen sonra, rahipler ellerinde şamdanlar ile sahnede yerlerini almaya başlıyorlar. Bir an için bunun sadece turistlere yönelik bir gösteri olup olmadığını düşünüyorum, çünkü sahneye çıkan tüm rahipler oldukça atletik vücutlu, genç ve yakışıklılar! Sahnede yedi rahip var, bunlar vücudumuzdaki yedi çakrayı temsil ediyor. Kullanılan objeler beş elementi, yakılan tütsüler ise insan zihninin arınmış halini temsil ediyor. Oldukça etkileyici olan gösteri, rahiplerin senkronize bir şekilde ateş, müzik ve çan sesleri eşliğinde yaptıkları hareketlerden oluşuyor.

Gün doğumunda Ganj Nehri
Ertesi sabah erkenden kalkıp, gün doğumunda Ganj Nehri’ni tekne ile gezmek için yola çıkıyoruz. Aracımızdan inip nehir kıyısına doğru yürürken bir deri bir kemik kalmış, çoğunlukla bellerine sarılı bir bez parçasından başka üzerlerinde bir şey kalmamış yaşlı insanlara rastlıyoruz. Varanasi, yıkım tanrısı Şiva’nın şehri, ve Hindular burada ölürlerse reenkarnasyondan kurtulup Tanrı’ya ulaşabileceklerine inanıyorlar. Bu nedenle ölümünün yaklaştığını düşünen pek çok yaşlı, ölmek için şehre geliyor ve nehrin yakınlarında evsiz olarak bazen yıllarca burada hayatlarının sonunu bekliyorlar. Parası olanlar için, ölümü bekleyenlerin konakladığı misafirhaneler açılmaya başlamış. Ancak halk, sokakta yaşayan bu yaşlılara büyük saygı duyuyor ve onlara destek olmaya çalışıyormuş.



Teknemize bindikten sonra güçlü kaslı ve genç kürekçimizin rehberliğinde açılmaya başlıyoruz. Diğer teknelerdeki bazı yolcular, muz yaprağı içinde çiçeklerle süslenmiş mumları nehre bırakıyorlar. Bu sırada sabah ayini için nehre giren Hindular, kimi elbiseyle kimi iç çamaşırlarıyla yıkanarak kutsanıyorlar. Şampuan eşliğinde yıkananları dahi gördük… İnanışlarına göre tanrıça Ganga bu nehirde vücut bulmuş. Bu nedenle nehrin, Hinduları tüm günah ve kötülüklerden arındırdığına, ölmeden önce Ganj Nehri’nin suyu içilmezse hayatın tamamlanmadığına inanılıyor. Hatta herkesin evinde, ölmeden önce bir yudum içilsin diye Ganj Nehri’nin suyu bulunduruluyormuş. Nehirde sabah serinliğinde kutsal banyolarını yapan Hinduların yanı sıra pek çok Avrupalı turist dikkatimi çekiyor, dünya üzerinde en pis nehir olarak bilinen Ganj Nehri’nin sularında neşe içinde eğleniyorlar. Bu şehirde kanalizasyon nehre boşalıyor, kimyasal atıklar nehre karışıyor, cüzzamlılar da dahil olmak üzere hastalıklı olan olmayan herkes burada yıkanıyor. Nehrin bir ucunda ölü yakılıyor ve buradan arta kalanlar nehre karışıyor. Onun biraz ilerisinde, biri nehirde kirli çamaşırlarını yıkıyor, bir diğeri de eğilmiş dişlerini fırçalıyor… Dahası Hintliler, ellerine geçen her şeyi hediye olarak nehre atıyorlar! Ganj Nehri, kentin yaklaşık yedi kilometrelik kenarı boyunca dizilen 100 kadar yan yana sıralanmış kutsal Ghat’lar ile çevrili. Ghat, basamak demek. Nehir sürekli, yükselip alçaldığı için yapılmış bu basamaklar.



Ölümden sonra daha güzel bir hayat
Ölüm Hindular için olağan, sıradan bir durum. Ölen kişinin cesedi, üzeri turuncu renkli çiçeklerle kaplı kefen gibi bir beze sarılarak omuzlarda taşınıyor. Hiç ağlayıp ağıt yakanlar yok, onlar ölümden sonra yeniden ve hatta daha güzel bir hayat yaşayacaklarına inandıkları için ölüme çok farklı bakıyorlar. Zaten sırf bu yüzden çektikleri bunca yoksulluğa rağmen çok mutlu görünüyorlar. Bu hayatlarında ne kadar çok eziyet çekerlerse bir sonraki hayatlarında o kadar çok mutlu olacaklarına inanıyorlar. Tabi ölmek o kadar da kolay değil. Bedenin yanması için gerekli sürede ateşi devam ettirmek gerekiyor. En ideal olanı sandal ağacı. Oldukça pahalı olduğu için ancak zenginler sandal ağacında yakılabiliyor, daha yoksullar ise ucuz bir ağacın odunundan alıp mümkünse üzerine sandal ağacı talaşı serptiriyorlarmış. Hiç parası olmayanlar ise elektrik ile yakılıyor! Yani Hindistan denince akla gelen kast sistemi, ölümden sonra bile peşlerini bırakmıyor.

Hinduizm’e göre herkes yakılmıyor, din adamları, çocuklar, hamile kadınlar ve yılan sokanlar yakılmayan gruplar arasında. Yılan kutsal bir hayvan sayıldığından onların soktuğu kişiler günahsız sayılıyor. Yakılmayan ölülerin cesetleri ayağına bir taş bağlanarak Ganj Nehri’ne atılıyor. Ölü yakan kişiler “dokunulmazlar” olarak adlandırılmışlar ve kast sisteminin en alt basamağını oluşturuyorlar, yani insanlığın en aşağı tabakasını oluşturuyorlar. Kast sistemi o kadar sert ki, en iyi eğitimi alıp çok zengin olsalar bile sınıflarını değiştiremiyorlar, nesiller boyu aynı kasta mahkûm oluyorlar.



Nehrin kenarı alabildiğine kalabalık. Sokak satıcıları, dilenciler, hayvanlar, ayine gelen yerli halk ve tabi kalabalık turist grupları. Hint kadınları ise renk kartelası gibi, altı metrelik sarilerine sarılmış alabildiğince göz alıcılar, takı takmaktan da oldukça hoşlanıyorlar, hatta ayak parmaklarına bile yüzük takıyorlar. Dinî inançları gereği alınlarının ortasına kondurdukları kırmızı nokta ise onlara mistik bir hava veriyor. Bu renkli ve süslü kadınları her işte görebilirsiniz; yol inşaatında çalışan kadınlar bile oldukça renkli ve süslülerdi.

Bu ülkede hayvanların özellikle de ineklerin ayrıcalıkları var. Kimse onlara kötü davranmıyor, onların geçmiş hayatlarında insan olduklarına, kendilerinin de öldükten sonra hayvan olarak tekrar can bulabileceklerine inanıyorlar. Derileri sarkmış, bir deri bir kemik kalmış çok yaşlı inek, ya da trafiğin tam ortasında yolda oturup kalmış bir öküzü görmek kimseyi şaşırtmıyor. Kalabalığın içinden geçip kahvaltı için otelimize ulaşmaya çalışıyoruz. Hindistan’da otel dışında herhangi bir yerde yemek yememiz yasak. Zaten yasak olmasa da kimse dışarıda bir şey yemeye cesaret edemiyor.



Oldukça kalabalık bir yolda ilerlerken zaman zaman düğün alayına rastlıyoruz. Bunlar yoksul ailelerin düğünleri. Damat gelinin duvağını eline sarmış ve omuzundan aşırmış, önde yürürken gelin de arkadan geliyor. Zengin aileler oldukça renkli ve gösterişli düğün yapmayı tercih ediyorlar. Hatta Nepal’de zengin bir Hint ailesinin düğününe denk gelmiştik. Hindistan’dan tüm konukları uçaklarla Nepal’e lüks bir otele getirip burada düğün yapıyorlarmış. Gelinin babası tarafından davet edildiğimiz bu düğünde gösterişin son derece önemli olduğunu hissettim. Gelinin iki kolu omuzlarına kadar bilezik, boynu ve beli altın zincirlerle doluydu. Hindistan’ın genelinde yaşanan sefalete tezat, bu düğün sınıflar arası farkı gözler önüne seriyordu.

Aynı zamanda bir tapınaklar şehri
Hindistan’ın en mistik şehri diyebileceğim Varanasi aynı zamanda bir tapınaklar şehridir. Ganj Nehri ve ölü yakma ayinleri dışında renkli caddelerde dolaşmaktan yorulursanız ilgi çekici tapınaklardan birini seçip ziyaret edebilirsiniz. Kashi Vishwanath Tapınağı, Varanasi’nin en ünlü ve kutsal tapınaklarından biri ve Hindu tanrısı Şiva’ya adanmıştır. Ayrıca, Sankat Mochan Hanuman Tapınağı, Tulsi Manas Mandir ve Durga Mandir gibi diğer tapınaklar da şehirde önemli dinî ve turistik yerlerdir.

Henüz pandemi ve maske hayatımıza girmemişken, Varanasi şehrinde sıklıkla maske ve galoş kullanmak zorunda kalıyoruz. Çünkü Varanasi Hindistan’ın en pis, en kalabalık ama bana göre en görülesi şehri. Bu seyahat için en eski kıyafetlerimizi özellikle nehir gezisi için hazırlamıştık. Otele döner dönmez tüm kıyafetlerimizi bir çöp poşetine doldurup atıyoruz.

Varanasi her ne kadar ölüm şehri olarak anılsa da, bence renkliliği, kalabalığı, karmaşası ve coşkusu ile yaşamı simgeleyen bir şehrin tam kendisi.